Kafkasya'nin en eski halklarından biri olan Oset'ler bu bölgenin tam kalbini oluşturan topraklarda -Ana Kafkas Sıradağı'nın merkez kısmının her iki tarafinda bulunan dağ boğazlarıyla onlara bitişik düzlüklerde - yaşamaktadırlar. Terek, Uruh, Liahva, Aragva ve daha nice irili ufaklı nehirlerin doğduğu yerler Oset'lerin ülkesinde bulunmaktadır. Rusya'yı Güney Kafkasya ve Orta Doğu ile bağlayan karayollarının bir ucu - Gürcü Askeri Yolu (Daryal Geçidi); Oset Askeri Yolu (Mamison Geçidi); ve nihayet daha yakın dönemde açılan Trans-Kafkasya Anayolu (Ruk Geçidi)- Oset topraklarından geçmektedir.
+''+Tarihi boyunca bütüncül bir etnik-kültürel coğrafya oluşturan Osetya günümüzde yönetsel olarak Rusya Federasyonu'na bağlı Kuzey Osetya ya da yeni adıyla Alanya Cumhuriyeti ve 1990 yılında Gürcistan'dan ayrılarak bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya Cumhuriyeti olmak üzere iki kısma bölünmüştür. İki egemen Oset Cumhuriyetinin toplam yüzölçümü on iki bin km kare civarındadır. Oset'lerin toplam nüfusu 600.000'in üzerinde olup, bu nüfusun üçte biri anayurtlarının dışında yasamaktadır.
Diğer Kafkas halklarından farklı olarak Oset'ler Hint-Avrupa dilsel ve kültürel-tarihsel birliğinin irani koluna mensupturlar. Oset tarihi ve dili ile ilgili ilk araştırmalar XVIII. yy.'ın sonlarında yapılmaya başlanmış ve Kafkasya'nın tam ortasındaki bölgede kadim Hıristiyanlık geleneğini sürdüren bu Hint-Avrupa halkına ilişkin bu ilk bilgiler romantik Avrupa'yı epeyce etkilemiştir. Geçen yüzyıl için olağandışı görünen bu olgu, birçok Batılı ve Rus bilim insanını Oset'lerin tarihi, dili ve folkloru konusunda ciddi araştırmalar yapmaya yöneltmiştir. Bu araştırmaların en önemli yanlarından birisi, bir bilim dalı olarak Osetoloji'nin ortaya çıkması olmuştur. Değerli çalışmalarıyla bu bilimsel branşın temelini atanlar arasında, Julius Klaproth, Andreas Sjogren, Vsevolod Miller, Maksim Kovalevski, Georges Dumesile, Vaso Abayev gibi önemli isimler bulunmaktadır.
Bir halkın kökeninin (atalarının) geldiği yer ile anayurdunun farklı olması artık, o halkın tarihi yazılırken önemli bir sorun oluşturmamaktadır. Eski çağlardan beri Kafkasya'nın etnik-kültürel zemininde kökleşen Osetler'in bugün artık "Kafkasya'nın otokton halklarından biri olmadıkları" olgusu üzerine vurgu yapılmamakta ve Osetler Avrasya'daki bütün halklar arasında mevcut etnik-linguistik ve kültürel-tarihsel bağların, karşılıklı etkileşimlerin organik bir parçası olarak kabul edilmektedirler.
Eski Kafkasyalılar ve Hint-Avrupalılar.
Geçen yüzyılın 60'lı yıllarında Osetya'nın dağlık kesimlerinde o zamana kadar bilinmeyen bir Bronz Devri kültürünün izleriyle karşılaşılmıştır. Kuban köyü yakınlarında bir dağ nehrinin eski mezarları aşındırması sonucunda, bu mezarlardan olağanüstü güzellikte eşyalar ortaya çıkarılmıştır. İlk buluşların gerçekleştiği yerin adını taşıyan Kuban kültürü Bronz Devri sanatının zirvelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kuban uygarlığı en parlak dönemini MÖ. 2000'li yılların ortaları ile 1000'li yıllar boyunca yaşamıştır. Kuban kültürüne ait çok sayıda buluntudan özellikle ikisi, en gözalıcı ve önemli örnekleri oluşturmaktadır: Bunlar, Oset dağlarının kuzey yamacındaki Kuban köyü ve güney yamacındaki Tli koyu civarlarında bulunan eski mezarlardır.
