Damdan düşenin halinden anlamak için damdan düşmek gerekmez…strong>
p>Yirmi bir Mart günü Türkiye, otuz yıldır süren iç savaşın sona erdirilmesi ile ilgili güçlü bir barış adımı attı gibi görünüyor. Yirmi iki mart gününden başlayarak barıştan çok, Diyarbakır’da bir milyonun üzerinde katılımla düzenlenen kutlamada sahne düzeni, asılan-asılmayan bayraklar tartışılıp duruyor. Muhalefet partileri beş bin kişilik miting bile yapamazken; Diyarbakır’da Kürtler Newrus kutlamasında beş bin kişi görev yapmış, bir milyonun üstünde kişi katılmış. BDP son seçimlerde iki milyon civarında oy almış. Seçmenlerinin neredeyse tamamını bir merkezde toplayarak etkinlik yapabilen başka bir siyasi parti dünya da var mı şüpheliyim. Bu durum herkese, Türkiye’de barış isteğinin Kürt tarafının ne kadar güçlü bir istek halinde olduğunu göstermez mi… Abdullah Öcalan’ın mektubu etkinlikte Kürtçe ve Türkçe okundu. Mealen dedi ki, Dağda değil düzde siyaset yapınız. Silahla değil, demokratik kazanımlarınızı kullanın. Silahlarınızı bırakın, ülke dışına çıkın, Misak-i milli sınırlarda her milletten halklarla geleceği yeniden kuralım… Oysa, Arap diyarında iki yıldır süren siyasi dalgalanma bir türlü durulmadı. Araplardaki bu dalgalanmaya, ‘bahar’ diyenler olduğu gibi, bunu ret edenler de. Ancak ilk günden itibaren şiddetin çok hızlı tırmandığı ve kan gölüne dönüşen Suriye’de ne olacağı belirgin değil gibi. Geçen iki yıllık süreçte, Kürtler otonom özerklik kazanmış, yüz bin civarında -çoğu sivil- insan hayatını kaybetmiş, iki milyona yakın insan yerini-yurdunu kaybedip, Suriye dışına kaçmak zorunda kalmış, beş yüz bini de Türkiye’de yaşadığı bilinmektedir. Diğer Arapların yaşadıkları siyasi çalkalanmaya ‘Bahar’ dense de, Suriye’de yaşananlara bahar değil, Karakış demek bile açıklamaz gibi… Tam bir tıkanma ve belirsizlik, rutin haline gelmiş gibi… Yine bu iki yılda, Suriye’de mevcut yönetim ile İran arsında sıcak yakınlaşma ve İran’ın açık desteği, Özgür Suriye Ordusu denilen muhalif silahlı İslami gurupların oluşması, İsrail ile ABD taraf olmak yerine, izleyelim görelim moduna, kendi salınımına bırakmış görünüyor. Oysa, Suriye iç savaşının çözümünde kilit rol, İsrail ile ABD’de denilebilir. Mevcut yönetimin iş başında kalması, İsrail’in sınırına İran nüfuzunun taşınması anlamına gelirken, Muhalefetin kazanması da İsrail’in sınır komşusu başka bir Hizbullah ya da Müslüman kardeşler ve El Kaide’nin egemenliği anlamına gelecek ki, işlerine gelmemektedir. O zaman, var sayılan ya da görünen çözüm senaryoları dışında çözüm arayışlarından söz edilebilir.
