Yemuz Nevzat TARAKÇI
Sürgün çocukları yine yollarda… Kafkasya, Çukurova, Göksun…
Bu ay, hayata tutunabilmek için bir bilinmeyene sürüklenişin hazin hikayesini konu edineceğiz.
Minicik günahsız çocuklar, yorgun, yaşlı dedeler, hasta nineler, çaresiz anne babalar, öfkeli gençlerle vatanlarından acımasızca sökülüp atılan bir halkın, yaşamak, sadece yaşamak uğruna verdiği yürek yakan yaşam mücadelesini…
SİVRİSİNEK ÇEHENNEMİNDEN KAÇIŞ
Adil Bozkurt, Çerkeslerin sürgün sonrası yurt edindikleri, dönemin sivrisinek cehennemi olarak bilinen Çukurova’dan Göksun bölgesine kaçışı, duygu dolu ifadelerle anlatmış.
Yazar, sadece anlatmamış, olayları nefes nefese yaşamış, okuyucusuna da yaşatmış. Her cümleye, her kelimeye, her harfe sinmiş endişe, korku, çaresizlik…
Araştırmacı yazar, şair Adil Bozkurt’un Elbruz kitabından bahsediyorum, her ifadesi tarih, kültür ve “xabze” ile yoğrulan cümleler bütününden.
TAM DA BİZİMKİLERİ ANLATIYOR
Elbruz, bölgesel acıları ön plana çıkaran fakat her okuyanın “Tam da bizimkileri anlatıyor, beni anlatıyor!” diyeceği bir hayatı yansıtıyor. Bu kitap, anavatanından sürülen, çaresizliklerle boğuşan, yeni umutlarla yaşama tutunan bir halkın, sosyal, kültürel, ekonomik yaşantısını, imkansızlıklarla mücadelesini, çaresiz kaçışları, dayanılmaz acıları, düğünleri, cenazeleri, ikinci vatan bildikleri Türkiye’yi, Türk halkının milli mücadelesini, Çerkes halkının bu mücadeleye katkısını pırıl pırıl ifadelerle anlatan bir eser.
Ya Hanife ile Askerhan’ın temiz aşkları… Ya bu çaresiz insanların Anavatanlarından yeni vatanlarına taşıdıkları değerleri, estetik davranışları, yiğitçe duruşları, xabze kuralları…
Sanat yapma derdiyle hiç dertlenmemiş Adil Bozkurt. Okuduklarını, gözlem ve incelemelerini, canlı tarihlerden dinlediklerini, onlardan öğrendiklerini, en sade şekliyle, en içten duygularla kaleme almış. İşte bu vefalı tutumun, bu alkışa değer çabanın ölümsüzleştirdiği eserdir Elbruz!
Eseri okurken kâh gözyaşı dökecek kâh kahrolacak yer yer umuda kapılacaksınız. Yazarın yüreğinin en derinlerinden gelen saf, duru ifadeler alıp götürecek sizi… Çelesket Osman, Sise Guaşe, Batırbi, Jıbğe, Askerhan, Hanife, Ashad, Nan, Elbruz, Daynane, Meleçhan, Neris, Setenay, Şipse, Gupse… Akrabanız, komşunuz, eşiniz, dostunuz olacak, onlarla gülüp onlarla üzüleceksiniz.
ADİL BOZKURT KİMDİR?
Kahramanmaraş / Göksun / Mehmetbey köyünde çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.
Okul dışındaki çocukluk ve gençlik yıllarındaki zamanı, arazilerde çalışarak geçti. Çobanlık yaptığı zamanlarda saman kağıdından sarı sayfaları karaladığı şeyleri bir gören olur düşüncesiyle yırtarak rüzgâra savurdu çoğu zaman. Babasının cep takvimindeki tüm bilgiler ve dünyadaki ülkelerin isimleri, bayrakları, harita atlaslarından Türkiye’nin tüm ilçe ve nahiyelerin ezberleyerek kış günlerinin uzun gecelerine ortak oldu.
