Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yeni bir Cumhuriyet kuran Türk insanı ile birlikte Adığelerin yaralarını sarmaya başladığı 1935’li yılların başlarında Hağuc Aslan, Erbaa civarında at biniciliği, kişiliği ve yüksek karakteri ile ünlenmeye başlamıştı. Adının onurla anılmasını en büyük servet sayan bu mert Adığe delikanlısının ünü her geçen gün bölgede çığ gibi büyüyor, il sınırlarını aşıyordu. O günlerde Adığeler yakın tarihlerinde yaşadıkları sürgün/soykırım yetmezmiş gibi ardı arkası kesilmeyen savaşlardan sonra sağ kalanlarla bin bir zorluklar içinde çoğalmaya, ev bark kurmaya, tarla ekip biçmeye, yeni yeni toparlanmaya başlamışlardı. Onlar yeni vatanlarında yeşil bir çimen gibi nerde bir avuç toprak bulmuşlarsa orada yeşeriyorlardı. Geleneklerine son derece bağ-lı, ince yapılı, geniş omuzlu, gözleri cevahir Aslan, at yarışlarının aranan süvarisi olmuş, her taraftan davetler alıyordu. O zamanlar Adığe köylerinin hepsinde bayram ve düğünlerde post atma (şözetex) veya bayrak (de/dejıy) bırak yarışları yapılırdı. Aslan davet edildiği bütün yarışlara katılıyor, Uzunyayla'dan getirdiği muhteşem demirkır atı ile hiçbir yarışı kaybetmiyordu.
Aslan durmadan at koşturduğu o yaz Soğanlı köyünde (Samsun ili, Ladik ilçesine bağlı bir Abzeh köyü) bir düğüne davet edilmişti. O güne kadar Erbaa ve Tokat civarında gitmediği, at koşturmadığı Adığe köyü kalmamıştı, ancak kendi il sınırları dışındaki bu köye ilk defa gidecekti. Bu kadar uzak bir yerden davet edilmesi gururunu okşamış her yeni bir köye giderken hissettiği gibi yine heyecanlanmıştı. Kim bilir başına neler gelecek, kimlerle tanışacak, yarışı kazanabilecek miydi?
Düğün günü öğle sıcağından sonra Aslan, Nusret ve İbrahim üç arkadaş koşum takımlarını ve atlarını hazırlayarak Soğanlı köyüne doğru yola çıktılar. Bu üç arkadaştan Aslan ve İbrahim yarışlara süvari olarak katılıyor, Nusret ise eğer post atma yarışı yapılacak olursa ağaçtan atılacak olan postu diğer piyadelerden önce kaparak kendi süvarilerine veriyordu. Delikanlılar zaman zaman at oynatarak zaman zaman sohbet ederek, bazen şakalaşarak, bazen de şarkılar söyleyerek yol alıyorlardı. Nusret, bu köye daha önce geldiğinden köyü ve yolu biliyordu. Hatta bu köyde Fikriye adında da bir yavuklusu da (kaşeni) vardı. Fikriye'nin ve köyün kızlarının güzelliklerini, dans edişlerini durmadan anlatarak arkadaşlarını meraklan-dırıyordu.
Üç atlı akşam hava kararmak üzereyken Soğanlı köyünün girişine yetiştiklerinde atlarından indiler, içlerin-den İbrahim belindeki tabancayı çıkartarak düğün sahibi haneye geldiklerini haber vermek için havaya üç el ateş etti. Soğanlı köyünün coğrafik özellikleri aynı kendi köyleri Meydandüzü'ne (Tseytemrukohable) benziyordu. Köy Akdağ denilen bir dağın eteklerine kurulmuş, gür bir orman içinde, meyve ağaçları ile bezenmiş 50-60 hanelik şirin bir köydü. O zamanlar yabancı bir köye misafir olarak giden gençler, geldiklerini köy halkına duyurmak için köy girişinde üç el silah atarak haber verir, kendilerini karşılamaya gelecek olan düğün sahiplerini köy girişinde beklerdi. Aslan ve arkadaşları köyden kendilerini karşılamaya gelecek olan heyet gelmeden önce kılık kıyafetlerini ve atların koşum takımlarını düzelttiler. Biraz sonra da pşıne çalarak kendilerine doğru gelen 8-10 kişilik bir genç grubu göründü uzaktan. Köyün gençleri yanlarına geldiklerinde pşıne çalmayı keserek kendilerini tanıtıp misafirlerine "Hoş geldiniz, ne büyük bir onur bizim için, buyurun thamatelerimiz sabırsızlıkla sizi bekliyorlar." deyip tek tek tokalaşıp kucaklaştılar. Karşılama faslı bittikten sonra hep beraber düğün evine doğru gitmeye başladılar. Kendilerini karşılamaya gelen yaşça küçük iki pşerıha (yaver-yardımcı) misafirlerinin atlarını grubun arkasından yaya olarak getiriyor, gençler hep beraber pşına-vonun büyük bir coşku ile çaldığı eski bir Adığe şarkısı eşliğinde daracık sokaklardan geçerken ahşap evlerin pencerelerinden meraklı gözler, gelen misafirleri tepeden tırnağa süzüyordu. Meraklı bakışlar arasında düğün evinin önüne geldiklerinde bir thamate grubu kendilerini karşıladı. İçlerinden en yaşlı olanı "Fesapş" (bu kelime her türlü selam ve saygıyı kapsar) dedikten sonra "şöblağe şuzepeşa" (Buyurun, nasılsınız) dedi. Aslan "Thaşöğepsov Tithamateher, zepeşoş'ü" (Sağolun değerli büyüklerimiz, mesut/bahtiyar olunuz) dedikten sonra nereden geldiklerini belirterek kendisini ve arkadaşlarını sülale adları ile birlikte isimlerini söyleyip tek tek tanıttı. Thamate "Çelesket'lerin bu mutlu gününe iştirak etmekle bizi ne kadar memnun ettiğinizi bilemezsiniz, Allah sizden ve bütün Adığelerden razı olsun." dedi ve gençlere oturmaları için elle işaret etti. Ancak delikanlılar Thamatelerin yanında oturmayı uygun bulmadıkları için ayakta beklemeyi tercih ettiler. Yaşlı Thamate gençlerin neden oturmadıklarını anladı, uzun yoldan geldikleri için yorgun olabileceklerini düşünerek daha fazla yormak da istemedi. Bu yüzden bir an önce dinlenmeye çekilmelerini sağlamak için köyün gençlerinde bir pşerıha çağırarak misafirleri konak olarak kalacakları L'es'erko Kerim'lerin evine götürmelerini söyledi. O zamanlar köye gelen yabancı misafirler düğün sahibi hanenin evinin önünde daha önceden seçilmiş düğün idareciler denen bir Thamate grubu tarafından karşılanır, bu heyet tarafından düğüne gelen misafirler köydeki hanelere düğün bitene kadar misafir edilmek üzere konak olarak verilirdi. İstisnasız köydeki bütün ailelere misafir verilirdi. Adığe habzesine göre düğün sahipleri ile aralarında kan dava-sı veya çeşitli nedenlerle husumet bulunan aileler dahi kendilerine verilen misafirleri büyük bir onurla düğün bitene kadar misafir ederlerdi. Bu yüzden köyde düğün olduğunda o köyün ahalisi günler önceden gerekli bütün hazırlıkları yapardı. Bazen düğüne iştirak eden misafir sayısının çok fazla, köydeki hane sayısının da yeterli olmaması durumunda aynı aileye iki veya üç grup misafir verildiği olurdu. Böyle durumlarda da ev sahipleri misafirlerini rahat ettirmek için evin bütün odalarını misafirlere tahsis eder kendileri de samanlıklar da yatardı.