Bu bölgelerde ortaya çıkarılan tunçtan eğri baltalar, geniş kemer tokaları, ok ve mızrak uçları, hançerler, bilezik ve kopcalar, insan ve hayvan heykelcikleri sağlamlıkları, itina ile yapılmış süslemeleri ve eksiksiz biçimleriyle oldukca etkileyici görünmektedir. Eşyaların çoğu oyma resimlerle bezenmiştir. Kuban sanatının bu özellikleri daha sonraki Alan dönemi eserlerinde de çok belirgin bir biçimde izlenebilmekte ve aynı geleneğin bugünkü Oset sanatında da devam ettiği görülmektedir.
Eski Kubanlı'lar (Kuban kültürü taşıyıcıları) dağ vadileri ve dağların eteklerine yakın ovalarda yerleşmişlerdi. Ekonomilerinin temelini hayvancılık oluşturuyordu, büyükbaş hayvan ile at yetiştiriciliği yapıyorlardı (Buradan Merkezi Kafkasya'ya özgü mera sisteminin daha Kuban kültürü döneminde ortaya çıkmış olduğunu anlıyoruz.). Hayvancılığın yanı sıra, arpa, buğday ve darı ekimine dayalı tarım faaliyetinde bulunuyorlardı. Ayrıca, çömlekçilik ve dokumacılık gibi zanaatlarda oldukça ustalaşmışlardı.
Kubanlı'ların etnik ve linguistik kökenleri konusunda henüz kesin bilgilere ulaşılamamıştır. Uzun süre Kafkas dil ailesine mensup bir kavım sayılmışlarsa da, bu görüşü doğrulayacak hiçbir ciddi bilimsel kanıt şimdiye kadar bulunamamıştır. Son yıllarda ileri sürülen Hint-Avrupa kökenli bir kavim oldukları yönündeki iddialar da şu ana kadar inandırıcı kanıtlarla desteklenememiştir. Buradaki önemli olan nokta, etnik kökenleri ne olursa olsun Kubanlı'ların, Oset'lerin İrani atalarının Merkezi Kafkasya'ya gelip yerleştiklerinde burada buldukları ve zamanla asimile ettikleri en eski topluluklardan bir tanesi olmasıdır.
MÖ. 8.yüzyıl sonlarıyla, 7.yüzyılın başlarında doğudan batıya doğru ilerleyen İrani göçebe İskit kavimleri, Kafkasya'nın kuzeyindeki steplere gelip buralara hakim olmuşlardır. Eski Çağ boyunca buradan Ön Asya'ya doğru yaptıkları seferler, İskit'leri dünya tarihinin ön sahnesine çıkararak, kendi sosyal ve kültürel gelişmeleri üzerinde de önemli bir ivme yaratmıştır. Askeri sefer güzergahları Kuzey ve Güney Kafkasya üzerinden geçen İskitler, zamanla ana Kafkas Sıradağı'nın her iki tarafını da yerleşmek üzere yurt olarak benimsemişlerdir. İskit klasik kültürünün özgün nitelikleri bu topraklarda biçimlenmiş, Kafkasyalı ve Ön Asyalı diğer kavimlerle girilen ilişkilerin de bu kültür üzerinde etkileri olmuştur.