p>Suriye’nin yakın geleceği ile ilgili ; [1] Mevcut yönetimin reformlar ve yeni bir seçim yaparak iktidarda kalması,[2] muhalefetin iktidarı devralması, [3] Suriye’nin parçalanarak, Türkiye sınırında Kamışlı merkezli Kürt, Lübnan sınırında Şam merkezli Dürzi, Antakya sınırı boyunca Laskiye merkezli Şii ve geri kalan kısımda da Sünni Arap devletçiklerinin kurulması… [4] Bir başka senaryo da, Suriye parçalansa da yapısını korusa da; İran, Irak , Suriye ve Türkiye topraklarında paylaşılmış Büyük Kürt Devletini kurmak. Daha çok Pentagon çıkışlı bu projeninmerkezin neresi olacağı çok önemli. Uluslararası ve bölge ülkeleri dengeleri açısından Kuzey Irak merkezli bir devlet ihtimal dışı değilse de pek uygun görünmüyor. Bu durumda Türkiye merkezli bir federasyon devleti hem orijinal Misak-i Milli sınırları çerçevesinde daha meşru görünmekte olup, İran’a karşı direnebilecek güçte olması dışında, bu günkü iktidarın da yayılma isteğine ve iştahına uymaktadır. Son on yılda ciddi büyüme gösteren Türkiye bu tür bir eğilime yabancı değil gibi görünüyor. Belki de Suriye’de kurulacak devletçiklerden birini de bu federasyona katmak mümkün olabilir. Bu anlamda, Suriye coğrafyası da hegemonya altına alınmış olmaz mı… İran’ın kendi coğrafyasına kilitlemek anlamında bu proje İsrail için son derece uygun gibi görünmektedir. Öte yandan, Dört parçalı Kürt devletinin oluşması ya da bir federasyon şekline getirilmesi İran’ın kabul etmeyeceği biliniyor. Bu durum, üç parçadan kurulacak Kürt devleti hem İran-İsrail arasında bir tampon alan hem de kurulacak Kürt devletinin dördüncü parçası için İran’la sürekli gerilim haline gelecek. Ama Türkiye merkezli oluşacak genişlemiş federasyon devlet , İsrail için daha da iyi bir çözüm gibi görülmektedir. Alelacele, açık zorlamalarla Erdoğan yönetiminin Kürt sorununu siyaseten çözmeye çalışması bundan olabilir mi acaba. Zira bu düşüncenin ortaya çıkmasından itibaren Türkiye NATO’dan bir koridor açılmasını zorlamış ama başaramamıştı. Öcalan bu paradokstan yararlanıp ciddi kalıcı ve lehte siyasi bir hamle için fırsatı görmüş olabilir mi? Zira, İmralıTBMM’nin alt komisyonu gibi çalışmakta, ‘ bebek katili ‘ dedikleri Öcalan, Öcalan konumuna yükseltilmiş; şimdilik yazılı olarak, ama kısa süre sonra da, Tv lerden ‘ulusa sesleniş’ yaptırılırsa şaşmamak gerek… Savaşın diliyle yıllardır oluşturulan Kürtleri ve PKK yi aşağılayan psikolojik harp faaliyeti olarak oluşturulan kamu bilincindeki kötü imaj, yani; Kürt ve PKK ihanetinin kamu oyu belleğinden silinerek, barışın dilini yerleştirmek süreci yaşanmaktadır gibi… Otuz yıldır oluşturulan kara propagandayı tersine çevirme işi yine aynı kuruma düşmüştür. Reel politikada her şey her zaman tersine dönüşebilme olasılığına örnek olabilir bu durum…
p>Suriye’nin kadim dostu Rusya Federasyonu ise Esat yönetiminin arkasında durmaktadır. Bölgedeki, hatta tek dış askeri üssünün bulunduğu Suriye’nin kısa orta gelecekte bir istikrar umudu olmamasından mı, askeri üs talebi ve ekonomik yatırım ( doğal gaz arama) anlamında Güney Kıbrıs’a yöneldiğini söylemek mümkün. Rusya federasyonu Deniz Kuvvetleri Komutanı, Viktor Çirkov, ‘Akdeniz Filosu oluşturduklarını’ basın önünde açıklamıştır. Bu gücün uğraklarından biri olacak olan ve birden çok ülkenin çıkar çatışması alanı olan Suriye-Laskiye’deki askeri üssünü korumak istese de, güney Kıbrıs’ta kurulacak yeni bir askeri üs daha cazip ve akılcı gelmektedir. İran’ın amaç ve hedefleri Suriye’deki şii yönetimi korumak dışında daha çok, İsrail merkezli olup, Suriye ile ilgili sonuç hayati önem taşırken; İran-Rusya Federasyonu ikilisi ile hareket eden Çin, daha çok bölgede varlığını hissettirerek sürdürmek olarak sınırlıdır denilebilir. Sonuç olarak Suriye’de kısa-orta vadede siyasi ve barışçı bir çözüm görünmemektedir. Kısa sürede çözülse dahi, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, Suriye’nin ve bölgenin toparlanması uzun yıllar alacak gibi görünmektedi. Bu senaryoların hiç birisi kısa ve orta vadede Suriyedeki Çerkesler için mutlu bir gelecek umudu taşımamaktadır demek yanlış olmaz sanki…
…
Suriye’nin etnik yapısı:% 77-83 Arap ,% 7-8 Kürt ,% 12-14 Türk ,% 2 Ermeni,% 1 Çerkez,% 1 diğer, ayrıca Filistin ve Iraklı mülteciler. Dini gruplar ise: Sünni %85, Nusayri %8, Hristiyan %3, Dürzî %3 ve az sayıda diğer İsmaili, Caferi, Yahudi ve Yezidiler şeklindedir. Suriye nüfusunun Yaklaşık olarak yirmi milyon olduğu düşünülürse, Çerkes sayısı: iki yüz bin olarak düşünülebilir. Bu sayı minimum yüz elli bin olarak ifade edilmektedir. Çerkesler, kendi içinde oran sıralaması olarak Abzeh, Bjeduğ, Kaberdey ve Şapsığ şeklinde sıralanabilir. Nüfusun çok büyük kısmı başta Şam olmak üzere, Halep ve Humus kentlerinde yaşamaktadır. Kent dışında yaşayan Çerkesler, Şam’ a bağlı on iki köy, Humus’a bağlı sekiz ve Halep’e bağlı dört köyde yaşamaktadırlar. Golan bölgesini bin dokuz yüz altmış yedi de İsrail işgal edince, orada yaşayan Çerkesler daha çok Şam (Damask) a yakın yerleşmişlerdir. Sayıları, dört köyde bin aile civarındadır.