Gençleri evin reisi L'es'erko Kerim avlu girişinde karşılayıp kısa bir hoş geldiniz seremonisinden sonra mi-safir odasına aldı. Misafirlere yol gösteren pşerıha'da atları ahıra götürdü. Hane reisi misafirlerinin hal hatırlarını, yolculuklarının nasıl geçtiği sordu. Gençler de kendilerini tek tek tanıtarak ev sahiplerinin halini hatırını sorarak teşekkür ettiler. L'es'erko Kerim yaşça kendisinden çok küçük olan bu delikanlıların yanında sıkılabileceklerini düşünerek sohbeti fazla uzatmadı, gençler rahat etsinler diye müsaade alarak odadan çıktı. Artık misafirleri düğün bitene kadar evin gençleri ağırlayacak ve her türlü ihtiyaçları ile onlar ilgilenecekti. Hane reisi odadan çıktıktan sonra içeriye güzeller güzeli bir genç kız girdi. Kız önce kendisini tanıttı, ismi Nefiset'ti. Nefiset ince uzunca boyuyla kar beyazı teniyle iki elin baş ve parmak uçları ile kavranacak kadar ince beliyle, uçları beline kadar uzanan siyah saçlarıyla, parıl parıl parlayan zeytin karası gözleriyle tam bir masal prensesi gibiydi. Yaratıcı bahşettiği hiçbir güzelliği esirgemeden hepsini bu dağlı kızına vermişti sanki. Delikanlılar tek tek kendilerini tanıtırken gözlerinin içi gülen bu muhteşem güzellikle Aslan göz göze geldiği o anda kaderlerinin bir yazıldığını bilmiyordu. Genç kız misafirlerini sanki 40 yıldır tanıyormuş gibi gayet samimi bir şekilde davranıyor, inanılmaz derecede rahat hareketler sergiliyordu. Nefiset'in bu kadar samimi, rahat ve candan davranışı gençleri de rahatlatmış, onlarda aynı şekilde davranmaya başlamışlardı. Artık gençler her fırsatta genç kıza laf atıyor, o da bu tatlı sataşmalara gayet nazik bir şekilde esprili cevaplar veriyordu.
Nefiset bir ara dışarı çıkıp elinde ibrik, leğen ve havlu ile geri girdi odaya. Misafirlerine tek tek su tutarak ellerini yüzlerini yıkattı. Daha sonrada yemek için yere büyük bir yer sofrası kurmaya başladı. Sofrayı geleneksel yemekleri ile donatıp bütün hazırlıkları bitirdikten sonra gençleri sofraya davet etti. Üç delikanlı sofraya oturdu. Nefiset'te yemeğe oturan misafirlerinin bir ihtiyaçları olup olmadığını gözetlemek için birkaç adım geri çekilerek kapı eşiğinin önünde ayakta beklemeye başladı. Yer sofrasında oturan Aslan'ın sırtı Nefist'te dönük kalmıştı. Delikanlılar aç oldukları için büyük bir iştahla acele etmeden önce çorbalarını içmeye başladılar. Aslan iki kaşık çorba içtikten sonra üçüncü kaşığı tam ağzına alacakken kaşığın içindeki çorbada kocaman, simsiyah bir at sineği ölüsünün olduğunu gördü. O anda kaşıktaki ölü at sineğini arkadaşlarının görmesine dahi fırsat vermeden çok hızlı bir şekilde ne yapacağına karar verdi ve hiçbir şey yokmuş gibi sinekle birlikte kaşığı ağzına götürüp yedi. Sineği yemeyip çaktırmadan sofranın bir kenarına bıraksa dahi mutlaka genç kız onu sonradan görecek ve çok üzülecekti. O güne kadar birçok evde misafir kalmıştı, ancak Nefiset gibi Adığe habzesine göre eksiksiz misafir ağırlayan, bu kadar samimi ve candan davranan bir bısım (ev sahibi) görmemişti. Böyle asil bir kızın onurunu kırmaktansa bir değil bin tane at sineği yemeye razıydı. Aslan kendisinden ve İbrahim'den emindi ancak Nusret sineği fark ederse bir gevşeklik yapıp bir çuval inciri berbat edebilirdi. Bu yüzden arkadaşlarının da durumu fark etmemelerine sevindi. Aslan bu olaydan ömrünün sonuna kadar da kimseye bahsetmemişti. Fakat bu at sineğinin hikmetini ancak tam 58 sene sonra öğrenebilecekti.
Nefiset yemekten sonra misafirlerine çay ikramında bulunmuş gençler koyu bir sohbete dalmışlardı ki düğün sahiplerinin görevlendirdiği iki Thamate kendilerini ziyarete geldi. Thamateler gençlerin bir ihti-yaçlarının olup olmadığını sordular. Arkadaş grubu adına da Aslan, ev sahiplerinin kendilerini mükemmel bir şekilde ağırladığını bir ihtiyaçlarının olmadığını söyleyerek teşekkür etti. Thamatelerden birisi Erbaalı gençlerin at yarışlarında ne kadar maharetli olduklarını duyduklarını belirterek yarın bayrak yarışının gelin alma töreni tamamlandıktan sonra yapılacağını söyledi. Aslan Erbaalı gençlerin at yarışlarındaki maharetlerinin abartıldığını sadece her Adığe genci kadar kendilerinin de ata binebildiklerini belirtti. Thamateler, yarın yapılacak olan yarışa Samsun, Havza, Asarcık, Vezirköprü, Suluova, Amasya ve başka yerlerden birçok yarışçının geldiğini, özellikle ilçe jandarma karakol komutanı baş efendinin bu bölgede oldukça meşhur olan kır atını bir hafta önce köye getirdiğini ve her gün yarışın yapılacağı parkurda atına antrenman verdiğini, yarışın çok çetin geçeceğini düşündüklerini söylediler. Aslan, at yarışlarında geçilmeyen hiç kimsenin olmadığını, pek tabi ki kendilerinin de geçilebileceğini, önemli olanın kazasız belasız yarışın tamamlanması olduğunu söyledi. Thamateler kısa bir müddet misafirleri ile sohbet ettikten sonra yarınki yarışta gençlere başarılar dileyerek müsaade isteyip başka misafirleri ziyaret etmek üzere ayrıldılar.
