Hoca'nın besili bir keçisi varmış, arkadaşları onu kestirip yemek için aralarında anlaşmışlar, Hoca'yı kandırmanın bir yolunu düşünüp gelmişler.
+''+- Yahu, Hoca, yarın kıyamet kopacak, bu besili keçini telef olmadan bize yedir, demişler.
- Kıyamet kopacağını nereden biliyorsunuz, diye şaşırmış Hoca.
- Kitapta yazıyor.
- Kitabı yanlış anlamış olmayasınız?
- Hayır, Hajbare hocaya okuttuk, o da öyle anladı.
- Hajbare hoca yanılıyor olmasın?
- Yanılmıyor. Mersec Mezdeug'dan geldi, kıyamet orada başlamış diyor, yarın da buraya gelir diye bekliyoruz.
- Öyleyse Allah bize merhamet etsin, demiş Hoca. Haydi, o zaman yapın keçinin vunafesini
Hoca'nın keçisini kesmişler, pişirmişler, oturup yanında yakışan içeceğiyle birlikte güzelce yemişler.
- Gelin, demiş Hoca, kıyamet kopmadan birer kez yıkanalım!
Arkadaşlarını almış Vurıhuj'a götürmüş, suya girmişler.
Arkadaşları suya girer girmez Hoca kuru odunla ateş yakıp, giysilerini ateşe atmış ve yakmış. Arkadaşları sudan çıkınca bakmışlar, giysileri yok.
- Yahu, giysilerimiz nereye gitti, diye aranmaya başlamışlar.
- Boşuna aramayın, giysilerinizi yaktım, demiş Hoca.
- Hay Allah cezanı vermesin, niye yaktın?
- Yarın kıyamet kopacaksa giysiyi ne yapacaksınız, demiş Hoca ve çekip evine gitmiş.
Adamlar ne diyeceklerini, ne yapacaklarını bilemeden çırılçıplak ortada kalmışlar. Kafa kafaya vermişler, "Bunu yanına bırakırsak anamızdan emdiğimiz süt haram olsun" diyerek nasıl intikam alacaklarını kararlaştırmışlar. Derken, bir hafta kadar sonra Hoca'yı bir yere davet etmişler, yiyip içip eğlenirken en büyükleri:
- Haydi yumurtlayalım, demiş. En büyük yumurtayı yumurtlayana batırıbje veririz, enküçüğü yumurtlayan da bjeyi alır.
- Yumurtlayalım, demişler hep birlikte.
En küçükleri ortaya atılmış:
- Peki yumurtlayamayan ne olacak?
- Yumurtlayamayanı da ham armut gibi döveriz, diyerek, daha önce kararlaştırdıkları gibi hep birlikte harekete geçmişler.
Herkes kendine bir yuva hazırlayıp yumurtamaya oturmuş. Hoca da öyle yapmış. Arkadaşları daha önce anlaştıklarından, yanlarında birer yumurta getirmişler. Hoca'nın elinde bir şey olmadığından, ne yapacağını bilemeden telaş ediyormuş.
- Gıt gıt gıdak, gıt gıt gıdak, diye bağırarak en yaşlıları aşağı atlamış, kocaman sarı bir yumurtayı çıkarıp göstermiş. Görüyor musunuz, demiş, benim yumurtladığım iki sarılı!
Diğerleri de yuvalarından atlayarak yumurtalarını göstermişler. Sevinç içindeki arkadaşlarının arkasında, sandalyenin üzerine tüneyen Hoca:
- Ü-ürü-üü! - diye ötmeye başlamış. - Bu kadar tavuğun arasında bir horoz olmazsa olmaz.
Böylece arkadaşlarının bir ay düşünüp hazırladığı oyunu Hoca bir dakikada bozmuş.
'Vallahi, biz bununla baş edemeyeceğiz, en iyisi yakasını bırakalım' diyerek dağılmışlar. Fakat içlerinden biri Hoca'nın yakın komşusuymuş, 'yaktığı elbisemin bedelini ödetmeden bırakmam', diye aklına koymuş.
Epey zaman geçtikten sonra Hoca'nın yanına gelmiş:
- Büyük kazanınız hemen lazım değilse bir günlüğüne verir misiniz, demiş.
Kazanı vermişler, götürmüş. Zamanı geldiğinde içinde küçük bir kazanla geri getirmiş.
- Bu küçük güzel kazan da ne, diye sormuş Hoca. – Herhalde yanlışlıkla getirdin...
- Hayır, hayır, demiş komşusu. - O, kazanın yavrusu, eski kazanınız doğurdu da, o da yavrusu; hayırlı olsun!
- Canına yandığım, kazan doğurur mu?
- Doğurmazsa, bu yavru kazanı ben mi doğurdum, demiş adam ve darılmış gibi yaparak çıkıp gitmiş.
Bunun altından bir iş çıkacağını sezinlemiş Hoca ve bıyık altından gülmüş.
Bir zaman sonra adam yine gelmiş, büyük kazanı alıp götürmüş. Bir gün geçmiş, getirmemiş. İki gün geçmiş, getirmemiş. Bir hafta geçmiş, bir şey yok. Sonra bir gün komşusu avlu kapısının önünde otururken Hoca yanına yaklaşmış:
- Yahu, komşu, bizim kazan lazım oldu da, verseniz de götürsem, demiş.
- Vallahi, sizin kazan doğururken öldü, demiş adam.
- Ne diyorsun, olacak şey mi , kazan nasıl ölür?
- Nasıl doğuruyorsa öyle ölür, demiş komşusu.
- Peki, madem öyle, duasını edelim de bu iş bitsin, demiş Hoca.
Gel deyip komşusu Hoca'yı mutfağa götürmüş ve ters çevrilmiş kazanı göstermiş:
- İşte, bugün üçüncü günü oluyor dünyadan göçeli, demiş.
İki adam dikilmişler, ellerini açıp kazanın duasını etmişler. Dua biter bitmez Hoca kazanı sırtlayıp omzuna koymuş.
- Ne yapıyorsun, diye önüne geçmiş adam.
- Gömmeye götürüyorum, demiş Hoca, böyle sıcak günde cenaze o kadar bekletilir mi?
Komşusu söyleyecek bir söz bulamadan kalakalmış, Hoca da kazanı alıp evine getirmiş.
Bundan sonra Hoca'nın peşini bırakmışlar.
Tavurıhişe (Yüz Masal)
Derleyen: Nalo Zavur
Nalçik, "Elbrus", 1992, s.72-74
Çeviren: Murat Papşu
+''+Murat Papşu