Nemide Demukan
Ben Nemide Demukan; 26,27 nisan tarihlerinde Samsun Çerkes Derneği ev sahipliğinde
gerçekleşen 4. KAFFED Gençlik Çalıştayı’nda görev alan güzel bir ekibin parçası olmanın
mutluluğunu yaşıyorum.
Çalıştayın en güzel yanı gençlere kendilerini “değerli” hissettirebilmesiydi. Yaklaşık 110 temsilci
katılım sağladı ve biz onlara: “evet, sizin fikirleriniz bizler için değerli, birileri bu toplum için bir
şeyler yapacaksa; o birileri sizsiniz,” diyebildik. Herkes bu bilince sahip, görev bilinci yerli yerinde
gelmişti, bu yüzden sorunsuz ve verimli bir toplantı olduğunu düşünüyorum.
“Anadili” Çalışma Grubunda görev aldım, dilini çok iyi bilen sadece birkaç arkadaşımız vardı, ne
yalan söyleyeyim onlara çok özendim. Biz “anadilin” kaybının ne denli büyük olduğunu uzun uzun
tartıştık. Dilimizin unutulmaya yüz tutmasının birkaç temel nedeni var. Bu nedenler tarihsel,
sosyolojik, politik ve kültürel boyutlar içeriyor. “Unutulan anadil” sadece Türkiye Çerkesleri için
geçerli değil. Farklı ülkelere dağılan Çerkesler, bulunduğu toplumun diline adapte olmak zorunda
kaldı. Diaspora’daki tüm Çerkesler şuan bu asimilasyonla mücadele ediyor. Bu mücadelede eğitim
sistemleri ve resmi dil politikaları, yerel diğer dillerin de yaşamasını zorlaştırdı. Eğitimin dışında
artık evlerde Çerkesce konuşulmamaya; köylerden kentlere göçle birlikte de daha da bölünerek
anadili konuşmamaya; güncel hayata dahil olarak unutmaya başladık.
Yeni nesil ebeveynlerin çoğu da, çocuklarına Çerkesce öğretmeyi ya ihmal etti ya da gereksiz
gördü. Bunun temelinde “dil işe yaramıyor” ya da “çocuk dışlanmasın” gibi kaygılar yatıyor.
Peki ya Çerkesce konusunda ne yapabiliriz ya da neleri yapmadık bunca zaman?
Toplum olarak fazla geleneksel düşünerek bir çok şeyden mahrum kaldık aslında Çerkesce eğitimi,
uzun süre yalnızca yaşlıların sözlü aktarımıyla sürdü. Okullarda seçmeli dersler çok geç geldi ve
yetersiz kaldı. Bu konuda yetersiz kalmamızın en önemli sebepleri ise Çerkes kurumları zaman
zaman kendi içinde bölündü veya pasif kaldı. Çerkes lobisi kurulamadı ya da istenilecek ölçüde
başarılı sürdürülemedi. Gerekli siyasi bağlatılar sağlanamadı hala daha sağlanamıyor. Bizim için
çabalayacak iyi siyasetçiler çıkarmıyoruz.
Dilimizin görünürlülüğü yok, dijital bir dünyada yaşıyoruz ama hala “gölgelerde oturuyor, konfor
alanımızdan çıkmıyoruz” YouTube, TikTok, Instagram gibi platformlarda Çerkesce içerik üretilmeli
hatta ilk aşamada “Anadili Ödülleri” konseptli içerik yarışmaları düzenlenmeli ve gençler bu alanda
teşvik edilmelidir.
Mobil uygulamalar, oyunlar ve dil öğrenme araçları geliştirmeliyiz. Hatta var olan birkaç uygulama
mevcut. Bu uygulamalara yatırım yapmalıyız, gençlere sermaye oluşturmalıyız.
Kültürel faaliyetlerimizde çift dil kullanmalı, dernek etkinliklerimizi de sadece zexes ve düğün
olarak görmemeliyiz. Dernekler, gençlerin bilgi alışverişinde bulunabileceleri, bilirkişi
thamadelerimizin ara sıra onlara destek vereceği, bilgilerini aktaracakları güvenli alanlardır ve aktif
bir şekilde kullanılmalıdır. Yine bu faaliyetler bölgesel değil; ulusal hatta uluslararası
yürütülmelidir.
21 Mayısa günler kala yazımda kolektif hatırlamaya değinmeden edemezdim, bu konu bizim en
büyük gündemlerimizden birisi olmalı. 21 Mayıs büyük bir kolektif hatırlama örneğidir. Sürgünün
acılarını ve kayıplarını hep birlikte andığımız; tarifi olmayan bir şekilde soluğumuz havadan bile
yası hissedebildiğimiz büyük bir gündür. Tam o gün insanların yüzlerine bakın, o yüzler bir halkın,
hayatta kalma çabası işte. Bir anda sonrasında ne olacak, ne yapılabilir telaşı kaplayacak içinizi
yine. “Sıradan bir halktan çok daha fazla çalışmalı, düşünmeliyiz” fikri bir anda kafanızda dönmeye
başlayacak.
Bir diğer mesele de diasporik kimliğimiz; Türkiye’de Çerkes olmak; doğduğumuz, büyüdüğümüz,
emek verdiğimiz topraklar. Buraya ait hissediyor muyuz? Ben anavatanıma henüz hiç gitmedim
ama orada bir yer var. Kafamın içinde ne oradayım, ne de buradayım.
Diaspora tam olarak da böyle bir şey aslında zaten. Sadece coğrafi bir dağılma değil; aynı zamanda
kimlik, aidiyet ve kültürle ilgili zorlu bir sınav. Bizler de bu sınavı yüzyıllardır çift yönlü bir
kimlikle sürdürmeye çalışıyoruz: hem bulunduğumuz ülkeye ait olma çabasıyla emek veriyor hem
de anavatanımıza büyük bir duygusal bağlılık taşıyoruz.
Yazımı sonlandırırken seçtiğim başlık hakkında bir şeyler yazma ihtiyacı hissettim. Kaf Dağı’nın
Gölgesinde: Türkiye’de Çerkes Olmak.
Kaf Dağı’nın gölgesi; Atalarımızın unutturmak istediği toplumsal sancıların yükü ama bir yandan
bizi birbirimize bağlayabilecek bir hatıradır. Bir anadil kaybı, kültürel silinme, asimilasyon, ama
aynı zamanda hafıza ve kimlik arayışı demektir. Geçmişin gölgesi sizi korkutmasın arkadaşlar
yaşatılan kimlik tamamıyla oranın yansıması yani Kafkasya’dan kopmuş ama hâlâ onun gölgesinde,
onunla tanımlanan bir kimlikle yaşamaktır. Kaf Dağı’nın gölgesi, bu yüzden hem bir yas, hem bir
aidiyet, hem de bir umut taşır.
Türkiye’de yaşamak ise herkes için tamamıyla direniştir zaten…