Düğüne gelen misafirlerin konak evinde düğün sahibi adına bir Thamate heyeti tarafından ziyaret edilme-leri bir Adığe geleneğiydi. Bu Thamateler bir an önce köydeki bütün evleri tek tek gezerek gelen misafirleri ziyaret etmek zorundaydı, zira bu ziyaretler bitmeden düğüne başlanmazdı. Thamateler gittikten sonra yine gençler arasında tatlı bir sohbet başladı. Aslan, her fırsatı değerlendirip Nefiset'e durmadan laf atarak ona karşı duyduğu ilgiyi belli ediyordu. Nefiset'te Aslan'a gülerek cevaplar vererek hiç altta kalmıyordu. Vakit yatsı namazı vaktini çoktan geçmişti ki küçük bir çocuk gelip Nefiset'e düğünün başlamak üzere olduğu haberini getirdi. Nefiset, misafirlerini düğüne davet ettikten sonra gençlerin son hazırlıklarını yapmaları için bir ara odadan çıktı. Daha sonra Nefiset, Aslan, İbrahim ve Nusret hep birlikte düğünün yapılacağı meydana gittiler. Büyük bir meşe ormanındaki ağaçlar gibi gençler düğün meydanını doldurmuş, meydanın kenarlarındaki direklere asılmış yağ meşaleleri 40-50 metre uzaklıktaki bir insanın yüzünü rahatlıkla seçilebilecek şekilde etrafı aydınlatıyordu. Neredeyse çevre köylerdeki bütün kızlar düğüne gelmişti. Rengarenk işlenmiş uzun etekleriyle her biri diğerinden alımlı ve hünerli Adığe kızları sanki patika bir dağ yolunun kenarında açmış gelincik çiçekleri gibi sıralanıp yerlerini almışlardı. Delikanlılar da yerlerinde kınından fırlamaya hazır kama gibi sabırsızlıkla düğünün başlamasını bekliyorlardı. Meydanın ortasına orta yaşlarda bir adam gelerek sağ elindeki sopayı havaya kaldırıp parmak uçlarına kadar göğe uzanıp geri geri dönerek tam bir tur attı. Herkesin düğün için hazır olup olmadığını son kez kontrol ettikten sonra güzel bir h'ahh'o (açılış konuşması) yaptı. Konuşması bittikten sonra müzisyenlere işaret ederek düğünü başlattı. Bir anda müzisyenlerin çaldığı hareketli bir melodinin nağmeleri her tarafı kapladı. İlk olarak köyün ünlü bir Thamatesi açılış dansını yaptıktan sonra meydanı gençlere bıraktı. Düğün çok büyük bir coşkudur Adığe gençleri için. Hepsinin yüreği bir atmaya başlar, ilahi bir huzura ermişçesine dünyevi şeylerden bir anda sıyrılırlar, bambaşka heyecanlara ve güzelliklere yelken açarlardı mutluluk denizinde. Delikanlılar dans ederken bazen çok çevik ve sert figürler atar, bazen müziğin her ritminde yavaş yavaş özenle yere basar, başları dik, mağrur bakışları ile karşılarında sarhoş bir kar tanesi gibi süzülen kızları gözlerine ve gönüllerine hapsederlerdi. Asalet ve nezaketin her türlü erdemini bakışları, mimikleri, hareketleri ve dansları ile sergileyen, gelmiş geçmiş bütün tanrıçaları kıskandıracak güzellikteki Adığe kızlarının yürekleri beğendikleri delikanlıların omzuna bir kır kelebeği sessizliğinde teker teker konardı o meydanlarda.
Düğün olanca çekiciliği ve coşkusu ile devam ederken Nusret kaşeni Fikriye ile dans edebilmek için Fikriye'nin sırasını kolluyor, kendisine sıra geldiğinde kaşeni ile denk gelebilmek için sırasını yanındaki arkadaşına veriyordu. Nusret böyle bir telaş içindeyken Hatiyako "Atı ile rüzgarlarla yarışan, yiğitliği ile yedi düvele nam salan, Erbaalı misafirimiz Hağuc Aslan, Yeblağe" diye haykırdı. Aslan birkaç adım öne çıkarak meydana dikildi. Kızların Hatiyakosu Fadime köylerinin en ünlü kızı Nefiset'i ellerinden tutarak Aslan'ın karşısına getirmeye başladı. Hatiyakonun "Yevv Pşınavo" narasıyla müthiş bir Has'ıwa melodisi yeri göğü doldurdu. Delikanlı kendisine doğru getirilmekte olan Nefiset'i karşıladı. Aslan gerildi, parmak uçlarına yükseldi, başını oyun arkadaşına doğru kaldırdı, yumruklarını sıktı, sol kolunu arkasına kıvırdı, sağ kolunu Nefiset'in üzerine doğru uzattı ve vücudunu hiç kımıldatmadan yavaş yavaş partnerine yol göstererek dansı başlattı. Kartal kanatlı Aslan meydanda fırtına gibi esiyor, zaman zaman ayaklarını mekik gibi hareket ettiriyor, bazen Nefiset'in yanına uçarak kayıyor, bazen uzaklaşıyor, bazen yanına yaklaşıp onunla birlikte meydanı tur atıyordu. Ulu bir çınarın zirvesinden kopan kuru bir yaprak gibi Aslan'ın rüzgârına kapılan Nefiset süzülüp akıyordu meydanda. Kendilerinden bile habersiz gönülleri birbirlerine akıp gitmiş bu iki taze yürek, sergiledikleri ritmik hareketlerine sevgilerinin de eşlik ettiğini bilmiyordu o gece. Bir grup delikanlı bu muhteşem dansa değuj'larla eşlik ediyor, diğer delikanlılar ise mısır patlatır gibi ardı ardına silahlarını ateşliyor, silah sesleri dağlarda yankılandıkça da müzisyenler kendilerini parçalıyordu. Nefiset, artık dansı bitirme vaktinin geldiğini ifade etmek için başını kaldırarak delikanlının gözünün içine baktı. Aslan bu bakıştan Nefiset'in ne demek istediğini anladı ve sağ kolunu havaya kaldırarak onu yerine doğru götürmeye başladı. Kızların bulunduğu yere yaklaştıklarında durakladılar, Aslan kendilerini karşılayan kızların Hatiyakosu Fadime'yi başıyla selamlayıp Nefiset'i ona teslim ettikten sonra geri geri çekilerek gençler arasındaki yerini aldı. Aslan ve Nefiset'in dansından sonra Hatiyako yine misafir olan başka bir delikanlıyı anons ederek düğün meydanına davet etti. Kızların Hatiyakosu da bu gencin karşısına Nusret'in kaşeni Fikriye'yi getirdi. İki genç büyük bir coşkuyla danslarına başladılar. Her ikisi de kimseden aşağı kalmayacak kadar mükemmel bir şekilde dans ediyordu. Nusret bütün gece uğraşmasına rağmen Fikriye ile dans etmeyi denk getirememişti bir türlü. Oysa Fikriye şimdi meydanda bir kuğu gibi süzülüyordu. Nusret kendisine daha fazla hakim olamadı ve aniden oyun meydanına attı kendini. Meydanda dans eden delikanlının