Tsipine Aslı Sena Zabun
Düzce’ye gitmeden önce aklımda pek bir düşünce yoktu. Hatta sürprizi kaçmasın diye programı bile detaylı incelemeden yola çıkmıştım. Belki de en çok merak ettiğim şey, kimin evinde konaklayacağımdı. Çünkü bu kampa gelmek istememdeki en büyük neden, Türkiye’de yaşayan diğer Çerkes topluluklarının yaşantısına dahil olmak, kendi çevremde “doğru” bildiğim alışkanlıkların başka yerlerde nasıl yaşandığını görmekti.
Ev sahibimiz bizi karşılamaya geldiğinde daha isimlerimizi bile öğrenmeden “bizden biri” olmanın verdiği güven ile hemen ısındık birbirimize. Sevgili ev sahibimiz Türkan (Özdemir) ablamızın bizi karşılamasından sonra misafiri olacağımız eve doğru yola çıktık. O ev bana hiç yabancı gelmedi. İlk kez geldiğim bu şehirde, henüz tanıştığım bu güzel aile bize öylesine samimi davrandı ki sanki yıllardır aynı sofraya oturan aile bireyleri gibiydik.
İkinci gün Burcu Esenç eşliğinde Bir Rüya Gördüm belgeselini izledik. Çocukken derneğimizin panosunda gördüğüm Ubıhça dilinin ölümü üzerine olan bir gazete küpürünü hatırladım. Bir dilin ölmesi üzerine pek bir şey bilmiyordum ama sanırım ölüm kelimesinin ağırlığı boğazımı düğümlemişti. Belgesel bittiğinde aynı düğüm yeniden oturdu boğazıma. Fakat artık 21 yaşındaydım ve çocukken hissettiğim o çaresizliği şimdi daha derinden, daha bilinçli bir şekilde anlayabiliyordum.
Birkaç gün sonra Faysal Şakuç ile tanıştık. Bize “su damlasının” çevirisini sordu. Çoğumuz gibi ben de sözlüğe baktım, çevremdeki dil bilenlere danıştım. Doğru kelimeyi bulmamız neredeyse iki saat sürdü. Anladım ki kaybolan sadece kelimeler değildi, belleğimizden sızıp giden koca bir dünya vardı.
Altıncı gün üç adet atölyemiz vardı: Dans, müzik ve ana dil. Çoğunluk dans ve müziği seçti. Bizler ise yaklaşık on kişi kadar Semra Yılmaz ve Uğur Nemlioğlu hocalarımızla ana dil atölyesinde bir araya geldik. Batı lehçesi üzerine sohbet ettik, selamlaşma gibi kalıpları öğrendik. Ben bir süredir doğu lehçesini öğreniyorum; bu yüzden kısıtlı bilgimle bile bazı cümleleri anlayabilmek, içimdeki çaresizlik hissini biraz olsun azalttı. Evet, hâlâ “su damlasının” tam karşılığını bilmiyorum. Ama artık biliyorum ki; biz gençlerin hayatına dokunan bu tür deneyimler sürdükçe, dilimiz de var olmaya devam edecek. Belki bir gün, su damlasının anlamını unutmadan hep birlikte yeniden hatırlayacağız.
Düzce’de geçirdiğim bir hafta bana çok şey öğretti. Dilimiz, danslarımız, yemeklerimiz, kültürümüz ile yeniden tanıştım. Bizi kendi kızları gibi gören, ağırlayan Özdemir ailesine, atölyelerde emeğini esirgemeyen hocalarımıza ve bu kampın gerçekleşmesini sağlayan herkese gönülden teşekkür ederim.