Bir Yazar Bir Eser: SÜRDÜLER SÜRGÜN OLDUM / Kutarba Hayri Ersoy

Yemuz Nevzat TARAKÇI

“Bu, çok eski ve dağılmaya yüz tutmuş tekneden, mucize gibi sağ çıkabilenler yakındaki bir mağaraya sığınmışlar ve etraftan topladıkları çalı, çırpıyı yakarak ısınmaya çalışıyorlardı…”
“İşgalci Rus Generalleri emretmiş, işgal edilen Abhazya’nın zavallı halkı, irili ufaklı yüzlerce tekneye hayvan sürüleri gibi üst üste bindirilmişti.”
“Haftalar süren bir yolculuktan sonra Kefken sahillerinde karaya vuran, her türlü sağlık koşullarından uzak bu yüz kişilik tekneye ise 276 kişi tıkıştırılmıştı…”
“Büyük bir şans eseri, kayalıklardan kıl payı kurtulup kumsala oturan tekneden, gece karanlığında bin bir zorlukla sahile çıkabilen bahtsız yolcular, burada Tanrı’nın bir lütfu olarak büyük bir mağara ile karşılaşınca apar topar hemen oraya sığınmışlardı…”
Bir solukta okunmaya hazır bu öykü, köklerinden zorla koparılıp Anadolu’ya sürülen Kafkas halklarının, yaşadıkları tüm bu zorluklara karşın verdikleri onurlu var oluş mücadelesinin yürek yakan öyküsü.
“Bu öykü, sadece Kafkasyalıların değil, sürgün yaşayan, yerinden yurdundan edilen tüm mazlum halkların öyküsüdür!”
“Kafkas Dağlarının özgür kartalları, kanatları kırılmış, yaralı, yorgun ve umutsuz bir halde, bir yandan salgın hastalıklarla, açlıkla, yoksullukla boğuşurken, bir yandan da hem çevrelerini hem de bu yeni ülkenin insanlarını tanımaya çalışıyorlardı…”
Kutarba Hayri Ersoy’un duygu dolu bu eserini okurken sayfaların arasında ölümle yüzleşmekle kalmayacak, bir halkın ölümle pençeleşirken bile kültürel değerlerine, gelenek ve göreneklerine nasıl sadık kaldığını hayretler içinde izleyeceksiniz!
Bir sürgün yetmeyecek, ikinci sürgünü, katmerleşen acı ve çığlıkları kare kare yaşayacak, olayları sahne sahne izleyeceksiniz. Hani çok rahat okunan, akıp giden bir kitap derler ya işte “Sürdüler Sürgün Oldum” böylesine sayfaları akıp giden bir eser.

BU ESER KALEMLE KLAVYEYLE YAZILMADI
“Çerkes romanı” serisinin birinci kitabı olan “Sürdüler Sürgün Oldum” şık bir kapak ve itinayla hazırlanmış mizanpajı ile hâlâ okumayanların yüreklerinde taht kurmayı bekliyor.
268 sayfadan oluşan eser, “Belge Yayınları” logosunu taşıyor.
Kitabın her sayfasında Kafkas halkının yaşadığı tarifsiz acı, bu halkın topraklarını savunurken ödediği ağır bedel, sürgün yollarında yaşanan bin bir zorluk, çile, gözyaşı, ölüm ve inadına yaşama tutkusu var.
Satırların arasında hüzün girdabında nefessiz kalırken bu mücadele insanlarının hayatta kalma kararlılığı ve kolektif dayanışma bilinci karşısında umudu yaşayacak, duygu seline kapılacaksınız.
Sayfalarda, satırlarda umudu, hayata tutunma mücadelesini, dayanışmayı, vefayı, insanlığı ve ölümüne xabze kurallarına uymanın olağanüstü çabasını görecek hayretler içinde kalacaksınız.
Eminim bu eser kalemle, klavye ile yazılmadı.
Hayri Ersoy, bu eseri yüreğiyle yazdı, değilse duygular bu kadar coşkun halde yüreklere akar mıydı?
Heyecanla sayfaları çevirirken Kımaraca, Paçkuk Bey, Abdullah Hoca, Asiye Nine, Bazala, Nusret Çavuş, Amra, Sumaf, İsmail, Hurşit Ağa, Marisa Hanım’la öylesine bir sevgi ve ilgi bağı kuracaksınız ki bu güçlü karakterler sizinle bütünleşecek. Ya Akbenek ya beyaz tay?..