Suriye Çerkeslerinin Aile-sülale isimleri de kendine özgün farklılık gösteriyor. Eski sülale isimleri dışında, aynı sülaleden dedesinin adıyla farklı aile isimler oluşmuş. Bu daha çok Arap geleneğinde olan (Ahmet oğlu Mehmet) gibi isimlendirmeden kaynaklanıyor gibi. Örneğin, Duğujlar yüzün üstünde farklı aile simine sahipler. Bu anlamda sülale-aile isim sayısı dört binin üzerinde olduğu söyleniyor. Ancak orijinal sülale isimlerini de terk etmemişler. Anavatandaki ya da diasporadaki akrabalar Suriye’deki akrabalarıyla ilgilenmek isterlerse diye bu isimlerden başlıcalarını buraya almak istedim. Yazılış hataları olabileceği gibi eksik de olabilir. Ancak var olanlardan bir ilişki bile kurulup yardımlaşma sağlanabilirse, bu da küçümsenmemeli. Beşmak, Pşımaxha, Barıbay, Stass,Kedeköy, Mazuxh, Kozerweş, Şoke, Kankuş, Maşpeş, Wefey, Natuğ, Wa tuğ, Bağ, Woğesel, Thxaxaq,Besmoğ, Yenelıka, Lawıj, Wıguhx, Agoşa, Batırdag, Kamılmaz, Kat, Şıhxıj, Lawış, Abış, Golfagc,Alfedeka, Gatuğ, Bjeduğ, Weroka, Merzey, Semguğ, Ğuş, Jemuhxa, Karden, Kum, Pasf, Şobıth, Sumak, Kamuhx, Temıroka, Beşgur, Zade, Kankuş, Ahxkobik, Karadow, Psıbzuw, Duğuj, Gethxer, Şore, Şaguj,Tetej, Depçen, Şore, Şuman, Ğış, Hxocek, Luhxıç, Şık, Matuk, Şavq, Alfadoka, Şapsuğ, Q’ref, Makawa, S’ey, Talustan, Lxosten, Deer, Beram, A’bıda, Bulat, Hxud, Şoka, A’bışa, P’asf, Kocukan, Kojukar, Şukar, Boriyy, Merzey, Tukan, Araslanıka, Yender, Hxajımal, Kabartay, Daoq’a, Bat’ır, Adzuq, Şanqeriy, Şijj, Cemuq, Qajiy, Tiiz, Nağay, Hxajamad, Serke, Yamır, Wabiy, Hxatuğ, Besmuq, Hxapaq, Yemışa, Nasıp,Hxağur, Marzan, Hxıqbuhx, Bakmaz, Hxamıj, Baroq, Dade,Tamruş, Alıbzdoqa, Boşkan, Hxajamat, Kelimat, Baçuk, Marzan, Qiray, Ebisal, Yeğan, K’all, Nast’raqa, Blenğupse, Ancok, Lepserıq’e, Hxalaw, Beratar, Canuk, Afemğat, Batırdag, Hxunag, Nemt’uq, Alkas, Hxızıroqa, Canbulat, Kazan, Caşoka, Kımm, Carmıka, Yenem, Hxutej, Qojakar, Hxağur, Ketaw, Mastım, T’omuq, Leepseriqa, Makside, Şora, Nahxcıw, T’et’el, Ğış, Hxacamah, Yedık, Araslanıqa, Amışıqa, Somaf, Zebej, Mola, sihx, Perıt, Bat’ıj, Hxabırıka,Bağasa, Şawa, Abzehx, Hxacuk, Şiş, Becemuk, Nağayy, Hxapak, Cemuq.