omzuna dokunarak müsaade istedi. Delikanlı hiç ses çıkartmadan birkaç adım geri çekilerek pşınavoların yan tarafında duran Hatikako'nun yanına gitti, Hatiyako'nun kulağına bir şeyler söyledikten sonra sabırla dansın bitmesini bekledi. Aslan ve İbrahim birbir-lerine bakakaldılar, çünkü Nusret'in yaptığı bu hareket hiç uygun bir hareket değildi. Nusret'le Fikriye'nin dansı bitince Hatiyako o meşhur sopasını tekrar havaya kaldırdığında müzik sesi birden kesildi. Hatiyako gür bir sesle "Ey uğurlu topluluk biraz önce dans ederken dansı başka bir arkadaşımız tarafından yarıda kesilen misafirimiz Kızılsini Köyünden Barsbi Davut kendisine hakaret edildiğini ifade ederek bu hareketi yapan delikanlıdan davacı olduğunu söyledi." dedi. O anda Nusret utancından kıpkırmızı oldu ama olan olmuştu artık. Aynı şekilde Aslan ve İbrahim'in arkadaşlarının bu hareketinden dolayı oldukça mahçup oldukları her hallerinden belliydi. Hatiyako davacı olan delikanlı ile Nusret'i birkaç adım öne çıkarttı. Tam bu sırada meydana bakışları ile erdem ve terbiye saçan nur yüzlü yaşlı bir Thamate geldi. Adığe geleneğine göre her zaman bir Thamate düğün yapan gençleri uzaktan görülmeyecek bir yerden izler, gençler arasında bir olay vuku bulduğunda gelip müdahale ederdi. Uzaktan olayı baştan sona kadar görmüş olan bu Thanmate de gençler arasında herhangi bir kargaşa çıkmasını önlemek ve olayı çözmek için gelmişti meydana. Thamatenin gelişiyle mahşeri kalabalıktan gelen uğultu sesleri bir anda kesildi. Tecrübeli Hatiyako Thamatenin meydana niye geldiğini anladı ve "Değerli büyüğümüz hoşgeldiniz, safa getirdiniz. Kızıl sinili misafirimizin bir maruzatı olacaktı size." dedi. Oldukça sakin görünüşlü ihtiyar davacı olan delikanlıya "Buyur delikanlı seni dinliyorum." dedi. Barsbi Davut "Değerli büyüğüm ben Kızılsini köyünden Barsbi'lerin oğluyum. İsmim Davut. Biraz önce bir kız arkadaşımla dans ederken bu arkadaşımız kendisini oyun meydanına atarak dansımı yarıda kesti. Ben bir Adığe delikanlısı olarak hakarete uğradığımı düşünüyorum. Bana bu hareketi yapan delikanlı hakkında gerekenin yapılmasını talep ediyorum. Hüküm sizindir Thamate." dedi. İhtiyar Barsbi Davut'un yanında rengi solmuş şekilde duran Nusret'e "Senin bu olay hakkında söylemek istediğin bir şey var mı delikanlı." diye sordu. Nusret kendisini tanıttıktan sonra yaptığı hatanın bilinciyle "Söyleyecek hiçbir şeyim yok değerli büyüğümüz, arkadaşımızın her söylediği doğrudur. Hüküm sizindir Thamate." dedi. İhtiyar bir müddet sessiz kaldı. Ara sıra sakalını okşuyor, sürekli yere bakıyordu. Sonra yavaş yavaş başını kaldırdı "Sevgili gençler bu gece burada olanları bende gördüm. Öncelikle davacı olan delikanlıya herhangi bir kargaşaya mahal vermediği ve tam bir Adığe gibi davrandığı için huzurunuzda teşekkür ederim. Belikli Kızılsinili delikanlı çok güzel bir Adığe eğitimi almış, ona bu eğitimi verenlerden Allah razı olsun. Benim diğer misafir delikanlının da iyi bir Adığe eğitimi aldığına şüphem yok, onun gençliğin verdiği enerjisine hakim olamadığı için böyle davrandığını düşünüyorum. Tabi ki her hatanın Adığe geleneğine göre bir hükmü var, bu hükmü ben değil asırlar önce Adığe habzesi vermiştir. Bize düşen ise bu hükmü açıklamak ve uygulamaktır. Adığe habzesine göre bu suçun cezası bu hatayı yapan delikanlının bundan böyle düğünlere girmesinin yasaklanmasıdır." dedi. Herkes bu ağır hüküm karşısında şok olmuştu. Kızların arasında duran Nefiset meydanda duran iki delikanlının yanına gelerek "Değerli büyüğümüz, müsaade ederseniz benim de bir maruzatım olacak." dedi. İhtiyar Nefiset'i tanıyordu, ne söyleyeceğini de merak ediyordu. "Buyur kızım seni dinliyorum" deyince Nefiset: "Değerli büyüğümüz bu delikanlı ve arkadaşları benim misafirlerimdir. Şüphesiz siz daha iyi bilirsiniz ama benim bildiğim kadarıyla bir misafirin bütün sorumluluğu ev sahibine aittir. Bu yüzden bu arkadaşımızın yaptığı hatayı ben yapmış sayıyorum. Verdiğiniz cezayı misafirime değil bana vermenizi rica ediyorum." dedi. Nefiset'i dinleyen ihtiyar o anda köylerinde böyle mert bir Adığe kızı yetiştiği için gurur duymuştu. Aslan şok üstüne şok yaşıyor, ihtiyarın cevabını herkesten çok merak ediyordu. İhtiyar "Sevgili gençler Nefiset kızımız doğru söylüyor, habzemize göre bir misafirin bütün sorumluluğu ev sahibine aittir. Bu yüzden misafir delikanlının cezasını Nefiset'in çekmesi gerekir. Bundan böyle Nefiset'in Adığe düğünlerine girmesini yasaklıyorum. Ancak misafirin cezası ev sahibine aktarıldığında yine habzemize göre cezanın daha da ağırlaştırılması gerekir. Bu nedenle ilave olarak burada bulunan bütün herkese de bir ziyafet vermesi gerekiyor. Yarın öğle vaktinde hüküm infaz edilecektir." dedi. Meydanda bulunan herkes gibi ihtiyar da verdiği hüküm karşısında üzgündü ama elden bir şey gelmesi mümkün değildi. Çünkü Adığe habzesine göre böyle olması gerekiyordu. İhtiyarın verdiği hükme karşılık Nefiset "Değerli büyüğüm verdiğiniz hükmün başımın üstünde yeri var. Şimdi bana müsade ederseniz gerekli hazırlıkları yapmak üzere huzurunuzdan çekilmek istiyorum." dedi ve düğün meydandan ayrıldı. Giderken de bir çocuğa misafirlerine refakat etmesini rica etti. İhtiyar tekrar topluluğa hitaben "Sevgili gençler Nefiset kızımız yarın öğle vakti burada hepinize ziyafet verecek, habzemize göre bu olaya şahit olan burada bulunan sizler her ne olursa olsun mutlaka yarın bu ziyafete eksiksiz katılmalısınız. Şimdi buyurun düğüne kaldığınız yerden devam edin." dedi ve yavaş yavaş meydanı terk edip karanlığa karışarak gözlerden kayboldu.
