Genç At(lı)lar için Füg

ben,

Kabartay, Abaza...

ben,

Çılgın Çeçen...

ben,

yaşlı, yaralı

ben, ne oralı, ne buralı...

ben Diasporalı.

+''+

Ben aykırı, kırgın...

ben, çok yorgun

bir

atım.

Çetin Öner

"Yorgun bir At için Füg"

Yüzyıllar öncesindeki örneklerine sadık kalınarak hazırlanmış giysileri, kamaları, kalpakları kuşanmış, yerlerinde duramayan Kafkas atlarına binmişlerdi. 12 kişiydiler, 12 Çerkes kabilesini temsil ediyorlardı. Yanı başlarında, postmodern zamanların prenslerinden bir Prens vardı. Çerkes arkadaşlarıyla yıllardır bir yürek haline gelmiş olan Prens, bir yandan yokoluşa karşı durabilmek için diaspora Çerkeslerinin yalnız olmadıklarını bilmelerinin, birbirleriyle karşılaşmalarının ve anayurtlarıyla bağlar kurmalarının gerekliliğini hissediyordu. Diğer yandan, sorunların anlatılabilmesinin yolunun medyanın ilgisinden geçtiğinin, bunu da ancak kendisi gibi birinin sağlayabileceğinin farkındaydı. Büyük yolculuk için hazırlıklar tam bir yıl önce başladı. Kafkasya'dan getirilen atları kendilerine, kendilerini atlara alıştırdılar. Yine anayurtlardan gelen ustalara, atalarının giyip kuşandıklarının aynısı giysiler, kamalar ısmarlandı. Hazırlıklar tamamlandığında, 12 Çerkes genci ve heyecanını onlarınkine katıp, "Adığe Way Way" diye yola çıkma işareti veren bir Prens, okullarına, işlerine bir süre ara verdiler, kaşenleriyle, bütün sevenleriyle vedalaştılar, gençliklerinin deli rüzgarlarını arkalarına aldılar. Çerkeslerin kollektif belleklerine ağıtlarla işlenmiş olan göçün acı anısını, sembolik de olsa coşkulu bir geri dönüş sevincine çevirmek, büyük sürgün yolunu tersinden katetmek üzere atlarının yüzlerini anayurtlarına yönelttiler. 100 bin kadar Çerkes'in yaşadığı Ürdün'den yola çıktılar, 30.000 kadar Çerkes'in yaşadığı Suriye üzerinden, diasporadaki en kalabalık Çerkes nüfusu barındıran Türkiye'ye, sonra da kendi topraklarında nicedir azınlık durumuna düşürülmüş olan Adığeler'in başkenti Maykop'a ve Khabardeyler'in başkenti Nalçık'a doğru yola koyuldular. Yolculuklarının Türkiye bölümü, Reyhaniye'de başladı, Güney-Kuzey hattında Çerkeslerin başlıca yerleşim yerleri olan Osmaniye, Mehmetbeyli (Çerkesce adıyla Khojhable) köyü, Maraş, Pınarbaşı Karaboğaz (Çerkesce adıyla Aslanhable Köyü), Kayseri, Sivas, Şarkışla, Tokat, Turhal, Erbaa, Samsun'da her biri büyük bir şölene dönüşen coşkulu karşılamalar, hüzünlü yol edişlerle tamamlandı. Gittikleri her yerde Çerkes olsun olmasın herkesin çok büyük ilgisini gördüler. Prens'in ağzıyla mesajlarını tüm dünyaya ulaştırmaya çalıştılar: "Küreselleşme çağında, dünyanın hoşgörü ve barış için Çerkes kültürüne ihtiyacı var. Dünyada barışın korunması için Çerkes kültürünün örnek alınması gerekli, biz bu kültürü tanıtmak için buradayız" dediler. Hiç bir resmi sıfatları olmadığı, politika yapmayı amaçlamadıkları için, Ürdün ya da konuk oldukları ülkenin bayrağını değil, sadece gidip de şenliğe katılacakları Adığey Cumhuriyeti'nin bayrağını taşıyorlardı. Bu bayrağı Aslanhable (Karaboğaz) köyünde yanı başında cegu kurdukları tepeye emanet edip, gece boyu orada dalgalandırdılar. Thamate'ler