TEBRİKLER KUTARBA HAYRİ ERSOY!
Kutarba Hayri Ersoy, geniş kelime dağarcığı, etkili betimleme gücü, derin tarih ve kültür bilgisi, sağlam üslubuyla oldukça akıcı ve sade diliyle okunmaya değer, harika bir eser ortaya çıkarmış, tarihe not düşmüş!
Tebrikler Hayri Ersoy, iyi ki varsın!
Hayri Ersoy’un yaşını ve dönemini bilmeyen her okur, onun bizzat sürgünü, insanın kanının donduran o olayları bire bir yaşadığını, yaşadıklarını anlattığını sanacak.
Değilse olaylar bu kadar canlı, bu kadar duygu yüklü, bu kadar yürekten nasıl anlatılabilirdi ki!
Ey yürekli koca yazar, sen bu eserle bu trajediyi yaşadın, yaşattın, yürekleri duygularla doldurdun, tarihle yüzleştin, okurlarını yüzleştirdin, çaresizlerin çaresi olan yiğitleri bir kez daha tarihle bütünleştirdin.
Sen, sürgün kavramına derin anlam ve detay kazandırdın.
Sen, o unutulmaz, talihsiz olaya, o derin acıya renk ve tat kattın; sevgiyi, sevdayı, vefayı unutmadan, insanî ve ahlâkî değerleri pas geçmeden, “xabze” yi atlamadan. İyi ki varsın!

SÜRGÜN SÜRECİNDE İNSANLIĞA DERS OLACAK SAHNELER
Eseri okurken en derinden hissedeceksiniz ki açlık, hastalık, ölüm dahil hiçbir acı, hiçbir endişe bu halkın dayanışmasına, zarafetine, vefasına, daha da önemlisi insanî ve ahlâkî değerleri yaşamasına mâni olamadı!
Bilmem ki bu nasıl bir değerler manzumesi?
Sayfalarda geçen, satırlarda vurgulanan o çaresizlik ve çözümsüzlüklerin zirve yaptığı anlarda dahi o insanlık ve vefa sahneleri, o her şeye rağmen dik duruş, o genlerdeki asalet ve inanç… Temelinden sarsıyor tüm ezberleri!

HALKLARI UNUTULMAZ YAPAN DEĞERLER
Demek ki bu değerlermiş halkları unutulmaz yapan.
Bu değerlermiş toplumumuzun altın madalyaları, pırlanta takıları!
Bu duygular canlı kaldıkça, bu duygu sahipleri var oldukça bu kültür yaşayacak!
Yaşasın, bin yaşasın bu tarifsiz trajediyi ölümsüzleştirenler!
Ruhunuz şad olsun, kültür bilinciyle tarihe not düşen, anavatanlarını, sevdiklerini, anılarını, her şeyini yitirdiği halde bilinmez diyarlarda direnen yiğitler!

VATAN KAVRAMI DERİNLİK KAZANIYOR
Eseri okurken doğayla bütünleşecek, doğanın dilini öğrenecek, doğa ile konuşacak, doğayla dertleşeceksiniz.
İfadelerdeki duygu ve düşünceler, olaylar, vatan kavramına derinlik katacak, bu kavramın önemini ve ağırlığını arttıracak, kavramın ağırlığı adeta beyninizi yakacak!

KUTARBA HAYRİ ERSOY KİMDİR?
Kutarba Hayri Ersoy, 1959 yılında Düzce’nin Akçakoca ilçesinin Esmahanım köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İTÜ İnşaat Fakültesinden inşaat mühendisi olarak mezun oldu.
Kafkasya, Kafkas diasporası ve Kafkas halklarının tarihi, kültürü, etnografyası ile ilgili kitapları, makaleleri, araştırma yazıları yayınlandı. “Alaşara” adlı bir tarih, kültür ve sanat dergisi çıkardı.
Ana dili olan Abazacadan Türkçeye kitaplar ve araştırma yazıları çevirdi.
Çalışmaları Arapçaya, İngilizceye Rusçaya, Abazacaya çevrildi.
İki kız ve iki torun sahibi olan Kutarba Hayri Ersoy, 2006 yılından bu yana “Abhazya Yazarlar Birliği” üyesidir.
Eserleri:
Çerkes Tarihi, Dili Edebiyatı ve Tarihi ile Çerkesler, Sürdüler Sürgün Oldum, Sürgün Sessiz Ölür, Çöl Sıcağında Bile Üşürsün Sürgünsen,
Çeviri Kitapları:
Son Ubih- Bagrat Şinkuba, Orta Çağ’da Abhazlar, Lazlar- Gerg Amıcba, Abhazya’da Yaşam ve Kültür- Yura Argun