Yoğun etkileşim ve bütünleşme MÖ. 7.yüzyıldan itibaren başlamış, yerli ahali üzerinde siyasi hakimiyet kuran İskit'lerin ileri gelenleriyle Kubanlı'lar arasındaki ilişkiler giderek artmıştır. İskitler ile Kubanlı'lar arasındaki bu etkileşimin en belirgin kanıtları Osetya'daki Tli mezarlarında gözlenebilmektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki, İskitler'in ilk olarak dağlık bölgelere yerleşen küçük asker grupları, yerli kadınlarla evlenerek, onlarla karışmış, sonra da onları diğerleri izlemiştir. Öte yandan İskit-Kuban ortak yaşamının gelişmesinin maddi temeli, İskitler'in, dağlardan maden çıkarma ve işlemeyi bilen bu yerli (Kuban) toplulukların deneyimlerine ihtiyaç duymasıydı. Nitekim arkeolojik veriler de, Kubanlı'ların İskitler'in güneye doğru yaptıkları seferlere katıldıklarını doğrulamaktadır.
Böylece MÖ. 7 ve 6. yüzyıllarda Merkezi Kafkasya ile Kafkasya'nın kuzeyindeki step bölgeleri arasında (başka deyişle Ön Kafkasya'da) sosyo-politik ortaklıklar oluşmaya başlamıştır. Daha sonraki dönemlerde bu ortaklık dilsel ve etnik birliğe dönüşmüştür. Doğudan gelen İrani göçebelerin yeni bir dalgası (Sarmat ve Alan akınları) İskit'lerin Kafkasya'da kazandıkları siyasi ve etnik-kültürel konumu daha da güçlendirmiştir. Bu toplulukların sahip oldukları İrani dil, onları Avrasya steplerinin ve eski uygarlıkların büyük dünyasına bağlamış, nüfuzlarını artırmıştır. İskit'lerin ve Sarmat/Alan'ların yarattıkları yüksek kültür, sahip oldukları gelişmiş ekonomik ve sosyo-politik sistem, Kubanlı toplulukların giderek İskitler ve Sarmatlar arasında asimile olmalarına yol açmıştır. Bu sentez sürecinin sonucu olarak ortaya çıkan yeni oluşum, bugünkü Oset halkının ataları olarak kabul edilmelidir.
İskitler ve onların akrabaları olan Sarmatlar Eski Çağın İrani halklar ailesine mensuptular. Linguistik sınıflamaya göre İskitler ve Sarmatlar Doğu-İrani alt gruba dahil edilmekte, tarihsel-coğrafi açıdan ise Kuzey-İrani halkların arasında sayılmaktadırlar. Eski İraniler ise dil ve kültür bakımından Hint-Ari kavimlerle çok yakındırlar. İraniler'in ataları önceleri Hint-Avrupa ailesi içinde Hint-İrani (Ari) birliğini meydana getirmekteydiler.
Hint-İrani halkların dini ve mitolojik tasavvurlarının, toplumsal düzenlerinin, adet ve geleneklerinin bir çok ortak yönleri olduğu bilinmektedir. Temel çekirdeği İskit-Sarmat dönemlerinde oluşan Oset Nart destanları da konuları, motifleri ve imgeleri açısından doğrudan benzeşimlerini İran ve Hindistan'ın epik eserlerinde ve kutsal kitaplarında bulmaktadır.
Eski Osetler Yunanlılar, Romalılar, Slavlar, Cermenler ve diğer Hint-Avrupa halklarıyla sıkı kültürel ilişkiler içerisinde olmuşlardır. Ayrıca Fin-Uygur ve Türkik kavimlerle girmiş oldukları kültürel ve dilsel etkileşimin de kanıtları bulunmaktadır. Ancak eski Oset'lerin en yoğun etkileşimi Kafkasya'daki diğer yerli topluluklarla olmuştur. Prof. V. Abayev'in belirttiğine göre, "Eski Çağda Osetler'in Hint-Avrupa ailesine mensup halklar dışında kalan kavimlerle kurduğu kültürel-tarihsel ilişkiler içerisinde en önemli ve derin olanlar Kafkas dünyası ile olanlardır".
İskitler, Sarmatlar, Alanlar.