Kendi ifadesiyle, yaşamın tüm zorlukların bir köşesinden omuzladığı günlerde anılarla dolu bir köy hayatının dibine vurarak yaşadı. Özel sektörde muhasebe üzerine çalıştı, daha sonra petrol rafinerisinde görev yaptı. Emeklilik döneminde içinde biriktirmiş olan yazma merakından vazgeçmedi. Dört metrekarelik hobi odasında serbest yazılar, şiirler yazmanın tarifsiz huzurunu yaşamaya devam ediyor.
ÇELESKET ADİL BOZKURT DİYOR Kİ…
Bu kitap, belgeler ışığında yazılmış bir kitap değildir. Büyük sürgünü yaşayanların silsile yoluyla bana anlattıkları yaşanmışlıklardan yola çıkılarak hazırlanmıştır.
Herhangi bir resmî belge yoktur. Sadece büyüklerimden dinleyip sözlü olarak bana aktarılmış bilgilerin derlenmesi ile yaklaşık 150 yıllık bir zaman periyodunu kapsamaktadır. Bize, hakikat adına bir şeyler öğreten atalarımıza teşekkür etmeliyiz. Çünkü onlar, bizim hakikate ulaşmamızın varoluş nedenlerindendir. Hakikatin güzelliğini benimsemekten ve ona sahip olmaktan utanmamalıyız! O halde hakikati yerine getireni ve öğreteni küçümseyemeyiz, aksine onlarla şeref duymalıyız.
TEŞEKKÜR
Teşekkürler Adil Bozkurt! İyi ki bu anlamlı anıları, bu tarihi olayları ölümsüzleştirdiniz, iyi ki varsınız!
Kültüre ilginiz, toplumunuza duyarlılığınız alkışa değer.
Aileniz ve sevenlerinizle sağlık ve huzur içinde nice güzel günlere, nice güzel eserlere…
ESERDEN KISA KISA
“Sürgün çocukları yine yollarda… Çukurova’nın sivrisineklerle dolu sıcak bir yazına tahammül etmenin imkânsız olduğunu düşünerek ilkbaharın ilk aylarında yola çıkmaya karar vermişlerdi. Gidecekleri bölgenin de uzaklığı düşünülürse neredeyse bir haftalık yolları vardı, tabi her şey normal şartlar altında gerçekleşirse.”
“Sabahleyin erken saatlerde herkes bin bir heyecanla tekrar göç yoluna, bilinmeyen yerlere yola çıkmanın heyecanı ile başladı yeni yolculuk. Herkes, ufak tefek kap ve kazanların bir kağnı arabasına yüklenmenin çabası içerisindeydi… Bir an evvel yola çıkıp bir bilinmeyene doğru yol almanın heyecanıyla…”
“İnsan yüreği ne kadar da çok acıya tahammül edebiliyordu… Kendi vatanlarında yaşadıkları bölgelere en çok benzeyen bir yer bulup hayatlarını idame ettirebilecekleri o yere gidip yerleşmek…”
“Bu arada tifo, dizanteri, sıtma gibi birçok bulaşıcı hastalık kol geziyor… Diğer taraftan, derin düşünceler içinde alın ve yüz çizgileri derinleşmiş, ak sakallı büyükler, önlerine çıkacak her bilinmezle nasıl mücadele edileceklerini, her fırsatta dile getiriyordu…”
OŞHEMAFE’YE NE KADAR BENZİYOR BU DAĞ!
“İçlerinden en yaşlı thamatelerden Çelasket Osman, Toros Dağları’nın tepesindeki puslu bulut kümesine doğru bakıyor, derin bir iç çekerek sesli düşünüyordu: Hey yarabbi, Elbruz Dağı’na, Oşhemafe’ye ne kadar benziyor bu dağ… Tehlike ile kardeş olmuşlardı artık bu insanlar…”
KAFDAĞI MASALLARIYLA BÜYÜMEK
“Anneler, küçük çocuklarına acı ve sevgi ile yoğrulmuş bal tadında Kafdağı masalları anlatıyorlar, acılarını kalplerini gömerek, gülümseyerek, umut vaat ederek, yumuşacık parmak uçlarıyla saçlarına masajlar yaparak anlatıp uyutuyorlardı…”
“Hiçbirinin gönül gözü uyumuyor. Her an bir tehlike olur düşüncesi, korunma içgüdüsü ile her an müteyakkız durumda, bir elleri bellerindeki gümüş saplı kamaların kabzasında…”
“Çerkeskasını yere sererek sabah namazına kıldı, uzun uzun dualar etti. Gelecekleri için, önlerindeki engelleri daha kolay aşmaları için…”
“Dillerini bilmedikleri bir ülkede yaşamanın zorluklarını daha şimdiden yaşamaya, hissetmeye başlamışlardı.
