"Biliyorduk ve sustuk". Herhalde böyle diyeceğiz on yıl, yirmi yıl sonra: "biliyorduk ve sustuk, hiç bir şey yapmadık..."
Nazi Almanyası'nın suçları bir bir ortalığa dökülürken (belki tüm Avrupa bu suçlara katıldığı için Nazi Avrupası'nın demek daha doğru olur) insanlar hiç birşey bilmediklerini, görmediklerini iddia ediyorlardı. Böylece duyarsızlıklarına bir masumiyet maskesi takacaklarını umuyorlardı. Almanlar burunlarının dibindeki toplama kamplarından, fırınlardan "habersizdiler"... Fransızlar, kendi ülkelerindeki Yahudiler'in toplanıp, trenlerle Almanya'daki ölüm kamplarına gönderildiğini "bilmiyorlardı". Herkes masumdu!..
Bir an için artık insanlığın o utanç ve barbarlık çağı kapanıyor, o kanlı yüzyıl sona eriyor sanmıştık. Ama 21.yy geçen yüzyıldan da korkunç başladı. Ölüm kampları burnumuzun dibinde. Bir halk gözlerimizin önünde yok ediliyor. Grozni diye bir kent yok artık. Çeçenistan diye bir ülke de kalmayacak yakında. Ve Hitler dönemine sessizlikleriyle suç ortaklığı yapanların bahanelerini de kullanamayız bu devirde. "Bilmiyorduk, görmedik, haberimiz yoktu" diyebilir miyiz? Biliyoruz Grozni'nin Rus bombalarıyla, roketleriyle dümdüz edildiğini. 21.yüzyılın başında yeniden oluşturulan toplama kamplarında 12 yaşındaki çocukların bile işkenceden geçirildiklerini, kadınlara ve erkeklere tecavüz edildiğini, ayak bileklerinden kamyonların arkasına bağlanarak canlı canlı ölüm çukurlarına sürüklendiğini biliyoruz. Bu ölüm tarlalarından canlarını kurtarabilmiş, çoluk çocuklarıyla karlı dağları aşarak ülkemize sığınmaya gelmiş 330 kişiye "pasaportları yok" gerekçesiyle içeri giriş izni dahi verilmediğini biliyoruz. Sanki kumarhanelerimizde oyun oynamaya gelen bir turist kafilesi kendilerinden pasaport istenenler. Kaldı ki, turistler bile pasaportsuz, sadece nüfus kağıtlarıyla girebiliyorlar Türkiye'ye (ama onlar Avrupalı, Çeçen değiller!..)
Grozni'nin bodrumlarında saklanan, kaçamamış yaralıların bile oracıkta "işlerinin bitirildiğini" biliyoruz. Geçen savaşta ölen 100 bin Çeçen'in, bomnalar altında kolu bacağı dört bir yana savrulan mini mini bebelerin ya da yaşlı ninelerin "İslamcı terörist" olamayacağını biliyoruz. Biliyoruz ve susuyoruz. Geri kalan ayrıntıları belki bilmesek de olur.
Bu "ayrıntılardan" bir kaçı geçtiğimiz 8 Ocak'ta Nevazissimaya gazetesinde Sergey Stepaşin imzalı yazıdaki korkunç açıklamalar. Stepaşin sansasyon meraklısı bir gazeteci değil. Rusya Federasyonu'nda Yeltsin'in gömlek değiştirir gibi değiştirip attığı başbakanlardan biri. Geçtiğimiz ağustos ayında görevinden alındı. 1999'un başından beri Çeçenistan'da çıkarılmasına uğraşılan savaşın hazırlıklarını onaylamadığı için. Bu savaşta Rus kamuoyunu Kremlin'in etrafında kenetleyecek Moskova'daki bombalı eylem planlarına karşı çıktığı için. Bu bombalamalar olmasa bile Kremlin'in Çeçenistan'da savaşı başlatmaya kararlı olduğunu açıklıyor Stepaşin.
Yığınları galeyana getirmek için Hitler'in düzenlettiği Reichtag yangınına benzemiyor muydu bu sabotajlar? Yeltsin ailesinin, yüksek rütbeli asker ve sivil bürokratın milyonlarca doları bulan yolsuzluklarına sünger çekecek bir savaşı başlatmak ve sürdürmek için yüzlerce masum insanını gece uykuda havaya uçurtan bir hükümet hangi kelimeyle tanımlanabilir? Terörist mi, haydut mu? Rus hükümetinin Çeçen halkına yapıştırdığı bu tanımlama elbette ki, Kremlin'de oturup Kafkasya'daki vahşeti hazırlayan ve yürütenleri betimlemek için çok hafif kalır.
Bilinmeyen ayrıntılardan biri daha. Bu kez general Lebed'in ağzından. Yine hükümet içinde yer almış olan ve ne söylediğini bilen bir sorumlu Lebed. Birinci savaşı sona erdiren anlaşmayı sağlayan kişi. Bu ilk savaşı başlatan asıl nedenin, Rus ordusundan yok olan 1500 tank olduğunu açıklıyor Lebed. Büyük bir ihtimalle tanklar generallerden biri tarafından Sırplar'a satılmış ve parası cebe atılmış. Ve 1500 tank açığının hesaptan düşülebileceği bir savaş gerek!.. Daha sonra konuyu araştıran gazetecinin de öldürüldüğünü anımsatıyor Lebed. Ve bugün yine yüksek rütbeli askerlerin ve üst düzey bürokratların çeşitli açıklarını böyle bir savaşla kayıttan düşme ihtiyacında oldukları söyleniyor bütün Kafkasya'da.