Hatiyako düğünü tekrar başlatmıştı ama kimsenin tadı tuzu kalmamıştı. Birkaç çift dans ettikten sonra vakitte epey ilerlediği için Hatiyako düğünü bitirdi. Gençler yavaş yavaş dağılmaya başladılar. Aslan, İbrahim ve Nusret'in yanına 14 yaşlarında bir çocuk gelerek kendisini Nefiset'in gitmeden önce misafirleri için refakatçi olarak görevlendirdiğini söyledi. Refakatçi çocukla birlikte üç arkadaş L'es'erko'ların evine geldiler. Odalarına girdiklerinde yataklarının hazırlandığını gördüler. Nefiset ortalıkta görünmüyordu. Gençlerde kapılarını kapatıp lambayı söndürdükten sonra yataklarına girdiler. Üçünün de ağzını bıçak açmıyordu, hepsi-nin düşüncesinde düğünde yaşanan o tatsız olay vardı. Aslan yastığa başını koyduğunda gözüne uyku girmiyordu. Nusret'in yaptığı hata her şeyi berbat etmişti. Adığeler "Gören olmuşsa duyanı arama, herkes duymuştur" (Zıl'egure şşı'eme, zexezıxığem wul'ımuh) dedikleri gibi bu olay anıldıkça Erbaalı gençler diye hatırlanacaktı. Aslan, yaşamı boyunca Adığe habzesini ilke edinmiş bir delikanlıydı. Yatakta durmadan sağdan sola, soldan sağa tekrar tekrar dönüp duruyordu. Misafir geldikleri bu yabancı diyarda böyle kötü bir hadise ile anılmak çok zoruna gidiyordu. İbrahim ve Nusret'te aynı düşünceler içerisinde uzun bir süre uyuyamadılar. Aslan yattığı yerden karanlık odanın penceresine doğru gözlerini dikti. Nefiset'in düğün meydanındaki mertçe davranışı aklına geldikçe çorba kaşığındaki at sineğini yemekle ne kadar isabetli bir karar verdiğini düşünüyordu. Onun gibi asil ve mert bir Adığe kızını insan ömrü boyunca arasa bulamazdı. Onun bu büyük jestinin altında kalmamaları gerekiyordu. "Ömrün akşamı lambasını da yanında getirir" (Ğaş'em yip'şıha, yiwo-stığe kıdehxa) dedikleri gibi bu kötü durumdan kurtulmak için sonunda aklına güzel bir fikir geldi. Yarın yapı-lacak olan bayrak yarışını ne pahasına olursa olsun ya kendisinin ya da İbrahim'in kazanması şarttı. Eğer yarışı kazanabilirlerse kazandıkları bayrağı kendi köylerine götürmeyecek, Nefisetlerin avlusuna asacaklardı. O zamanlar yapılan bayrak yarışlarında bayrağı kazanan yarışçı, bayrağı kendi köyüne götürür, şerefle köy konağının avlusuna asar köylülerini bu şekilde onurlandırırlardı. Köylerinin konağında o bayrak asılı durdukça o köyün ahalisi gençleri ile gurur duyar, delikanlılarının marifetlerini böbürlene böbürlene herkese anlatırlardı. Aslan, kazandıkları yarış ile birileri onure olacaksa, bu misafirleri için her türlü fedakarlığı yapan Nefiset ve ailesi olmalı diye düşündü. Bu fikirden sonra biraz içi rahatladı, sabah erken kalkacakları için kendisini uyumaya zorladı. Aslan ve arkadaşları saat sekiz civarında kalktılar. Yataktan çıktıklarında üç delikanlının da bütün elbiselerinin tertemiz yıkanıp, ütülendikten sonra baş uçlarına güzelce katlanarak konulduğunu gördüler. Aslan, arkadaşlarına "Khabzenin kitabını Nefiset yazdı heralde" dedi. Nusret Aslan'ın bu sözünden alındı, yüzü birden kızardı. Nusret'in bu halini görünce Aslan söylediğine pişman oldu, aklından arkadaşının ayıbını yüzüne vurmak asla geçmemişti ama belki de zamanlaması yanlıştı.
Nefiset misafirlerine kahvaltılarını yaptırdı. Kahvaltıdan sonra delikanlılar dışarı çıktılar, hava çok güzel bir yaz sabahıydı. Büyük bir kalabalık göründü ileriki sokakta. Bu kalabalık gelini teşe1 evinden Leğune'neye(2) götürüyordu. Aslan ve arkadaşları gelin alma törenine katılmadılar. Nefiset'te akşamki olaydan sonra kendisine verilen ziyafet hazırlıkları için birkaç kız arkadaşı ile koşuşturup duruyordu. Nefiset düğünde olanları gece annesine anlatmıştı. Nefiset'in annesi de kızlarının başına geleni kocası L'es'erko Kerim'e anlatınca "Allaha şükürler olsun kuko, kızımız tam bir Adığe kızı gibi davranarak bizi onurlandırdı, Allah bahtını açık etsin. Hemen ahırdaki öküzün birisini keselim de mahçup olmasın güzel kızım" diyerek ahırındaki iki öküzünden birisini ziyafet için kesti. O zamanlar bir çift öküz köyde yaşayan bir ailenin eli ayağı, her şeyi idi. Onlarla bütün yüklerini taşıyor ve tarlalarını sürüyorlardı. Ama L'es'erko Kerim hiç düşünmeden o gece bir öküzünü kızının onuru için feda etti.
