Fırtına

Yola çıkarken açıktı hava, kış güneşinin parlattığı gökyüzünde bir yumak bulut bile yoktu. Doğa, beyaz kar yorganının altında mışıl mışıl uyuyordu. Çıt bile yoktu çevrede. Ölümcül bir sessizlik, ürperiyordu Zübeyr. bu sessizlikten korkmuştu. Koskoca evrende bir kendisi bir de beyaz kar örtüsünü parlatarak göz bebeklerini acıtan kış güneşi... Adımlarını hızlandırarak, arkasına bakmadan yürüyordu. Buz tutmuş, kabuk bağlamış karın üzerinde gıcırdayan kendi ayak seslerinden başka ses yoktu. Giderek daha da hızlanıyor, yürüyor değil, koşuyordu sanki... Daha hızlı daha hızlı yol alması gerekiyordu. Komşu köye ulaşmaya çok yol vardı, akşam olmadan ulaşmalıydı...

+''+

Bu ıssız ve sonsuz beyazlığın içerisinde yolun sıkıntısını azaltmak için güzel şeyler düşünmek istemişti hep... Tek başına yaptığı yolculuklarında, hayal gücünü çalıştırır, tatlı düşünceler içerisinde yolun nasıl geçtiğini fark etmezdi. Şimdi de aynı yolu deniyordu, Köye ulaşıyor, Sıcak bir ocak başına buyur ediliyor, Sıcacık, buğular tüten bir çorba, Karbeyazı yumuşacık ekmek, sıcak çorbayı höpürdete höpürdete içiyordu. Bir taraftan da midesi guruldamaya başlamıştı. "-Aman.. Bu tür hayal kurma iyi gelmedi, başka şeyler düşünmeliyim," diye geçirdi içinden. Yemek bittikten sonra odaya girenler hoş geldin diyorlardı, oturulup çaylar içiliyor, daha sonra Zubeyr'i alıp Kaşeni'nin evine, oturup sohbet etmeye götürüyorlardı.

Bu tatlı hayaller dalıp giderken batı ufkunda yükselen bulutların güneş'i yutmaları ile ortalık kararmıştı. Zubeyr neden sonra farketti yaklaşan fırtınayı,

"-Aman Allah!.. Ne yaparım!.. Nereye sığınırım?" Arkadaşları bu karda kışta yola çıkmasını istememişlerdi... Ne var ki Zubeyr'in muhakkak Naşho'yu görmesi gerekiyordu, dayanamamıştı kızın özlemine de düşmüştü yollara.

"-Şu dereciği aşsam, tepenin, hemen tepenin arkasında köy görünüverecek." Görünmekle, yol tükenir mi Uzunyayla bozkırında?, hele bir de kış günü yayan yapıldak düşmüşsen yollara..

fırtına hızla yaklaşıyordu. Önce savrulan karlar, buz zerreleri gibi yüzünü kamçıladı. Arkasından tipi gittikçe arttı, kudurdu sanki, yeryüzüne inmiş milyarlarca kartenise toplanıp Zübeyr'in çevresinde bir hortum gibi dönmeye başlamıştı. Artık önünü arkasını sağını solunu göremiyordu. İlerisini seçemiyordu. Düşüyor, kalkıyor, emekleyerek sürünüyor, fırtınanın önünde top olmuş yuvarlanıyordu. Artık içgüdüsü ile seçtiği bir yolda ilerlemeye çalışıyordu. Derken ayaklarına ıslaklığın geçtiğini, kalın keçe sargıların altında bile parmaklarının uyuşmaya başladığını duyuyor, üşüyordu. Hem de ölürcesine üşüyordu. .Donuyordu. "Elveda yaşam, elveda yeryüzü, elveda anneciğim, ölüm bu mu?.. Bu ise tatlı bir uyuşukluktan başka bir şey değil diye düşündü. Kar yığınları giderek gözünde şekil değiştiriyordu. Kah beyaz yumuşacık bir yatak, kah sırma işlemeli kuş tüyü bir yastık, ooooohh.. Ne kadar da uykusu var. .. Uzanıp yatsa, rahatça sıcacık...

"-Oooohh donma belirtisi bunlar. Kendimi çekip alayım bu tehlikeli düşten diye düşündü." Silkinip biraz daha yürüdü. Artık bir adım ötesini bile göremiyordu. Tekrar düşlere dalıyor, gözünde bir serap biçimleniyor, Yahya Bey köyünde bir düğün var. Ooohh... ne tatlı çalıyor mızıka. Sırma giysiler içerisinde süzülerek oynuyor genç kızlar. Kızın başındaki sırmalar da ne kadar parlıyor, güneş gibi parlak buzullar gibi... Buzul mu? Titreyerek donmakta olduğunu tekrar algılıyordu. Aman Allah... sonra tek başına bozkırın ortasında bu katı gerçek Zübeyr'i kendisine getiriyor. Aklına bağırmak geliyor, haykırıyor avaz avaz. Bozkırın ortasında kim duyar ki tilkiden, çakaldan, kurttan gayrı. Onlar bile inlerinde korkudan, açlıktan titriyorlardır. Bir tabancası olduğunu anımsıyor. Silah sesi belki duyabilir bir, iki, üç derken tabancayı boşaltıyor. Artık göz kapaklarını açamıyor. Ooohh ne tatlı bir uyuşma, kendinden geçiyor.