kendilerine bu duyguyu yaşatan "13 atlıyı ne kendilerinin ne de Türkiye Çerkeslerinin asla unutmayacağını" söyleyip, gözyaşlarını birbirlerinden sakladılar. Konakladıkları bütün yerlerde sokaklar, meydanlar bir günlüğüne onların oldu. Düğün konvoyları, Çerkes atlılarıyla onları izleyen ve herbirinden ayrı bir deli ezgi yükselen arabalardan oluşan bu alışılmadık topluluğa yer açmak zorunda kaldılar. Tokat Cumhuriyet Meydanı'nda ilk defa bütün bir gece onların müzikleri çalındı, dansları edildi. Aynı meydanda ayışığı altında yürekten kopup gelerek söylenen Khabardeyce bir türkü, "savaşta ölen askerin türküsü" gökyüzüne bütün çağları aşarak gelen yorgun bir çığlık gibi düştü. Konuklarını karşılamak üzere yollara, meydanlara koşan Çerkesler, "kim bu atlılar?" sorusuyla etraflarını saranlara; "bizimkiler" cevabını verirken, belki "biz" olmayı yıllardır ilk defa bu kadar büyük bir övünçle ifadelendirmiş oldular. Köylerde yaşlılar, büyük büyük dedelerinin anlattığı güzellikteki Kafkas atlarıyla gelip, gençliklerinden beklenmeyecek bir akıcılıkta Adığe dilini konuşan gençleri görünce, gözlerine kulaklarına inanamadılar, "gerçek" olup olmadıklarını anlamaya çalıştılar, herbirine ayrı ayrı "sen Çerkes misin?" diye sorarak, "sahiciliklerini" test etmeye giriştiler. Sonuçtan emin oldularsa da, Ürdün diasporasındakiler için bu sorunun, bir Çerkes genci yakışık almaz bir şey yaptığında aklını başına toplasın diye söylenen, "ne biçim Çerkezsin sen" imasını taşıyan bir ifade olduğunu bilemediler. Konuklarını hiç istemeden incitmiş oldular. Yayla köylerinde yakılan büyük şenlik ateşleri etrafında gün ışıyıncaya kadar devam eden cegu'lerde delikanlılar, beden dillerini bütün hünerleriyle konuştururken, birbirleriyle "siz' mi güzel dans ediyordunuz, biz mi?" yarışına girdiler. Genç kızlar, tıpkı masallardaki gibi uzak ülkelerden, atlarıyla gelen delikanlılardan birisi dansa çıktığında aralarında yapraklar gibi dalgalanıp, duygularını anlatma işini müziğe ve bedenlerine bıraktılar. Yolculuklarının 9 Eylül tarihinde Reyhanlı'da başlattıkları Türkiye bölümünü, 25 Eylül günü, Novorossisk'e doğru yola çıkan bir feribota binerek, Samsun'da tamamladılar. Büyük sürgünün limanlarından birisi olan Samsun'un Çerkeslerin tarihinde hüzünlü bir yeri vardı: "Burada olmaktan ötürü buruk bir sevinç duyuyoruz, burukluğumuz atalarımızın yaşadığı acısını yüreklerimizde duymamızdan, sevincimiz onların hep hayal ettikleri bir şeyi yapıp, ayak bastıkları bu ilk yerden, sembolik de olsa bir geri dönüşü gerçekleştirmekten kaynaklanıyor" dediler.

.......

12 Çerkes Atlısıydılar ve henüz başka başka serüvenlerin peşinde olacak yaşlarındaydılar. Büyük sürgünün acı anısı her birinin kulağına çocukluklarında en az bir kez ağıt ya da öykü olarak okunmuştu. Amaçlarının "kültürlerini dünyaya tanıtmak" olduğunu söylüyorlardı. Ortak belleklerine acıyla kazınmış büyük sürgünün hüznünü, coşkulu bir geri dönüş şölenine çevirerek kollektif tarihlerine küçük ama önemli bir not düştüler. Geldikleri gibi gittiler, arkalarında tarifsiz özlemler bıraktılar....

+'



'+Sevda Alankuş

Share