Köyde gelin alma töreni bitmişti. Vakit öğleye yaklaşıyordu. Akşamki tatsız olaya şahit olan, olmayan her-kes Nefiset'in vereceği ziyafet için meydanda toplandılar. Thamate meydanda toplanan kalabalığın yanına gelmeden önce ziyafet için gerekli hazırlıkların yapılıp yapılamadığını kontrol etti. Nefiset ve birkaç arkadaşı olağan üstü bir gayretle köy konağının arkasındaki bahçede bir orduyu doyuracak kadar sofralar kurmuşlardı. Sofralarda da hiçbir eksik yoktu. Thamate meydandaki topluluğa doğru gitti. Meydanda akşamkinden çok daha kalabalık bir topluluk vardı. Thamate davacı olan Kızılsinili Barsbi Davut ve Nefiset'i karşısına aldı. İki genç ihtiyarın 5-6 adım karşına dikildiler. Thamate "Ey uğurlu topluluk dün gece düğün esnasında bir gencimizin uygunsuz davranışına maruz kalan Kızıl sinili misafirimiz onurunun kırıldığını söyleyerek bana müracaat etmiş, ben de Adığe khabzesine göre bu uygunsuz davranışta bulunan delikanlının ev sahibi olması sebebiyle Nefiset kızımıza bundan böyle Adığe düğünlere bir daha girmeme cezası ve düğüne iştirak eden herkese bir ziyafet verme cezası vermiştim. Sevgili gençler, bu ve buna benzer olaylar her zaman olmuştur. Allaha şükürler olsun ki delikanlılarımız da kızlarımız da Adığe khabzesine göre hareket ediyor bizim gibi yaşlıları onure ediyorlar. İnşallah Adığe khabzesi sizin gibi duyarlı gençlerimiz sayesinde kıyamete kadar yaşayacak. Nefiset kızımız üzerine düşeni fazlası ile yapmıştır, huzurunuzda ona teşekkür ediyorum. Birazdan hep beraber bu kızımızın hazırlamış olduğu yemekleri yiyeceğiz. Şimdi hepinizin yanında mağdur olan misafir delikanlıya soruyorum sizlerde şahit olun. Değerli misafirimiz bu köyde senin onurun kırılmıştır. Bizler ev sahibiyiz, senin memnuniyetin bizim için her şeyden çok önemli. Senin gönlünü almak, kırılan onurunu tamir etmek için habzemiz neyi emrediyorsa bildiğimiz kadarıyla yerine getirmeye çalıştık. Ancak bizim yaptığımızı yeterli görmüyorsan veya içinden kalan bir arzun var ise lütfen söyle." dedi. Meydanda gerilmiş yay gibi duran Barsbi Davut "Değerli büyüğümüz sizlerin vermiş olduğu hüküm üzerine konuşmak asla bize düşmez. Ancak benim herhangi bir dilekte bulunma hakkım var ise bütün kalbimle bir isteğim olacak. O da Nefiset arkadaşımıza verdiğiniz düğünlere girmeme cezasının kaldırılmasıdır." dedi. Meydanda bulunan herkes delikanlının bu isteğini duyunca çok sevindi. İhtiyar Thamate "Evladım senin isteğinin başımızın üstünde yeri var. Zaten bu cezanın kaldırılması ancak senin rızan ve isteğinle mümkündür. Şu andan itibaren herkes duysun ve şahit olsun ki L'es'erko'ların güzel kızı Nefiset'e verilen düğünlere girmeme cezası kaldırılmıştır." dediğinde başta Aslan olmak üzere herkes derin bir nefes aldı. Hep birlikte köy konağının arkasındaki meyve bahçesine gittiler, ağaçların altına kurulmuş onlarca sofranın başına gruplar halinde oturup Nefiset ve arkadaşlarının hazırladığı yemekleri afiyetle yediler. Karınlarını doyan topluluk sohbete başlamıştı ki at yarışının başlayacağı haberi geldi. Bu haber üzerine Aslan ve arkadaşları gibi yarışa katılacak, delikanlılar gerekli hazırlıkları yapmak üzere hemen bahçeden ayrıldılar.
Aslan ve arkadaşları Nefiset'lerin avlusuna geldiklerinde çoktan ev sahibi L'es'erko Kerim atları dışarı al-mış ve hazırlamıştı. Geldiklerinden beri o ana kadar atlarını ilk defa görüyorlardı. Adığe habzesine göre misafirlerin atlarının bakımı tamamen ev sahibine aitti. Misafirlerin de atlarını ahıra girip kontrol etmesi çok ayıptı. Ev sahibi atlara büyük bir titizlikle bakmış, yemlerini, sularını eksik etmemiş, biraz önce de tımarlarını yaparak atları hazır etmişti. Misafir gençler ev sahiplerine teşekkür ederek atlarına binip yarışın yapılacağı alana doğru gittiler. Yarış bayrak yarışı olduğu için Aslan ve İbrahim katılacaktı. Nusret'in bayrak yarışında herhangi bir görevi yoktu.
Bayrak yarışları yaklaşık 5 kilometrelik bir mesafede sürat yarışı şeklinde yapılırdı. Genellikle yarışın bitiş yeri köy meydanı olarak belirlenir bu meydana bir direk dikilir ve bayrak bu direğe asılırdı. Süvariler atlarını o direğe kadar koşturur, bayrağı direkten alan ilk yarışmacı yarışı kazanmış sayılırdı. Yarış alanı mahşeri bir insan topluluğu ile doluydu. Süvariler atlarını hafif tırısa kaldırarak ısıtıyorlar, ihtiyarlar gözlerine kestirdikleri atları "bu kazanır, şu kazanır" diye birbirlerine gösteriyorlardı. Aslan'ın at üstünde duruşunu ve demirkır atını görenler nazar değmesin diye "hay maşallah" demekten kendilerini alamıyorlardı. Herkes ünü her tarafa yayılmış bu atlının nasıl bir yarış çıkaracağını merak ediyor ve heyecanla yarışın başlamasını bekliyordu. İlçe jandarma kumandanı baş efendinin atı da gerçekten yabana atılacak bir at değildi. Sadece o değil etrafta birçok bakımlı ve göz kamaştıran güzel at vardı. Aslan'ın ilk defa geldiği bu diyarın süvarilerinin ne yeteneği ne de atlarının performansı hakkında hiçbir fikri yoktu.