Arada bir bağıran erkekler silah sesleri, köpek havlamaları. Bütün bunları parça parça hatırlıyordu Zübeyr... gözlerini sıcak bir odada, bir yatakta açıyor. Köşede alev alev yanan bir ocak. Yanı başında temizlenip ütülenmiş elbiseleri. Zübeyr şaşkın, Zübeyr sessiz. Derken dışarıdan sesler duyuyor. Bakınız delikanlı kendisine geldi mi? Bu ses? Evet, evet bir yerden tanıyorum bu sesi. Bir an yaşayıp yaşamadığını düşünüyor. Silkinip ayağa kalkıyor. Bedenini dinliyor. Deminki ses yeniden duyuluyor. Yıllar önce babasının öldürüldüğü gün duyduğu yaşam boyu unutamayacağı o ses. Babasını öldüren Zavur'un sesi. Fırlayıp arkasını duvara veriyor. Tabancasını alıyor eline. Ama ne? Fırtınada kurşunlarını tükettiğini anımsıyor hemen. Ne yapmalı. Eline bir şey almak için bakınıyor. Derken duvardaki asılı kamayı görüyor. Kapıp kendini savunmaya hazırlanıyor. Açılan kapının gıcırtısı ile yana sıçrıyor. Yaşlı Zavur yüzünde hiç düşmanca duygular taşımayan bir gülümsemeyle giriyor.

"-Ooohh genç konuğumuz kalkmış bile. Ne o? Koy o kamayı yerine. Geçti o günler. Babanda bende cahillik ettik. O olayı başlatarak bana bilerek zarar verdi. Bende hırsımı yenemeyerek o felaketi başıma getirdim. Çok pahalıya ödedim. Aynı hataya senin de düşmeni istemiyorum. Koy yerine hadi koy. Burada benim evimde üstelik yatağımda yatarken beni öldürecek misin? Hadi delilik etme bakalım.

Zübeyr yerinde donup kalmıştı. Babasını öldürenler kendi yaşamını kurtarmışlar. –Aman Allah'ım iki gündür nasıl da şanssızlıklara uğramaktayım. Bunlar beni kurtaracağına keşke ölseydim. Olayların karmaşasından kurtulamıyordu. Ne yapacaktı. Nasıl davranacaktı? Yazılı mıydı başına gelenler.

Kaşeninin köyüne giderken düşmanların eline düşmüştü. Ama canını kurtaranlar? Onlar düşman mıydı gerçekten? Artık her şeyi karıştırıyordu. Yüzünden, şakaklarından terler süzülüyordu. Gözleri karardı. Daha direnemeyerek duvarın dibine yığılıvermişti. Yaşlı Zavur kapıya doğru seslendi. İçeri giren iki genç ile birlikte onu yatağına taşıdılar.

"-Dehşete kapıldı körpe delikanlı. Hiç beklemediği bir zamanda beni karşısında gördü. Hayret beni tanıyamaz diye düşünmüştüm. Tahmin ettiğimden daha dikkatliymiş. Burada biriniz bekleyin. Kendisine gelince bana haber verin. Zavur odadan söylenerek çıkıp gitti. Zübeyr yeniden gözlerini açınca elindeki havlu ile terlerini silen yaşlı Zavur ile göz göze geldi. odayı düzenleyip ocağı harlandıran iki genç kız arka arka giderek çekildiler. Zavur delikanlının arkasını yastıklarla besledikten sonra yatağın ucuna ilişip konuşmaya başlamıştı:

"-Anladın mı çocuğum. Yok yere düşman olduk babanla. Hem ben düşman bile olamadım. Kendimi savunmak zorunda kaldım o yüzden şu anda dışarıdayım ya. Her neyse bütün olanlar dil götürüp getirenler yüzünden. Bundan böyle baba oğul seninle yazgımız böyle. Oğullarım seni ölümün ağzından kurtarıp bana getirdiler. Ben babanım, onlar da ağabeylerin artık" Zübeyr'i kucaklayıp alnından öptü içeri giren iki genci göstererek;

"-Hadi.. sarıl onlara da kucaklaşın bakıyım. Kardeşsiniz artık. Bir tür kan kardeşi oldunuz. Delikanlılar Zübeyr'i kucaklayıp öptüler. Zübeyr'in nereye giderken tipiye tutulduğunu duymayan kalmamıştı. Yaşlı Zavur köyün imamı ile muhtar ve birkaç yaşlıyı göndererek Naşho'yu babasından istedi. Kız babası kışta kıyamette delikanlıyı yollara düşüren bu temiz aşkı anlayışla karşılayıp peki dedi. Onlara söz verdi. Naşho artık Zübeyr'in nişanlısıydı. Birkaç gün sonra bir iki delikanlının eşliğinde kendi köyüne doğru yol alırken hala şaşkındı Zübeyr, bir taraftan mutluluk duyuyor, yıllardır beynini kemiren kini, intikam zehrini boşaltmış, bu ilkel düşünceden kurtulmuştu. Öte yandan Naşho'suna kavuşacaktı artık." Babacığım.. Mutluyum, mutluyum. Beni anladığını, duyduğunu biliyorum baba. Senin ölümün yıllar sonra benim mutluluğuma neden oldu"diyerek atını mahmuzladı, uçsuz bucaksız boşluğa doğru.

 

+'



'+Özdemir Özbay

Share