Kuban Cangir
Öncelikle toplantımıza katılım sağlayıp değerli fikir ve deneyimlerini bizlerle paylaşma nezaketini gösteren Kuşha Doğan’a, pek sevgili ekip arkadaşlarıma ve komisyonda bizden desteklerini ve zamanlarını esirgemeyen bütün büyüklerimize en içten teşekkürlerimi iletmek isterim.
İstanbul’da gerçekleştirdiğimiz son çalıştayın ardından kafamda tam olarak beliren soru “Ne yapmaya çalışıyoruz?” oldu.
Bu soru üzerine verilmiş ciddi bir kafa mesaisinin ardından düşüncelerimi sizlerle paylaşmak isterim.
Bu toplanmaların amacı bir araya gelip toplum için çalışıyoruz diyerek vicdan rahatlatmak mıydı? Yoksa gerçek bir “fayda” üretebiliyor muyduk? Bu sorunun cevabı ne yazık ki hem evet hem de hayır oldu benim için.
Toplumun gerçek sorunlarına yeni fikirler üreterek cevap verme amacı güttüğümüz bu toplantılarda yaklaşımımız ve çıkış noktamız doğru muydu? Cevap (en azından benim açımdan) maalesef ki tam olarak doğru olmadığı.
Tabii ki yeni fikir üretmeyelim, zaman kaybediyoruz, boşa toplanıyoruz demiyorum fakat yaklaşımımızı biraz değiştirsek ne olurdu?
Mesela sırf daha kalabalık gözükmek adına tam olarak ne amaçla geldiğini dahi anlayamamış onlarca insana her seferinde tekrar tekrar komisyonlar nedir, biz onlardan ne bekliyoruz kısmını anlatıp yine de toplantı boyunca ilgisiz gözlerle sadece etrafı izleyen insanları toplamasak. Topladıklarımıza da hadi bakalım kültürü, dili, anavatanı kurtaracak fikirler üretin demesek.
Sadece bizim çevremizde değil okul hayatımda da tarih okumalarımda da bölümümde öğrendiğim yönetimsel ve iktisadi teorilerde de, her birinde ortak gördüğüm ve artık görmezden gelemediğim bir şey varsa o da her oluşumu –ki bu oluşum STK, şirket, mahalle, kulüp, ülke, toplum… ne olursa olsun– bir grup azimli, adanmış ve farkında olan insanın ileri taşıdığı gerçeğidir.
Yani içinde bu ateşle yanmayan, dahil olduğu çevreyi ileri götürmek adına kendini ve çevresini geliştirmeye, değiştirmeye ve özünü koruyarak yarına taşımaya gayret etmeyen kişilerle neden vakit kaybediyoruz?
Sözlerim lütfen yanlış anlaşılmasın, kastım bu insanları küçük görmek, uğraşmayı yersiz bulmak değildir. Kastım bu kişilerin toplumun dinamosu olması beklenen güruha dahil olmadıkları dolayısıyla bu itici gücün içerisine dahil edilmeye çalışılmalarının anlamsızlığıdır.
Operasyon yönetimi dersimizde hocamızın ilk derste söylediği ve aklıma kazınan bir cümle: “Non value added activities has to be omitted.” yani “Katma değer yaratmayan faaliyetlerden kaçınılmalıdır.”!
Yani aslında anlatmaya gayret ettiğim şey yaptığımız işin ufak bir özdeğerlendirmesi ve bu değerlendirme neticesinde bana daha makul gelen birkaç yaklaşım.
Peki nedir bu yaklaşımlar?
Öncelikle daha açık ve samimi bir iletişimle bize bu katılımcıları gönderen kurumlara, gönderecekleri kişilere bizim önceden hazırlayacağımız ve yukarıda anlatmış olduğum kafa yapısında bir metnin okutulması ve okuyan kişiden bu tarz bir özveriye sahip olup olmadığı noktasında dürüst bir karar alıp, bu profile uyduğu takdirde katılım sağlamaya karar vermesini istemek.
Bir diğer yaklaşım ise çalıştayların içeriği ve misyonunu revize etmek. Çalıştayları katılımcıların akran öğrenmesine alan açacak, “hadi bakalım fikir üretin” yaklaşımının soğukluğundan kurtaracak ve birtakım saha içi kurallarla kişilerin rahat bir şekilde kendini ifade edebilmesini sağlayacak yeni bir formata dönüştürmek gerekmekte.
Bu formatın ise asıl gayesinin bireyleri mevcut duruma ve geleceğe yönelik düşünme noktasında bir beyin jimnastiğine itmesi ve sadece konular özelinde değil hayata dair görüş ve fikirlerin tartışmaya ve konuşmaya açılmasıyla dip dalga, bilinçli, sorumluluk hisseden ve bu sorumluluğu tek başına değil orada tanıştığı insanlarla layıkına erdirmeyi kafasına oturtmuş bir insan envanteri oluşturmak olmalı.
Bu temeller üstüne bina edilmiş toplantıların sürekliliğinin sağlanması ve bu sürekliliğin prestijli hale getirilmesi dolayısıyla toplumda dernek/federasyon ile bağı olmasa dahi topluma katkı sunma yeteneği/ihtimali yüksek bireylerin bu prestij sayesinde bu toplantılara çekilmesi ve en nihayetinde bu süreç sayesinde kendisini besleyen, besledikçe gelişen, geliştikçe kendini daha iyi besleyen bir makineye dönüşmesi hedeflenmelidir.
Bu makine şüphesiz ki toplumun dinamosu haline dönüşecek ve daha önce de bahsettiğim gibi bir dinamo işlevi görecektir.
Unutulmamalıdır ki demokrasilerin üç ayağı vardır; bunların ilki sermaye, ikincisi medya ve üçüncüsü siyaset kurumudur ve bu üç ayağın üçü de ciddi bir kavrayış ve farkındalık nihayetinde kendileriyle uğraşan kişiye güçlerini bahşederler.
Robert Greene’in de kitabında söylediği gibi modern güç mücadelesi eskinin saray oyununa benzerdir ve bu oyunu bilmemek sizi onun esiri haline getirir.
Bu dip dalganın bu oyunu bilmesi ve esir haline gelmemesi asıl hedefimiz olursa “Ne yapmaya çalışıyoruz?” sorusuna ihtiyaç kalmaz…