Var Olma Mücadelesinin Zorlu Sınavı : Dikenini İndirmeyi Bilmeyen Kirpi

Alman filozof Arthur Schopenhauer, 1851’de yayınladığı ''Parerga ve Paralipomena: Kısa Felsefi Denemeler'' adlı eserinin 396. bölümünde şöyle der:

“Soğuk bir kış sabahı çok sayıda kirpi, donmamak için birbirine bir hayli yaklaştı.

Az sonra, oklarının farkına vardılar ve ayrıldılar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaştılar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaştılar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelerek yaşadıkları ikilem, aralarındaki uzaklık, her iki acıya da tahammül edebilecekleri bir noktaya ulaşıncaya kadar sürdü.”

Schopenhaeur, bu ünlü tezini ortaya attıktan on üç yıl sonra bir halk vatanından sürülecekti. Vatansız ve korunmasız kalmanın getirdiği o korkunç yalnızlık ve yabancılaşmayla birbirine sokulacaktı. Dedelerimiz ve ninelerimiz bunu başarmıştı. Oysa geçen bu bir buçuk asırlık süre, hepimizi dönüştürmüş, dikenleri olan kirpiler haline getirmişti. Haklıydık! Kendimizi korumamız gereken o kadar çok şey vardı ki!

Asimilasyon, baskı, dili kaybetme korkusu, xabzeyi uygulayamayacağımız yabancı toplumlar, yabancı evlilikler…

Biz, yerimizden, yurdumuzdan edildikten elli yedi yıl sonra Sigmund Freud, 1921’de yayınladığı ''Grup Psikolojisi ve Ego’nun Analizi'' adlı eserinde aynı konuyu dipnot olarak ekleyecekti. Freud, ana-oğul dışında tüm insan ve grup ilişkilerinde gözlenen çatışmayı açıklamaya çalışırken “Schopenhauer’in ünlü ‘Donan oklu kirpi’ benzetmesindeki gibi hiç kimse, komşusuna fazla yaklaşmaya katlanamaz.” diyecekti.

Bu kavram; insan ilişkileri üzerine konuşulacak en önemli ikilemdir. Donmamak için sokulmak, dikenler yüzünden kan kaybetmek…

Hangi ölümdür güzel olan?

Kendimizi dışarıdan gelecek tehlikelere karşı korumaya çalışırken en yakınlarımıza da artık dikenlerimizin battığının farkında mıyız? Dikenlerimizi indirmeyi öğrenemezsek soğuktan donacağımızı ne zaman göreceğiz?

KAFFED, bir Gençlik Çalıştayı yaptı; hani şu “Derneklere neden gelmiyor?” diye üzerine uzun uzun düşündüğümüz, “Nasıl yapsak da onları kazansak?” dediğimiz gençler, o çalıştayda bir araya geldi. Çalıştayın finalinde yazdıkları yazıları okurken “Gözümde canlanır koskoca mazi” şarkısı dilimin ucunda; umudum kesildiği yerden yeşermiş, filizlenirken buldum kendimi. Anlatıyorlar. Projelerini anlatıyorlar, “Var olacağız” diyorlar, “biz” diyorlar, yaşlarının gerektirdiğinden fazlasını omuzlarına alıp kendilerine dert ediniyorlar. Yaşıtları eğlenirken onlar bir araya gelip çözüm üretmeye, bir arada kalmaya, “çoğa karışan az” olup o çoğun içinde kaybolmamaya çalışıyorlar.

Canım gençler…

Var olma mücadelesinin taze nefesleri, hepsi birbirinden akıllı neferleri onlar.

Kış kapıda. Donmamak için dikenlerimizi indirmeli, birbirimize sokulmalı ve hayatta kalmanın bir yolunu bulmalıyız. Ben yönümü gençlere çevirdim, oradan sızan ışıkla ısınacağım, oradan sızan ışıktan besleneceğim. Dikenlerimi çoktan söküp attım. Freud işine baksın.

GENÇLERE NOT: Biyolojik saati saymazsak ben de yaşıtınızım, beni aranıza alın!


nan



Ayça Atçı

Share