MÖ bininci yılda Güneydoğu Avrupa'nın ve Orta Asya'nın steplerine İrani göçebe halklar olan İskitler, Sarmatlar, Sakalar ve Massagetler yerleşmişlerdi. Bu yekpare kültür dünyası, Batı ile Doğu, Güneyin eski uygarlıkları ile Kuzey Avrupa kavimleri arasındaki birleştirici halkayı oluşturmaktaydı. "İskit toplulukları" olarak bilinen bu halklar söz konusu zaman için yüksek sayılabilecek bir kültür yaratmışlar, bıraktıkları mükemmel "hayvan figürleri" ile özellikle güzel sanatlar alanında ünlenmişlerdir. MÖ. 5.Yüzyıl'da yaşamış ünlü Yunanlı tarihçi Herodot'un gayet ayrıntılı olarak anlattığı üzere Kuzey Kafkasya ve Karadeniz'in kuzeydoğusundaki ovalara, Avrupa İskit'leri yerleşmişlerdi. Bunların çoğunluğu göçebe hayvan yetiştiricileriydi, ancak bazı kabileler tarımla da uğraşmaktaydı. Göçebe İskitleri anlatırken Herodot "ne kentlerinin, ne de istihkamlarının olduğunu, evlerini ise beraberlerinde taşıdıklarını" yazmaktadır. Nitekim göçler sırasında İskit kadın ve çocuklarının arabalara yerleştirilmiş çadırlarda, erkeklerin de at üzerinde hareket ettikleri bilinmektedir.
İskitlerin gösterdiği yükselme, demir işleme teknolojisini öğrenmeleri ve göçebe hayvancılığını geliştirmelerine bağlıydı. Çünkü demir madeninin kullanılması tarım, zanaat ve savaş sanatında bir devrim gerçekleştirmiştir. Çobanlığın yerini alan göçebe hayvancılık ise sürülerin hızla büyümesine ve uçsuz bucaksız steplerin otlaklara çevrilmesine neden olmuştur. İskitlerin başlıca servetini, kuşkusuz, yılkı oluşturmaktaydı. Yaptıkları büyükbaş hayvancılığın da ekonomik açıdan önemi vardı. Ancak, at mülkiyeti İskitler'de kişinin sosyal onuru ve ekonomik bağımsızlığını bir ölçütü olarak kabul edilmekteydi. Atı üzerinde savaşa katılmak bir İskit için son derece onurlu ve profesyonel bir işti. Tipik bir İskit savaşcısı, mızrak ve 'akinak' denilen kısa bir kılıçla donanmış olan atlı okçudur. Yaşadıkları dönemde yenilmez sayılan İskit suvarisi düşmana aniden hücum etme yeteneğiyle ünlenmiştir.
MÖ. 6. yy.da İskitya'da "on devlet" adıyla bir oluşum ortaya çıkmıştır. Antik yazarların İskit Krallığı olarak tarif ettikleri bu siyasi oluşum, her birinin başında ayrı bir kral bulunan üç bölümden meydana gelmekte ve krallardan bir tanesi aynı zamanda bütün İskitya'nın kralı sayılmaktaydı. Her bir krallık bölgesi de yerel hükümdarların yönettigi bucaklara ayrılmaktaydı. Bu hükümdarlar birleşik İskit ordusu içindeki bucak kuvvetlerine komutanlık etmekteydiler. Öte yandan, krallar üzerinde de etkisi olan 'halk meclisi' askeri-demokratik geleneği de sürdürülmekteydi.