Hemen mola verip bu geceyi de burada geçirdikten sonra yarın sabah erkenden kalkıp bir ömür ikinci vatan olarak kalacakları yere gideceklerdi.
GÖKSUN/ MEHMETBEY KÖYÜ
Birkaç saatlik yolculuktan sonra kıvrılarak akan Terbüzek Çayı’nın kenarından sevinçle ilerlediler kâh Terbüzek Çayı’nın içinde geçerek kâh suyundan içerek… Bu çay, Anavatanlarındaki “Pısıj” Kuban Nehri’ne ne kadar benziyordu… Gürül gürül akışı, soğukluğu, berraklığı, sağlı sollu ormanları, ağaçların büyüklüğü, doğasıyla adeta küçük Kafkasya gibiydi…”
“150 kişilik bir göç kafilesi geldi, yukarıda Terbüzek Çayı’nın doğduğu yere yerleşmişler, Osmanlı Devleti tarafından gönderildi, diyorlardı…”
“Bu yeni göçmenlerin aidiyet duygusu çok yüksekti, hiçbir iyiliği karşılıksız bırakmıyor, nerede görev tebliğ edilirse cansiperane mücadele ediyorlardı.”
“Ot yığınları, keven, kenger stokları haylice yapıldı. Devlet tarafından verilen küçükbaş hayvanlar otlatıldı, sütlerinden peynir, tereyağı stoklandı. Kış için artık ölmeyecek kadar yiyecek mevcuttu…”
“Halk arasında; Rusya’dan gelen adamlara çok fazla yardım ediliyor, onlara arazi falan veriliyor, yarın bir gün bunlar bizim başımıza bela olurlar ha, diyerek bir sürü dedikodular yapılıyordu…”
ACI ÇEKMEK KADERLERİ
“Yıllarca acı çekmekten, zulüm görmekten yorulmuş bir milletiz. Biz de sizin gibi aynı peygamberin ümmetiyiz, Müslümanız! Yapmayın, etmeyin!..”
“Acı çekmekte yürekleri taş gibi olmuş insanların ciğerlerine bir ateş daha düşmüştü. Mücadeleyi bırakmak var mı, ta ki son bir insan kalıp onun da nefesi son bulana kadar!”
BURASI NALÇİK SANKİ
“Babalarının ve köyde yaşayan tüm ailenin bin bir cefa ve zorluklar ile birkaç ülke dolaşarak aç, susuz, çıplak, çaresiz ama hayatta kalma mücadelesi ve azimleri sayesinde kurdukları, yerleştikleri köy, tıpkı Nalçik’te yerle bir edilen köylerinin neredeyse aynısıydı.”
BIRAK ASİMİLEYİ, ÖĞREN TÜRKÇE’Yİ SAĞLA GEÇİMİNİ
“Bir taraftan Osmanlıca eğitim veriliyor, diğer taraftan da insanların rahatsız edilmeden en kısa sürede asimile olmaları için değişik metotlar uygulanıyordu. Ama kimin umurundaydı, herkes en kısa yoldan Türkçeyi öğrenip en kısa sürede geçinmenin yollarını arıyordu…”
HANİFE ve ASKERHAN’IN TEMİZ ÖRNEK AŞKLARI
“Bir ara komşuları ‘Siuğhlar’ dan, beline kadar düşen örgülü saçları, incecik beli, üzerindeki çiçekli elbisesi ile kapıyı açar açmaz Askerhan ile göz göze geldi. Askerhan, bir an kalbinin acı tatlı karışımı bir duygu ile içine doğru aktığını, sanki şıble (yıldırım) çarpmış gibi içinin titrediğini hisseti… Akşam yemeklerini de yediler, havadan sudan konuştular fakat Askerhan’ın aklı fikri komşu kızda kalmıştı.”