Yine az "bilinen" veya bilinmesi istenmeyen bir başka "ayrıntı": "Ayrılıkçı" denen Çeçenistan'ın, tamamen yasal ve hukuki bir şekilde bağımsızlık kararı aldığı. 1936'da kabul edilen SSCB anayasına göre, Çeçenistan, "Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti" statüsüyle Sovyet Sosyalist Rusya Federatif Cumhuriyeti bünyesinde olmak üzere SSCB içinde yer almıştır. 1990'da SSCB ve Rusya Federasyon anayasaları ortadan kalkınca federe birimler resmen serbest kalmışlardır. Çeçenistan, işte bu dönemde 1 Kasım 1991'de bağımsızlığını ilan etmiş ve beş ay sonra eski federe cumhuriyetlerin onayına sunulan yeni Rusya Federasyon Anlaşması'nı imzalamamıştır. Aynı anlaşmayı imzalamayan diğer bir federe cumhuriyet, Tataristan, daha sonra kendisine tanınan bir takım özel ayrıcalıklar karşılığında ayrıldığı bünyeye geri dönmeyi kabul etmiş, Çeçenistan ise tercihini değiştirmemiştir. 1994'de General Graçev'in bir-iki saatlik bir operasyonla Grozni'ye boyun eğdirmek düşüncesi 14 ay sürecek bir savaşı başlatmış, 100 bin yaşama malolmuş, ama Çeçenler'in tercihi yine değişmemiştir.
Bugün Moskova'nın uyguladığı kesin sansüre ve her tür güçlüğe karşın bir çok Batılı gazeteci savaş bölgesinden her gün haber yolluyor. Moskova'da oturup Rus Genel Kurmayının açıklamalarını tercüme etmekten çok farklı yaptıkları iş. Ama herkesin onların göze aldığı güçlükleri göze almasına bile gerek yok. Çünkü Batı gazetelerinde her gün çarşaf çarşaf yayınlanıyor bu haberler, analizler, görüşler. Hatta interneti açmak bile yetiyor ne olup bittiğini bütün ayrıntılarıyla öğrenip anlamak için.
Aydınlar, sanatçılar, bilim adamları, filozoflar tepkilerini dile getiriyorlar. Düne kadar Kafkasya'nın nerede olduğunu dahi bilmeyen insanlar, bugün bile adını güçlükle telaffuz ettikleri Çeçenistan için 23 Şubat günü sokağa döküldüler, 1944'ün 23 Şubat'ında, çoluk çocuk hayvan vagonlarına doldurulup Sibirya'ya sürülmüştü Çeçenler. Bu acı olayın 56.yıldönümünde, o zaman yarım kalan soykırım girişimini bugün bitirmeye çalışan Putin ve generalleri protesto etti Fransızlar. Onların da, (insanlık suçu işleyen Miloşeviç veya Karaçiç gibi) uluslararası mahkemede yargılanmasını talep ettiler, bu katillere destek ve kredi yardımı veren Avrupa hükümetlerini protesto ettiler. Yine seçimlerden hemen sonra Fransa'ya gelmesi beklenen Putin'i ülkeye sokmamak için eylemler planlanıyor.
Türk aydınlarında ve gazetecilerinde çıt yok. Sekiz aydan beri burnumuzun dibinde süren ve artık bir soykırımına dönüştüğünden kuşku duyulmayacak bu savaşa kaç yazar köşesinde değindi? Sokaktaki adamın belki internete ulaşma, dünya basınını izleme olanağı yoktur, ama bu olanaklara sahip olanlar ve kitlelere seslenen, onları bilgilendirmeye çalışanlar ne kadar ilgilendiler burnumuzun dibindeki bu trajediyle?
Rusya ile basit günlük bezirgan ilişkilerini, kalıcı ve ilkeli bir devlet politikasının yerine koyan; sınırdaki 330 Çeçen mülteciyi içeri almazken Kafkas Paktı liderliğine kalkan bir hükümetten elbette pek bir şey beklenemez. Ama bu ülkede bağımsız düşünen aydınlar yok mudur? Dünyayla azıcık ilgilenen? (Dünya deyince, Berlin, Paris, Londra'nın da dışında bir dünya olduğunu unutmadan...)
Yarı utangaç bir şekilde fısıldanan gerekçe: "bu işle İslamcılar ve milliyetçiler uğraşıyor". Ne zamana kadar İslamcılar ve milliyetçiler bu ülkede diğerlerinin nasıl düşünmesi gerektiğini belirleyecek? Diğerleri hep onlara bakarak mı çizecekler çizgilerini? Herhangi bir konuda ne düşünmeleri gerektiğini İslamcıların aldığı tavır mı belirleyecek? İslamcılardan başka kimsede kendi kendine düşünme yeteneği yok mu-dur?
Bugün Grozni diye bir kent yok artık. Yarın belki Çeçen adını taşıyan bir halk da olmayacak. Ve o zaman bizler, Türkiye'nin aydınları, "biliyorduk, ama sustuk, çünkü İslamcılar ilgi duyuyordu o konuya" mı diyeceğiz.
Nur Dolay