İskitya'nın bu coğrafi ve politik örgütlenmesi, bütün Hint-İrani topluluklarda görülen ve temelinde evrenin üç bölümden meydana gelmiş olduğu yolundaki mitolojik-dinsel tasavvur yatan, üçlü sosyal şemaya dayandırılmıştır. Herodot tarihinde İskit'lerin kökeni konusunda anlatılan efsane, İskitlerin ilk atası olan Targitay'ın aslını tanrılara bağlamaktadır. Targitay'ın üç oğlu Lipoksay, Kolaksay ve Arpoksay, Ari'lerin üç sosyal işlevini -din, savaş ve üretim - temsil etmektedirler. Buna uygun olarak Targitay'ın oğullarının neslinden gelen İskit toplumu üç 'uruk'tan, ülkesi ise üç 'krallık'tan kuruludur. Bu üçlü bölünme Oset Nart destanlarında da aynen korunmuştur. Nart'ların üç sülalesi Alagatiler, Axsartagkatiler ve Boratiler Nart ülkesini üç kısma ayırmakta ve üç işlevli Ari şemasına göre kurulmuş olan bir toplumu oluşturmaktadırlar. Osetlerin sosyo-politik uygulamalarında bu eski üç öğeli yapının izleri 19.yüzyıla kadar ulaşmıştır.
Bu arada tarih bazı İskit krallarının adlarını günümüze şöyle aktarmaktadır:Yarı-efsanevi Ariant, İran kralı Darius'u yenen İdantirs, İskit adetlerine ihaneti yüzünden idam edilen Skil, ayrıca Spargapif, Lik, Gnur, Argot, Ariapif, Oktamasad. İskitler, M.Ö.4.yy.'da yaşamış Atey adındaki kralın yönetimi altında güçlerinin zirvesine erişmişlerdir. Ancak MÖ. 3. yy.da İskitya artık bu gücünü yitirmeye başlayacaktır. İskitlerin zayıflamasının ardından, Ön Kafkasya ovalarında Güney Ural ve Aral steplerinden göçeden Sarmatlar egemenlik kurmaya başlamıştır.
MÖ. 2 ve 1. yy.'larda İskitya adı yerini Sarmatya'ya bırakmıştır. İskitlerle birlikte, Saka ve Massaget boylarının bir kısmı da güçlenen Sarmat kabile birliklerine katılmışlardır. Sarmatlar da göçebe bir halktı, ancak sosyo-politik yapıları İskit'lerinkinden geriydi. Sarmatların toplumsal düzeni tipik 'askeri demokrasi' özellikleri göstermekteydi. En önemli özelliği ise kadınların, erkeklerle birlikte savaşa katılabilecek derecede yüksek bir toplumsal konuma sahip olmasıydı. Kuban ve Terek nehirleri boylarında yasayan Sarmatlar'ın bir bölümü zamanla yerleşik yaşam tarzına geçmiştir. Sarmat'lar Asya ve Avrupa'yı birbirine bağlayan önemli ticari yollarını denetimleri altında tutmaktaydılar. Bunlardan biri 'Sarmat Yolu' olarak bilinmekte ve Terek ve Aragva vadileri ile Daryal geçidi üzerinden Kuzey Kafkasya'dan Ön Asya'ya doğru gitmekteydi.
MS. 1. yy.da Güneydoğu Avrupa ve Orta Asya Sarmatlar'ı, Alan adı altında birleşmişlerdir. ("Alan' kelimesi, Hint-İrani halkların eski ortak öz adı 'arya'/ 'aryana'nın dil kurallarına uygun olarak gelişmiş Osetce telaffuz biçimidir). Adlandırmanın yenilenmesi eski İskit-Sarmat toplulukların siyasi tarihindeki yeni bir aşamaya işaret etmektedir. Alan döneminin ayırıcı niteliğini ekonomide yarı-göçebeliğe geçiş oluşturmaktadır. Hayvan yetiştiricilerinin eski mevsimlik oba yerleri, Alanlar döneminde sürülmüş tarlalardan oluşan sabit yerleşimlere dönüşmüştür. Aşağı Don boyunda ve Kuzey Kafkasya yaşayan Alan'ar tamamen yerleşik yaşama geçmişler ve ilk korunaklı (müstahkem) Alan kentlerini kurmuşlardır.