“Askerhan’ın eli ayağı birbirine dolaştı, nefesinin daraldığını, bir an kanatlanıp uçacağını hissetti. Karşısında kuğu gibi süzülen Hanife, adeta aklını başından almıştı…”
“O sırada evin dış kale kapısı açıldı. Elinde tepsi, tepsinin üzerinde bembeyaz örtüsü ile “Nıse, nıse!” (Gelin, gelin!) diye çağırdı. Nıse de hemen fırladı gitti, Hanife’nin elindeki şelame (yağda kızartılmış hamur) tepsisini aldı elinden, niye zahmet ettin kızım, dedi…”
KAŞEN…
“Askerhan, Hanife, dedi kısık bir sesle. Ben, seni çok beğendim, bir maniniz yoksa kaşen olmak istiyorum, dedi. Hanife’nin yüzü kızardı, utandı, hiç cevap vermeden odadan çıktı…”
“Vallahi sigoş o, ailenin tek kızı, ayrıca sülale olarak çok anlı, şanlı insanlar. Sürgün esnasında birçok insanlarını yollarda kaybettiler, kimi kimseleri yok, tek tesellileri Hanife, onun mutluluğu, bu iki yaşlı insanı ayakta tutuyor, mutlu olmaya çalışıyorlar…”
BU BÖYLE OLMAYACAK
“Aradan bir ay geçti, haber için gelen giden yok, iki ay geçti gelen giden yok. Bir gün evde kimse yokken atını hazırladı, giyindi, kuşandı, heybesine evden biraz haluj biraz da Çerkes peyniri koydu. Babasının her zaman hazır tuttuğu “Karadağ beşlisi” dediği bir silah vardı, onu da yanına aldı, kamasını beline takıp atını mahmuzladı doğru Uzunyayla, Panlı’ya…”
“Hanife, hiç uzatmadan tek soru soracağım sana, ben seni kaçırmaya geldim, benimle gelecek misin yoksa seni zorla mı alıp gideyim, dedi. Hanife, hiç cevap vermeden Askerhan’ın gözüne baktı. İhtiyar babası ve annesi gözünün önüne geldi. O, erkek gibi yetişen Hanife, adeta kuzu gibi oldu. Hiçbir şey söylemedi, boğazı düğümlendi, arkadaşının şaşkın bakışları içinde Hanife’yi bir hamlede belinden tuttuğu gibi atın üstüne kaldıran Askerhan, atının mahmuzlarına dokundu…”
KALBİME LAF GEÇİREMİYORUM
“Hanife, benim şu anda yaptığım aslında çok yanlış, seni doğuran, büyüten annen ve babandan zorla koparıyorum… Kalbime laf geçiremiyorum inan… Benim dayanacak gücüm kalmamıştı senin hasretine. Bütün bunlara rağmen seni kırmak seni ve ailen üzmek istemem, eğer buna rağmen yine beni istemiyorsan ben senin için canımı vermeye hazırım!..”
“… Setenay ile Elbruz’un, evliliklerinin altıncı yılından başlamak üzere altı çocukları oldu:
Kızlar; Sine, Sipse, Gupse; erkek çocuklar, Perit, Nerit, Şhafit…”
TEMENNİ
Umarım duyarlı toplumumuz, bu güzel eserden gereği gibi faydalanır, “Elbruz” çok kişiye ulaşır, çok kişi tarafından okunur.
Umarım halkımız daha fazla okur, daha çok sorgular, kendisine, tarihine, kültürüne, sanatçısına, bir avuç yazar ve çizerine daha çok sahip çıkar, sanat ve edebiyatta daha çok derinleşir, daha fazla zenginleşir.
Tarihi, kültürü, kimliği ile barışık, huzur içinde yaşayan daha müreffeh bir toplum temennisiyle.