p>…
p>Suriye Çerkeslerinin örgütlenme biçimlerinde de özgün yanları var. Her köy, biri başkan (Thamade) olmak üzere yedi kişilik Thamada gurubunu seçiyor. Tüm köylerin ya da bölge köylerin Thamade gurupları toplanıp, on beş kişilik yürütme kurullarını oluşturuyor. Bunlardan bir Thamade birini de sekreter olarak görevlendiriyorlar. Öte yandan, yedişer kişilik köy Thamade grupları üçer kişi seçiyor ve bu üçer kişi Resmi derneklerinin delegelerini oluşturuyor. Bu delegeler de, dernek yönetimini oluşturuyor . İç savaştan bu yana ise, ayrıca kurulan Kriz Masaları bulunmaktadır. Bunlar genel ve özel ihtiyaçlarının temin edilmesi ve günlük iletişimin sağlanmasında önemli görevler yürütmektedir. En büyük sorunlardan biri, savaş nedeniyle zorlaşmış olan iletişim ve günlük ihtiyaçların karşılanması. Çerkesler iç savaşta ağırlıklı olarak bir tarafın yanında yer almamışlar. Bireysel katılımlar olsa da toplam olarak ‘bizim savaşımız değil’ anlayışındalar. Devlet memurları işlerine gitmektedirler. Özel işletmeler tamamen durmuş, tarım ve hayvancılıkla uğraşanlar da işsiz kalmış durumdalar. En çok etkilenenler bu son iki kesim. Ama, genel olarak günlük yaşam, Suriye dışında çalışan akrabalardan gönderilen yardımlarla sürdürmeye çalışıyorlar. Günlük ekmek tüketiminin bile çok zor sağlanabildiği koşullarda yaşamaktalar. Standartların ne kadar düşmüş olduğu tahmin edilebilir. Devlet tarafından eskiden bu yana ‘güvenilir halk’ kabul edilir. Bu düşünce değişmemiş görünüyor. Ancak, ‘gitmediğimiz, başvurmadığımız devlet kurumu kalmadı’ diyorlar. Fakat, ‘Çerkeslere yardım etmeyeceğiz ‘ cevabını almışlar. Rusya Federasyonun engel çıkardığını düşünüyorlar. ’Tarihi bir sorumluk içinde olduklarını’ düşünüyorlar. Genel eğilim olarak savaşın bitmesini beklemektedirler. Minimum kayıpla atlatmak genel politikaları durumunda denilebilir. Buna rağmen Bombalama, Köy baskınları ve benzeri durumlar sonunda; Nart Mouhammad Kheir Kardan, Alla Assad Hasan, Yaser Mahmood Al Saiegh, Ahmad Ebraheem Haj Omar (Varoqua), Ridwan Hameed Abaza, Syzar Abaza, Mothafer Sami Teez, Ahmad Srukh, Adel Habag, Mahmoud koki, Mahmoud Jarkas, Mohamed Khair Zakaria, Wais Ales Bek Dolly, Samer Akhoriq, Omar Yashar Rajab, Lina Saleem, Raja Zedo, Abd Al Raouf Farhan Thakoush, Nouri Ishaq Jaweesh, Maen Shora, Weam Daghestani, Bilal Jarkas, Nour Eddin Lakhuj, Hasan Koum AL Maz, Sameer Azmi Saleem, Basheer Dahdah, Mazen Mouhammad Sameer Daghestani, Ahmad Khaled Daghestani, Muhammad Khaled Othman Muhammad Shafeeq, Amer Asran, Haitham Afandi Bek, Waleed Ali Basha Daghestani, Wael Abd Al Razaq Daghestani, Eyad Zindaqi, Houssam Inal, Ghasan Haj Ahmad Balqar, Anas Ghasan Aziz Mashoka, Muhammad Saeed Tsy, Yanal Sameer Islam, Sameer Barhoum Varoqa, Omar Rajab Bouri, Adnan Tomoq, Vesim Şarruğ, Mentor Isaac, Fahmia