Kırk kadar birbirinden ünlü süvari ve görkemli at, bir rehber eşliğinde başlama noktasına doğru gitmeye başladılar. Rehber atlı en önde yarış parkurunu atlılara gösterip tanıtıyor, diğer atlılar da rahvan bir vaziyette arkasından gidiyordu. Aslan, İbrahim'in atına yaklaşarak "İbrahim sakın içime korku düştü sanma. Bu yarışı ne pahasına olursa olsun ya sen ya da ben kazanmak zorundayız. Yarış bu ne olacağı belli olmaz, belki atım tökezler devrilir veya hiç hesapta olmayan bir aksilik olur. Kısmet olurda yarışı ikimizden biri kazanırsa bayrağı ev sahiplerimizin avlusuna asacağız. Gece düğünde başımıza gelen tatsız olayın belki olumsuz izini böyle silebiliriz." dedi. İbrahim'de bütün gece başlarına gelen olayı düşünüp bir çare aramıştı ama arkadaşının bu düşüncesi hiç aklına gelmemişti. "Aslan sen hiç merak etme, gerekirse atımı çatlatırım. Elimden geleni yapacağıma hiçbir şüphen olmasın. İnşallah dediğin gibi olur." dedi.
Süvariler yarış başlama noktasında dizildiklerinde Aslan, demirkır atının başını sevgiyle okşadı. Rehber atlı, yarışacak atlıların hepsinin hazır olduğunu kontrol ettikten sonra havaya bir el ateş ederek yarışı başlattı. Aslan, silah sesini duyar duymaz "Bismillahirrahmanirrahim, haydi can yoldaşım göster kendini." dedi, sol elin-deki dizginleri saldı, sağ elindeki kamçısını havada atına gösterip başla komutunu verdi. Demirkır namluya sürülmüş merminin ezvesine silahın iğnesinin değdiği anda ileri doğru atılması gibi fırladı yerinden. Yarış başladığı anda en öne düştü. Mübarek hayvan binicisinin derdini anlamış gibi sanki kanat takmıştı. Tarla sınırlarından, çalıların üzerinden sıçradığında 8-10 metre havada uçuyordu. At bu bilmez mi, hissetmez mi hiç üzerindeki süvarinin düşüncesini? Üstelik üzerindeki süvari bir Adığe delikanlısı ise ahde vefada nasıl ihanet edebilirdi. Adığeler ona kardeş anlamına gelen ŞI demişlerdi. Dünyada hangi millet ona candan öte kardeşinin ismini vermişti. Onlar değil miydi "Atsız bir Adığe, kanatsız bir kuşa benzer" diyenler. Adığelerin tercihi genellikle demirkır cinsi at olmuştur. Bununla ilgili çok eski bir efsane vardır. Bir gün kurt sürüsü çok tecrübeli yaşlı bir kurdun önderliğinde, at çobanlarının yokluğundan yararlanarak ovada otlayan yılkı sürüsüne saldırmış ve birkaç tayı yaralamış. Kurtlar kaçarken içlerinden biri yaşlı kurda, çobanının atla onları kovaladığını söylemiş. Yaşlı kurt atın cinsini sormuş. Yağız olduğunu öğrenince "Hemen sürülmüş bir tarlaya girin" demiş. Kurtlar sürülmüş tarlaya girip koşmaya başlamışlar ve yağız at onlara yetişememiş. İkinci defasında yaşlı kurda çobanın onları doru bir atla kovaladığını söylemişler. Kurt bütün sürüye kesilmiş ağaç kütüklerinin veya kaya parçalarının bulunduğu bir yerde koşmalarını tavsiye etmiş. Orada koşmaya başlamışlar ve yine kovalayanın elinden kurtulmuşlar. Üçüncü kez çoban koyu kır bir atla kurtların peşine düşmüş. İhtiyar kurt, kurt sürüsüne güneşe karşı koşmalarını söylemiş ve yine çobanın elinden kurtulmuşlar. Dördüncü kez kaçarlarken bu kez çobanın demirkır atla peşlerinde olduğunu öğrenince yaşlı kurt telaşla, "Kürk pazarında buluşuruz, kurtarabilen canını kurtarsın." demiş.
Atlılar yarış parkurunun ortalarında geldiklerinde hala Aslan 30-40 metre en önde dörtnala koşturuyor-du atını. Aslan, genellikle yarışı ortalarda takip eder, son dört yüz metrede atını siprinte kaldırırdı ama bu gün çok farklı bir stilde yarışıyordu. Köy meydanından yarışı izleyen seyirciler tozu dumana katıp gelen atlılara büyük bir coşku ile tezahüratlar yapıyor, kendini tutamayanlar avazı çıktığı kadar naralar atıyordu. Gençlikleri at sırtında geçmiş yaşlılar; yarışın başından beri en önde olan Erbaalı atlının diğer Erbaalı atlıya fedai olarak koştuğunu düşünüyor, "birazdan en öndeki at kesilir, yarışın sonlarına doğru diğer Erbaalı atını siprinte kaldırır, bu bir yarış taktiği" diye yorumlar yapıyorlardı. Yarış son sürat devam ediyordu. Varış noktasında bir kilometre kala Aslan arkasında baktı. Hala 20-30 metre kadar öndeydi. Herkesin düşündüğünün tersine son bin metrede atını daha da hızlandırdı. Demirkır binicisinin her komutuna şevkle itaat ediyor her adımda arkadaki grupla arasını daha fazla açıyordu. Seyirciler şaşırıp kalmıştı, bu nasıl bir attı böyle, herkes şimdi yorulup arkalara düşecek sanırken o hızını daha da arttırıyordu. Aslan varışa son 100-150 metre kala tekrar arkasında baktığında yaklaşık 200 metre arayı açtığını görünce derin bir nefes aldı, artık köy meydanındaki direkte asılı olan bayrağı kapması an meselesiydi. Alkışlar, narlar, bağırış, çağırışlar arasında köy meydanına yıldırım gibi daldı ve direkte asılı olan bayrağı sağ eliyle kaptı. Yaşlı kurtların düşüncesi de doğru çıktı İbrahim yarışın sonlarında atını siprinte kaldırdı, önündeki atlıları teker teker geçerek Aslanın arkasından ikinci oldu. Kızılsinili Barsbi Davut'ta son bir gayretle baş efendinin kıratını geçerek üçüncü olmayı başardı. Aslan, İbrahim'in de yarışı bitirmesiyle atını ona doğru sürüp elindeki bayrağı uzattı. İki atlı bayrağı birlikte tutup havaya kaldırdı, meydanda kısa bir şeref turu attıktan sonra herkesin şaşkın bakışları arasında kazandıkları bu değerli bayrağı götürüp L'es'erko Kerim'in avlusuna astı. Adığelerin "Güzel övgü kuştan bile hızlıdır." (Şıt'xu daxer bızıwun naha pısınç) dedikleri gibi şimdi herkes Erbaalı bu yiğit delikanlıların başarısını ve L'es'erko Kerim'e yaptıkları jesti konuşuyordu.