ESERDEN KISA KISA
Kardeşim ölecek mi hala?
Küçük Esma’nın güçsüz ve titrek sesi, sığındıkları karanlık ve soğuk mağaranın duvarlarında yankılanan fırtınanın gürültüsünde kaybolup gitmişti…
…Fedakâr hala Kımaraca, otuz yaşındaydı ama hiç evlenmemişti. Aslında bir zamanlar sevmiş ve sevilmişti. Onun da yüreği aşk ateşiyle kavrulmuş, gönlünü çalan adamla mutlu bir geleceğin hayallerini kurmuştu, hem de şiddetli savaşların bitip tükenmeyen onca kan ve gözyaşının arasında…
Hırçın Karadeniz’in binlerce yıllık bileği bükülmez korsanları, kar ve buzullarla kaplı Kafkas Dağlarının yılmaz savaşçıları, toplandıkları bu solgun ateşin başında belki de yaşamları boyunca ilk kez başları eğik, boyunları bükük oturuyorlardı. Bu, onlar için ölümden de beterdi. Çünkü büyükleri onları her zaman “Boynun bükük yaşayacağına başın dik öl!” demişlerdi…
Ruslar 400 yıl süren ve bir milyondan fazla insanın ölümüne neden olan Kafkasya’nın işgali projesini nihayet sonuçlandırmıştı. Kalabalık ve acımasız Rus ordusu masallar ve mitler ülkesi Kafkas Dağları’nın son direniş noktası olan Abhazya’nın “Ahçıpsı” bölgesinin merkezi “Kbaada” köyünü de ele geçirince sıcak savaş sona ermişti…

Geldiğimiz bu ülke kötü bir yer değil elbette, tüm Müslümanların sultanının ülkesi. Burada iyi insanlar yaşıyor, dost ellerini bize uzatacaklardır. Ayrıca 13 yıl önceki büyük sürgünde buralara gelen akrabalarımız var mutlaka! Yakınlarda bir yerlerde yerleşmiş ve mutlu bir şekilde yaşıyorlardır…
Kamptaki “Akapalılar arasında yoğun bir telaş başlamıştım şimdi. Çünkü koşullar ne olursa olsun burada kamp kurdukları bu yaban ellerde bile konuklarına “konuk” gibi davranmak zorundaydılar…
Sürgünzedeler kendilerini yapılan bu yardım karşısında çok duygulanmış bir o kadar da utanmışlardı. Çünkü onların geçmişinde, en zor koşullarda bile birbirlerinden sadaka niyetine yardım almak yoktu. Gerçi hediye almayı ve vermeyi çok severlerdi ama bağış almak onlar için çok alçaltıcı bir duyguydu…
Günün ilk ışıklarıyla uyandı Paçkuk Bey, giysileri yıkanmış kurutulmuş ve ütülenmiş bir şekilde gece bıraktığı yerde duruyordu. Evin kızı Goaşenay, yaşlı adamın odasından gizlice aldığı giysileri yıkamakla kalmamış, gece yarısından sonra ocaktaki ateşte kurutarak sabah olmadan hazır hale getirmişti…
Sadaret, gerçekten işini biliyor, Saray’ın neden hep Çerkes kızlarını seçtiği şimdi çok daha iyi anlaşılıyor. Onlar hem güzel hem de çok becerikliler, diye geçirdi içinden…
Bakalım sürgünzedeler, tanımadıkları, dilini, kültürlerini bilmedikleri bu bilinmezler dünyasında ne yapacaklar, nasıl hayatta kalacaklar? Daha önce buralara sürülen akrabalarıyla buluşabilecekler mi?.. Bakalım, umutlar yeşerecek mi, yüzleri gülecek mi, yeni bir hayat kurabilecekler mi? Yoksa…
Gençlerin biraz önceki telaş ve korkuları bir anda gitmiş, yerini sevinç çığlıklarına bırakmıştı. Çünkü bu köyün ilk bebeği doğmuştu. İlk gün doğumu, aynı zamanda ilk bebeğin doğumunu müjdelemişti…

TEMENNİ
Umarım duyarlı toplumumuz, bu güzel eserden gereği gibi faydalanır, “Sürdüler Sürgün Oldum” çok kişiye ulaşır, çok kişi tarafından okunur.
Umarım halkımız daha fazla okur, daha çok sorgular, kendisine, tarihine, kültürüne, sanatçısına, bir avuç yazar ve çizerine daha çok sahip çıkar, sanat ve edebiyatta daha çok derinleşir, daha fazla zenginleşir.
Tarihi, kültürü, kimliği ile barışık, huzur içinde yaşayan daha müreffeh bir toplum temennisiyle.

Share