Hanım(Deyrfol dan gelen misafir) yaşamlarını yitirmişlerdir. Bir çoğu yerini terkedip, ya daha güvenli yerlere ya da ülke dışına çıkmışlardır. Anavatana göç etme eğilimi nasıl sorusuna, yüzde on gibi bir kesim tereddütsüz, Anavatana göç edebilecek olduğundan söz ediliyor. Ancak temel sorun maddi durum ve iletişim. Yol parası, pasaport işlemleri vs. En kolay çıkış yolları Lübnan üstünden uçakla ya da gemiyle olmaktadır. Lübnan’dan Mersin limanına kişi başına gemi bilet fiyatı, yüz seksen beş dolar. Bir ailenin sadece kendilerinin mersine kadar gelmeleri bile ciddi bir para gerektiriyor. Ancak, anavatanın bir devlet politikası olarak gelenlere ilgilenmediklerini düşünüyorlar. Dolaysıyla barınma ve yaşamları için iş olanaklarının olmayacağını düşünüyorlar. Buna çocuklarının eğitimi ve dil sorununu da eklemek mümkün. Ayrıca birikimlri kalmamış, mülkleri de değer kaybetmiş durumdadır. Anavatan sınırları açıldığı zaman , Anavatana en yoğun göç Suriye’den olduğu biliniyor. İş olanakları, dil ve kültürel uyumsuzluklar nedeniyle büyük bir kısmı geri dönmüş. O zamanlar nispeten daha kolay olduğu için bir çoğunun Rusya Federasyonu pasaportları var. Bunlar Rus vatandaşı olarak Rusya federasyonuna başvurup, Rusya’nın vatandaşlarını tahliye etme olanaklarından yararlanmaya çalışanlar var. Çoğunluğu Türkiye’ye geliyor ya da gelmeye çalışıyor. Türkiye’deki Çerkeslerin KAFFED aracılığı ile olağan üstü gayretlerini ve başarılarını biliyorlar ve sonsuz şükranlarını belirtiyorlar. Ürdün’e giden çok az. Ürdün’de yaşayan Çerkeslerin hemen hemen hiç ilgilenmediklerini düşünüyorlar. Tek tük gidenler ise yakın akrabalarına gidenler olduğu söyleniyor. Ürdün Çerkesleri ve özellikle Çerkes dostu gibi yıllardır isim yapan kraliyet fertleri ile ilgili düşünceleri pozitif değil, hatta hayli sert diyebilirim. Bütün umutlarını Türkiye Çerkeslerine bağlamış gibiler…
p>…
Sonuç yerine; KAFFED’in iki yıldır yürüttüğü çalışmalar ve sonuçları açısından kutlamak gerek. Suriye’deki iç savaşta mağdur olan binin üzerinde kardeşimizi Türkiye’de, olabildiğince sorunlarını çözerek güvenli yerlere yerleştirmiştir. Anavatana gitmek isteyenleri de göndermiştir. Bu asla küçümsenmeyecek bir başarı olup, emeği geçenleri tekrar tekrar kutlamak gerek. Bütün bunları, kendi iç dayanışma olanaklarıyla yapmış olmasından da söz etmeden geçmemek gerek. Gerek sosyal medya üzerinden, gerekse reel yaşamda kurulu onlarca Çerkes gurup ve inisiyatiflerin olduğunu biliyoruz. Bunların katkıları ne kadar bilmiyorum ancak, her kişi ve inisiyatif tarih önünde ciddi bir sorumluluk sınavından geçen Çerkesler olarak kendimizi gözden geçirmek zorunda değil miyiz ki. Yirmi bir mayısta yas tutarken vicdani sorumluğumuzu, (Çerkesler için son büyük felaket olan) Suriye’deki kardeşlerimizle ilgili çabalarla ölçülebilir ancak.
