İdea Politika dergisinin beşinci sayısında, Nur Dolay imzasıyla "Çerkeslerin Dönüşü" başlığı altında bir gezi-inceleme yazısı yayımlandı. Sayın Nur Dolay'ı 1999 yılı sonbaharında Maykop'da iki gün konuk ettim. Tarafsız batılı bir gazetecinin Adığey hakkındaki gözlemleri bizim sesimizi, duygu ve düşüncelerimizi yazması, dünyaya taşıması elbette coşkuyla desteklediğimiz bir olay. Perestroika'dan bu yana, daralan SSCB' inde pek çok olumsuz olayın meydana geldiği zamanlarda bile bir huçur adası gibi bu ülkede yaşayanların anarşiden uzak, barış içinde yaşamaları yöneticilerin liyakat ve uzak görüşlerine borçlu.
Sayın Nur Dolay'ın yazdığı gibi, Paris, Londra, İstanbul kentleriyle kıyaslandığında Maykop "...küçük, karamsar, taşra kasabası..." olarak tasvir edilse bile burada yaşayan bizlerin bu küçük "taşra kasabası"na bakışımız daha farklı. Burası bizim 135 yıllık hayalimiz, ütopyamız. Tabii, bu sayın Nur Dolay'ın gözlemi. Ona "Maykop'u niçin bizim gözümüzle görmedin?" diye sitem edemeyiz. Böyle bir betimlemede bulunmak onun en doğal hakkı.
Sayın Nur Dolay'a asla hak vermediğimiz, hatta batılı gazeteci etiğiyle bağdaştıramadığımız bir konu var. O da bizim bugüne dek asla düşünmediğimiz ve düşünemeyeceğimiz bazı görüşleri bizim ağzımızdan dinlemiş gibi yazması: "Dışarıdan gelenler hazır yetişmiş armut gibi ağızlarına düşmüş bunların, ama çiğnemeyi bilmiyorlar." Her şeyden önce buraya gelenlerin tümü "hazır yetişmiş" değiller. Buraya gelip yerleşen insanlarımızın ilk okuldan üniversiteye kadar geniş bir yelpazede değerlendirebileceğimiz eğitimleri var. Türkiye, Suriye, Ürdün'de iken pek çok insanın çalışmak için can attıkları mevkileri, işyerlerini bırakıp gelenlerin yanı sıra, işi, eğitimi olmadan gelenler de var. Ama bunları birleştiren, bir potada erimelerine zemin hazırlayan da anavatanlarında yaşama isteği. Kaldı ki burada "çiğnemeyi bilmiyorlar" denilen insanların en az eğitim görmüş olanı 12. Sınıfı bitirmiş. Burada yaşadığımıza göre elbette bizim de eğitim ve kültür düzeyimize göre söyleyebileceğimiz sözümüz var. Ancak bu "Çiğnemeyi bilmiyorlar" şeklinde değerlendirilemez.
Adığey'e, Khabardey Balkar'a gelip yerleşenlerin 135 yıldır birbirinden uzak –coğrafi anlamda uzaktılar, duygu ve düşünce açısından değil- yaşamak zorunda bırakılan ailelerin çocukları olduklarını unutmamak gerekir. Böyle olunca da kim kime "güçlük çıkaracak"tı? Güçlük çıkarmak bir yana, birkaç aylığına yurt dışında seyahatte bulunan kardeşlerini, arkadaşlarını, dostlarını karşılıyorlarmışçasına karşıladılar bizleri. Bölünmüş ailelerin bir araya geldikleri gerçeği algılanırsa, "gelenlere güçlük çıkarılmasa bile yardımcı olunmuyor, her şeylerini kendileri çözmeleri isteniyor" betimlemesinin hem ağır, hem de buradaki insanlara haksızlık olduğu anlaşılır.
Bir yanlış anlama, dolayısıyla da benim ağzımdan söyletilen " dönüş düşüncesi 60'ların başında oluşmuş. 'Çerkesler'in en doğalca oluşan, sonra da en iyi örgütlenen hareketi' diye tanımlıyor Uzun bu olayı." Yıllar yılı anavatana dönüş düşüncesini savunduğuma, bunun diyetini de ödediğime göre "dönüş'ü 60'lı yıllardan başlatmak benim bazı gerçekleri görmezlikten gelmem anlamına gelir. Çerkesler sürülürlerken bile bir gün vatanlarına geri dönüş düşüncesindeydiler. 1908 yılında Meşrutiyet'in ilanı ile birlikte İstanbul'da kurulmuş olan Çerkes Teavün Cemiyeti'nin tüzüğü, insanlarımızı dönüş düşüncesine alıştırmak ve dönüşü canlı tutmak amacına yönelikti. Yine, Hayriye Melek HUNC hanım, Muhlis Sabahattin EZGİ, Avni L'IFIJ, Şevket DAĞ, Sıdıka AVAR, Neveser KÖKTEŞ hanımların kendi eğitim dallarına göre kimi Çerkesçe, kimi Fransızca, Türkçe, resim, müzik dersleri vermiş oldukları Beşiktaş Çerkes okulu da aynı düşüncelere hizmet ediyordu. Ne var ki gerek osmanlı İmparatorluğunun, gerekse Çarlık Rusya'sının yıkılmasıyla meydana gelen büyük değişiklikler bu düşüncenin bir süre ertelenmesine sebep oldu. Sayın Nur DOLAY'ın bu olayı 60'lı yıllarda "en iyi örgütlenen hareket" olarak tanımlaması doğrudur. Doğrudur, 61 anayasası insan hakları bakımından önemli açılımlar getirmişti. Doğrudur, bu düşünce yeni değildi, doğru temellere oturuyordu. Doğrudur, özellikle kırsal kesimden kentlere göç furyasının yaşandığı o zamanlarda halkımız, aydınlarımız asimilasyonun baş döndürücü bir hızla halkımızı öğütmekte olduğunu görüyor, kurtuluşu anavatana dönmekte arıyordu. Öylesine bir sosyal olayla karşı karşıyaydık ki bu olayı sosyologların uzun uzadıya araştırmalarına, bir netice çıkarmalarına gerek yoktu. Olanları biz etimizle, kemiğimizle, tüm benliğimizle duyumsuyorduk. "En iyi örgütlenmekten" başka çaremiz yoktu.
Bazı algılamalarına katılmasam bile yine de sayın Nur DOLAY'a teşekkür ediyorum. Çünkü bana o uzun ve meşakkatli yolumuzu yeniden anımsattı. Kendini savunmama hiç gerek yoksa da bazı gerçekleri NART okuyucularıyla paylaşma fırsatı verdi. Şunu da biliyorum, bizi bu şekilde algılayacak ilk gazeteci siz değilsiniz, son da olmayacaksınız. Ama biz kendi çizgimizde, kendi ütopyamıza kararlı adımlarla gideceğiz.
Mehmet Uzun