Aslan ve arkadaşları yarıştan sonra akşama doğru ev sahipleriyle vedalaştıktan sonra düğün sahiplerine uğrayıp düğünlerinin hayırlı olmasını dileyerek köyden ayrıldılar. Kendi köylerine vardıklarında gece yarısı olmuştu. Ertesi gün Aslan'ın amcası Hajuc Yahya köy konağında bayrağı asılı görmeyince "Nihayet bizimkini de geçen bir atlı çıktı sonun da." dedi. Öğleye doğru yeğeni Aslan'ı yanına çağırttı. Aslan, amcasına yemek esnasında çorbadan çıkan at sineği hariç başlarına geleni anlattı. Hağuc Yahya yeğenine "Aferin size evlat, yapılabilecek en iyi şeyi yaptınız. Ev sahibiniz de gerçekten tam bir Adığeymiş. Bu olay bitti sanıyorsanız yanılıyorsunuz. O aile sizin için iki öküzünden birisini kesti, o kadar kalabalığa ziyafet verdi. Allah onlardan razı olsun. Ancak şimdi khabzemize göre size düşen o değerli insanların zararlarını tazmin etmektir. En kısa zamanda önünüze bir çift öküz katıp köyün bütün gençleri ile birlikte o köye gidip onların gönüllerini almalısınız." dedi. Aslan bunu hiç düşünmemişti. Yaşadıkça daha çok şeyler öğrenecekti. Habzenin bu tür mecburiyetleri vardı, Adığe olmak kolay değildi.
Ziyaret için Meydandüzlü gençler bir hafta önce Soğanlı köyüne haber saldılar. Önlerine bir çift öküz katıp köyün bütün delikanlıları genç kızları at arabalarına bindirip mızıkalar çalarak, şarkılar söyleyerek Soğanlı köyüne gönül almaya gittiler. Soğanlı köyü halkı misafirlerini köy girişinde karşıladılar, misafirlerine yine büyük bir ziyafet verdiler, gençler tanıştılar, kaynaştılar, doyasıya dans ettiler. Şölen havasında üç gün üç gece geçirdiler. Bu olaydan sonra iki köy halkı arasında sevgi köprüsü kuruldu. Birbirlerinden kız alıp, kız vererek ak-raba oldular. Aslan'a da Nefiset ile evlenmek kısmet oldu. Muhteşem bir düğün ile evlendiler. Çalıştılar, çabaladılar ev bark kurdular, bir kızları oldu. Aslan, zor yılar gücünü alıp götürene kadar at koşturdu. Gün gelip ikisi de iyice yaşlandı.
Bir gün yaşlı Nefiset hastalanıp yatağa düştü, uzun bir süre yattı. Aslan biricik karısına hastalık günlerinde gözü gibi baktı. Nefiset ahirete göçme vaktinin yaklaştığını hissedince zekaret yatağında kocası ile helalleşmek istedi. "Aslan benim vaktim tamam galiba, bunu hissediyorum. Sabaha çıkar mıyım bilmiyorum. Hakkını helal et" deyince Nefiset 58 yıllık mutlu ve huzurlu yaşamları boyunca ilk ve son defa kocasının gözlerinden gözyaşlarının süzüldüğünü gördü o gece. Aslan metin olmaya çalışıyordu ama bir türlü gözyaşlarına hükmedemiyordu. Karısının ellerini avuçlarının arasına aldı ve "Nefiset benim nasıl bir insan olduğumu biliyorsun. Evliliğimiz boyunca belki sana hislerimi açık bir şekilde ifade edemedim. Bilirsin Adığe'nin sevgisinde tezahürat yoktur. (Adığem yiş'ül'eğu şıtx xelep) Evinizde ilk defa gözlerim gözlerine değdiği andan itibaren seni canımdan çok sevdim. Bilerek hiç hatırını yıkmak istemedim. Bilmeyerek seni üzmüşsem sen de hakkını helal et. Benim bütün hakkım sana helaldir." dedi. Nefiset ilk bakıştıkları günkü gibi kocasının gözlerinin içine bakarak "Aslan ben senin ne kadar iyi bir insan olduğunu bize ilk geldiğinde sofraya koyduğum çorbanın içindeki o at sineği yediğinde anlamıştım. O andan itibaren seni kendime eş olarak seçmiştim, Allah'ta bu mutluluğu bana nasip etti. Ben senden bütün kalbimle razıyım, Allah'ta senden razı olsun. Yüce Rabbim bize Ruz-i Mahşerde Peygamber Efendimizin sancağı altında buluşmayı nasip etsin inşallah." dedi. Nefiset o gecenin sabahında ruhunu teslim etti.
Aslan 58 yıllık evlilikleri boyunca bu olaydan karısı dahil hiç kimseye söz etmemişti. Ta ki Nefiset zekaret halindeyken bu konuyu açıncaya kadar. O at sineğinin çorba tasına tesadüfen düştüğünü sanmıştı. Ancak Nefiset öldükten sonra sevdiği kadının o at sineğini kendisini denemek için bilerek çorba tabağına attığını ve o at sineği sayesinde onun gönlünü kazdığını anlayabildi. O zamanlar pek tabi ki Nefiset'te Aslan'ın ününü duymuştu, ilk gördüğü anda da ona kanı ısınmıştı, üstelik çok da yakışıklı bir delikanlıydı. Nefiset gibi Adığe habzesi ruhuna işlemiş bir kız için eş olarak seçeceği adamdaki bu güzel meziyetler yeterli değildi. Onun için her şeyden önemli olan onurlu ve asil bir Adığe olmasıydı. Eğer o gece Aslan o at sineğini yemeden sofranın bir kenarına bırakıp kendisini utandırsaydı onunla asla evlenmezdi!!!
NART Dergisi 83. Sayı
Çizimler: Faruk Kutlu
+''+nan+''+Yılmaz Dözmez