p>Suriye’den ayrılabilen savaş mağduru Çerkeslerin sayısı yaklaşık iki bin kişi kadar. Oysa, şartlar uygun olsa, yüzde onu hemen anavatana giderler diye tahmin ediyor konuştuğum bir çok thamade. Bu da, yaklaşık yirmi bin kişi demek. Bu durumda yapılan yapılması gerekenlerin çok azı değil mi…
Hemen belirtmek gerekir ki bu süreçteki tarihi sorumluluk, sadece KAFFED’e ait değildir. Sorumluluk KAFFED’e havale edilip vicdanlar rahatlatılamaz. Her şeyden önce, asıl sorumluluk Anavatan parlamentolarımızın. Devlet düzeyinde bu işin asıl sahibi olması gerekmektedir. Anavatanda göç edenler yardım yapılıyor. Ancak bu daha çok, hatta tamamen kişisel yardımalar toplamı durumundadır. Bu durum, hem sorunun bir devlet sorunuolmasını istememeleri, Rusya Federasyonuna sorun aktarmamak için bir kaçış durumunda olması, yapılması gerekenleri sınırlamaktadır. Toplumsal bir sorun, kişisel inisiyatif, olanak ve vicdanlara indirgemektedir. Bu anlamda, Adıgey, Kaberdey, Osetya, Aphazya parlamentolarında güçlü ve karalı projeler haline gelmesi gerekmektedir. Aksi halde, yirmi bir mayısta sürgün ve soykırım günü parlamentoların samimiyetinden şüphe edeceğimi şimdiden söylemek isterim. Böyle düşünenler varsa da bu kanalın gerçek anlamda açılması için zorlamamız gerekmektedir sanırım. İkinci durum ise, nasılsa ilgilenenler var diye düşünülerek işi KAFFED e havale edilmiş görüntüsünden çıkıp, toplumsal bir kaygı ve fedakarlığa dönüşmesi gerekmektedir. Herkesin yapabileceği, yapması gereken şeyler vardır ve olmalıdır. Ortak toplumsal bir kaygı, endişe, fedakarlık ve faaliyet haline gelmesi bizi birleştirecek; toplum olarak iş yapma ve başarama bilincini güçlendirecektir. En çok eksikliğini hissettiğimiz bu bilince her zamankinden çok şimdi ihtiyacımız var diyebiliriz… Bir çok genel ve pratik öneriler ve projeler üretilebilir. Ancak; [1]Anavatandaki parlamentolar sorunu, ulusal bir sorun olarak Rusya Federasyonuna taşımalı, özel kararlar çıkartılmalı. Rusya Federasyonun geleneksel göç etmek isteyen, sıradan göçmen statüsü şeklindeki tavrı kabul edilemez. Sürgün ve soykırım sonucu sürülen soydaşların, savaş mağduru durumunda anavatanlarına geri dönmek istemeleri; kadim haklarının iadesini gerektirir, sınırlama kabul edilemez.[2] Rusya Federasyonundan çıkacak karaların zaman istemesi düşünülürse, durumun aciliyeti düşünülerek Aphazya parlamentosundan gerekli kararlar çıkartılabilir. Dolaysıyla toplanma bölgesi olarak Aphazya düşünülebilir. Ancak, tüm ekonomik ve projenin örgütlenmesi tüm Çerkes parlamentolarının oluşturacağı bağımsız bir üst kriz komitesi tarafından yürütülebilir. [3] Diasporadaki tüm birey, kurum ve inisiyatifler bu işte yoğunlaşmalı, Özellikle Dünya Çerkes Birliği (DÇB) üzüntü bildirmenin ötesine geçip işin bir yerinde devreye girmeli. Belki de tüm diaspora ile Anavatanda oluşturulacak merkezi kriz komitesi arsında volan kayışı görevini üstlenmelidir. [4] Şu anda durum; ortaya çıkan, iletilebilen ya da yurt dışına çıkabilenlerin sorunu çözülüyor durumdadır. Oysa asıl gereken iletilemeyen sorunları bulmak ve çözmek… [5]Sonuç olarak dünya Çerkesleri Suriye iç savaşındaki soydaşlarımızın mağduriyetleri ve Anavatana dönüşleri anlamında tarih karşısında, tarihi bir sorumluk içindedir. Sorun, tüm Çerkes dünyasının ortak görevi durumundadır. Yirmi bir Mayıs’ta gösterilecek yas ve isamimiyetin vicdanlardaki testi bu işten geçmektedir.
p>Not: Bu yazı, savaş koşulları nedeniyle (isteğe rağmen) Suriye’ye gidilemediği için sosyal medya üzerinden görüntülü ve karşılıklı konuşmalarla yapılan söyleşiler sonucu yazılmıştır. Bazı bilgiler eksik ya da öznel olabilir. Her eksik bilgi tamamlanabilir olduğunu ve koşullar nedeniyle yapılabilirin de yapılması gerektiği düşüncesini taşımaktadır… Görüşülen kişiler, yerel ya da genel komitelerde aktif görev yapmaktadırlar. İsimlerinin verilmemesi güvenlik açısından anlaşılır bir durum olduğu kabul edilmelidir.
nan
Mansur Balcı