Alanlar da savaşkanlıklarıyla bilinmektedirler. Öyle ki, 4. yy.da yaşamış Romalı tarihçi Ammianus Marcellinus "Alanların tehlikeli seferlerden ve savaşlardan adeta zevk aldıklarını" yazmaktadır. Alanlar özellikle güneye (Güney Kafkasya ve Ön Asya'ya) ve batıya (Roma İmparatorluğunun sınırlarına) doğru yaptıkları akınlarla ünlenmiştir. Antik yazarlar Alan ücretli askerlerinin eski dünyada büyük rağbet gördüğünü ve bu askerlerin başka toplulukların savaşlarına gönüllü olarak katıldıklarını belirtmektedirler.
Antik çağın bu kahramanlık dönemlerinin dünya görüşünün özgün nitelikleri ve İskit-Sarmat-Alanların yaşam biçimlerine ilişkin etnografik detaylar Oset Nart destanlarında itinayla korunmuştur. Eski Çağ yazarları tarafından tarif edilen İskit ve Sarmat-Alan dinsel törenlerinin bir çoğu da günümüz Osetlerinin ayin ve ibadet pratiklerinde devam etmektedir.
Batıda Alanlar
4.Yüzyıl'da başlayan Büyük Kavimler Göçü sırasında Alanlar Hun istilasına uğrayan ilk Avrupa halkı olmuşlardır. Hunlarla giriştikleri savaş Alanların yenilgisiyle sonuçlanmıştır. 372 yılında Alanların bir kısmı batıya Roma İmparatorluğunun sınırlarına ilerlemekte olan Hunlara katılmıştır. 9 Ağustos 378'de Edirne civarlarında Roma ordusuna karşı kazanılan zaferde Alan süvarisi belirleyici bir rol oynamıştır. Bu yenilgiden sonra Roma bir daha kendini toparlayamayacaktır. Kısa bir süre sonra ise Alanlar Hun ittifakından çıkıp, 406 yılında Germen boyları olan Vandal ve Suevlerle birlikte Galya'yı istila etmişlerdir. Burada Alanlar ikiye ayrılmışlardır. Başlarında Goar'ın bulunduğu bir grup Roma'nın hizmetine girmiştir. Zayıflamakta olan İmparatorluk, bu grup Alanlar'a İmparatorluk çıkarlarını maaş ve toprak karşılığı savunmak üzere federal bir statü tanımıştır. Roma İmparatorluğu ile ittifak yapan Alanlar, bugünkü Fransa, Belçika topraklarıyla, İtalya'nın kuzeyine yerleşmişlerdir. Smbid, Eoxar, Beorgor, Sangiban Alanlar'ın adları tarihe geçmiş krallarıdır. Sangiban'ın krallığı döneminde Alanlar, 15 Haziran 451'de yapılan ve Roma İmparatorluğunun Hun'ları durdurmayı başardığı son büyük askeri zaferde -Campi Catalaunici (Katalaun Ovası) savaşında- büyük ün kazanmışlardır.
Alanlar'ın başında kral Respendial'in bulunduğu diğer kolu, Roma İmparatorluğu ile düşmanlığını sürdürüp, Vandallar ile ittifak yapmıştır. 409 yılında Franklar'ın saldırıları karşısında Vandallar ile Alanlar Galya'dan bugünkü İspanya topraklarına göçmüş ve İberik Yarımadası'nın önemli bir bölümünü ellerine geçirmişlerdir. Alanlar'ın Lusitanya ve Kartagena, Vandallar'ın ise Doğu Galisya ve Betika üzerindeki egemenliklerini yapılan bir anlaşma ile Roma İmparatorluğu da tanımak durumunda kalmıştır. Ancak çok geçmeden Roma, Vandallar ve Alanlar ile başedebilmek için bir müttefik bulmuştur. 416 yılında İspanya'yı, Roma'ya dost olan Germen kabilelerinden bir tanesi, Batı-Gothlar'ı ele geçirmiştir. Alanlar ile Batı-Gothlar'ı arasında uzun süren savaşlar olmuş, sonunda kralları Addak'ın 418'de savaşta ölmesiyle Alanlar egemenliği Vandal kralına devretmek zorunda kalmışlardır.
+''+Ruslan Bzarti