Takım Tutmak ya da Beşiktaş Kulübü’nün 100. Yılı ve Çerkesler

Portekiz diktatörü Salazar'ın yıllarca ülkesini muhalefetsiz ve baskı ile yönetebilmesinin gizi ancak "3 F" formülü ile anlaşılabilir.

3 F=Futbol+Fado+Fieasta'dır. Yani, Salazar'ın kuramının açılımı budur.

+''+

Fado ve Fiesta birbirine bağlı iki kavramdır. İkisi de özünü müzikten alır. Hüzünlü, iç burkan, iç karartan, bir tür ağıttır Fado. Portekiz'deki en büyük temsilcisi ise Amelia Rodrigez adlı bir sanatçıydı. 1960'lı yıllarda çok severdik onun şarkılarını. Şarkılarının sözlerinin ne dediğini anlamamamıza karşın sesi bıçak gibi otururdu içimize.

Ne zaman ki bu tür müziğin bir afyon etkisi yarattığını öğrendik, derhal yasakladık kendimize dinlemeyi.

Fiesta ise şenlik, cümbüş, vur patlasın çal oynasın bir eğlence biçimidir.

Yoksul, aç ve bilinçsiz yığınların, tehlikeli(!) düşüncelere kapılmaması için "ne yerse yesin, ne içerse içsin..."formülü ile özetlenebilen toplumsal ve bulaşıcı bir salgın olarak yayıldı ülkeye. Ta ki, Salazar tepe taklak edilip devrilinceye kadar.

Futbola gelince...

Bu "F"nin ötekiler kadar yorucu, yıpratıcı ve uyuşturucu olmadığı var sayıldığından, her ülkede Kitle Sporu yapmak yerine kitlesel bir gösteri olarak Sağ'da da Sol'da da itibar ve ilgi gördü. Üstelik, milli maçlar sırasında kimi arkadaşlarımız, keskin solculuklarını unutup, fanatik bir izleyici gibi, elbette kendi ülkelerinin takımlarını tuttular.

Çok tartışıldı bu durum aramızda. Ve, bu duygularımızı Ustalarımıza(!) sormamaya hatta söylememeye karar verdik.

Ne kadar keskin olsak da, ulusal bir ayaktopu karşılaşmasında gerektiği kadar enternasyonalist olamamanın utancını taşıdık içimizde. Bu duygu bizi, Sekterizmden kurtarırken; kafatasçı, ırkçı olmayan bir Ulusalcılığa doğru itti. Aidiyet duygumuzu keşfettik birden. Ama içimizde, yine de uluslararası karşılaşmalarda, kupalarda, GS/FB/BJK yerine Dinamo Kiev'ı, Dinamo Moskova'yı tutmakta direnenlerde olmadı değil.

Ben nedenini ve nasılını bilmeden yıllardır FB yi tuttum. Ta ki, şu son yıllarda bu kulüpte yaşananlar; eski ve yeni yöneticilerinin beceriksizliklerine kızınca,

"Ne ilgim var benim FB ile?" diye düşünmeye başladım. Anlamlı bir yanıt bulamadım doğrusu.

Aslında ben FB'li olmama karşın, doğduğum ve yaşadığım kentlerin de takımlarını tutuyordum gizli gizli. Örneğin Kayseri, Adana, Antalyaspor ile Ankaragücü takımlarının da taraftarıydım. Onlar FB ile karşılaşınca maçlar berabere kalsın diye dua ediyordum içimden. Gençliğimde amatör olarak Kayseri ve Ankara'da top koşturduğumu da anımsayınca bu yaptığımın pek akılcı olmadığı sonucuna vardım. Ve... bir süre boşlukta kaldım.

Bu boşluk, sevgili meslektaşım ve arkadaşım TRT İstanbul Bölge Müdürü Orhan Ertenhan'ın yakama bir BJK rozeti takıp "Çetin abi, sana Beşiktaşlılık yakışır!" demesiyle son buldu. Kendimi bir dönek, bir hain gibi gördüm bir süre.

Ne zaman ki, merak edip üç büyük kulübün tarihçelerini okudum; Orhan'ın da benim de haklı olduğumuza karar verdim.

Bu durumu yakın çevreme deklare ettiğimde kimi "Genel Müdürüme yalakalık olsun diye BJK'li olduğumu" kimi, "Kafkas kökenli olduğum için milliyetçilik yaptığımı" kimileri ise "insanın bu yaştan sonra kulüp değiştiremeyeceğini" söyleyip eleştirdiler beni. Kimseyi dinlemedim.

Çünkü ben, Fenerbahçe semtinde oturanların FB'yi, İstanbul yakasında oturanların ise İstanbulspor'u tutmalarını doğal karşılıyorum. Yeğenim Dr. Metin'in, Mekteb-i Sultani mezunu olduğu için zorunlu olarak GS'li oluşunu bile hoş görüyor, ama hak vermiyorum.

Doğu Anadolu'da yaşayan kimi insanların GS'nin renklerine aşık olup, "Senin renklerine kurban olayım!" demelerini ise hiç anlamıyorum.

Karadenizli dostlarımızın Trabzonspor, Samsunspor ve Rizespor'u tutmalarının "Bölücülük" olmadığına da inanıyorum. Ama, aralarındaki maçların bir savaş gibi geçmesini ise bir türlü anlayamıyorum.

Ben 1903'de BJK'yi kuran Saraylı, Kafkas kökenli Prenslerle, Soylu(Pşı) Fetgerey Şoenü kardeşlerin Çerkes olduklarını ve -zamanın limuzinleri olan- lüks yaylı arabalarla maça geldiklerini öğrenince, rakip takımların BJK taraftarlarına "Arabacılar!" demelerine gerçekten üzüldüm.

Kafkas kültürünün başat figürü "Kartal"ın BJK'nin simgesi olması da çok etkiledi beni.

Kırmızı / Beyaz renklere sonradan eklenen Siyah'ın, Balkan Savaşı yenilgisi sonrasında tutulan Yas'ı simgelediğini öğrenmem de yüreğimi burktu.

Kırmızı rengin ise Kafkas/Rus Savaşı'nda çocuk yaştaki Çerkes Tleylerin(Fedailerin) giysi renkleri olduğunu zaten biliyordum.

Türkiye'deki tüm futbol kulüpleri içinde Ay ve Yıldız'ın bir tek BJK takımının armasında bulunması bir rastlantı değildi. Ayrıca Ay figürünün ailemin 4000 yıllık ambleminde karşıma çıkması, Yıldız'ın ise Adige Bayrağı'nın simgesi olması da büyük bir mutluluk verdi bana.

Tüm bunları okuyup öğrendiğimde, şöyle düşündüm:

"Yahu, ben zaten yıllardan beri rozetsiz bir BJK'liymişim de haberim yokmuş."

Siz de bu güne dek sürdürdüğünüz taraftarlık durumunuzu bir kez daha bilinçli olarak düşününüz. Acaba bir rastlantı ya da bir büyüğünüzün hatırı için mi seçtiniz tuttuğunuz takımı ?

Acaba doğru yerde mi duruyorsunuz ?

Ben -geç de olsa- doğru yerde, doğru durakta, doğru bayrağın altında duruyorum artık. Doğru yolu bulmamda büyük katkısı olan Orhan Ertenhan'a en içten teşekkürlerimi sunuyor, BJK'nın değerli yöneticilerinin, tüm futbolcularının ve fedakar taraftarlarının 100. Yılını içtenlikle kutluyorum.

Nice 100 yıllara... Nice başarılara... Nice zaferlere...

+'



'+Çetin Öner

Share