Öncelikle belirtmek isterim akademisyen, yazar ve toplum lideri olmak gibi bir kaygım yok. Kültürel kaygılarından dolayı, içinde yaşadığı ülkenin değerlerini, dinamiklerini ve yardımlaşma çabalarını göz önünde bulundurarak halkının değerini bilen “imkanları ölçüsünde” hasta ziyaretlerinde bulunup, cenaze ve düğün törenlerine katılma hassasiyeti duyan, insanlarının özellikle gençlerinin yanında durmaya, olmaya çalışan, derneklerde görev almış, faaliyetlere katılmış, dernek üyesi bir Adıge’yim…
Ne acıdır ki; yıllar geçiyor ama toplum olarak gücümüzün farkına varamıyor, güç olmak adına da doğru adımlar atamıyoruz! Atalarımızın bize bıraktığı kültürel mirasla beslenmekle yetiniyor, gerçek anlamda bir üretime geçemediğimiz için de tükettikçe, tükeniyoruz… Bireysel olarak alınmış insiyatifler ve ilerlemeler dışında toplumsal ilerleme adına kayda değer bir başarımız yok maalesef… Kurumlarımızın ve kişilerin güçleri nispetinde maddi ve manevi sorumluluklar alarak geliştirdiği söylem ve davranışlarla bize dair anma ve kutlamalarda günleri kurtararak mevzumuzu sıcak tutmaya çalışıyoruz… Tabi ki anma ve kutlamalar önemli ama bizi biz yapan değerlerimizi hayatımızın her gününde hissedemediğimiz ve hissettiremediğimiz müddetçe bu durum sadece aşağı inişi kısmen yavaşlatır. ” Asimilasyon Canavarı ağzını kocaman açmış aşağı da bizi bekliyor; düşeni, yoldan çıkanı hiç affetmiyor…”
Bildiğiniz üzere Soykırımın ve Sürgünün 156. Yıldönümünü birkaç gün önce pandemi (Covid 19) dolayısıyla kısıtlı olanaklarla ve ağırlıklı olarak sosyal medyada anmaya, haykırmaya, unutturmamaya çalıştık…
“Her şerde bir hayır vardır” sözünün vücut bulduğu, insanların birbirinin ve elindekilerin kıymetini daha iyi anladığı bir dönemi yaşıyoruz. Biz gücümüzü hafife alıyoruz. İçinde yaşadığımız Türkiye diasporasında Cumhurbaşkanı dahil tüm siyasi partilerin liderlerini, milletvekillerini, belediye başkanlarını, bürokratları, spor ve sanat dünyasını ve en önemlisi farklı siyasi ve dini ideolojilere mensup insanları ortak bir “doğru” da buluşturmayı başaran bir güçten bahsediyorum… 21 Mayıs 1864 Çerkes Soykırımı ve Sürgününü yaşamış bir halkın çocukları olan “Biz” bunu başardık… Doğru zamanda doğru söylem ve davranışlarla “Biz” olduğumuzda neler başarabileceğimizin örneği olarak bu durum her zaman akıllarda kalmalı diye düşünüyorum…
“Diriliş olmalı artık 21 Mayıslar” söylemine anlam kazandırmamızın tam zamanı. Toplumsal gelişimimiz ve ilerleyişimiz için somut adımlar atmamızın tam zamanı… Evet, kolay olmayacak! Evet, birçok şeye geç kaldık! Milenyum diye tabir ettiğimiz teknolojinin hayatımıza girmeye başladığı bin yılın ilk yıllarını ve teknolojinin hayatımızın her anında yer aldığı son yılları maalesef çok iyi değerlendiremediğimizi de düşünüyorum... Çerkes Kültürü anlamında plansız ve programsız hareket edişlerimize, içinde yaşadığımız ülkenin farklı bölgelerinde farklı dini ve siyasi ideolojilere sahip insanları arasında yaşıyor olmamızdan dolayı komşularımızın, iş ve okul arkadaşlıklarımızın ister istemez bizleri düşünsel ve davranışsal olarak da etkilemesiyle birlikte, Çerkes toplumunun bireylerinin öncelik sıralamaları farklılık göstermeye başlamış; üzücü bir şekilde bu farklılıklar insanlarımızın ayrışmasına, çatışmasına, birbirinden uzaklaşmasına neden olmuştur… Oysa klasik bir söylemle bu farklılıklar, bize ait olmasa da, zenginliğimiz olabilir; ki olması için de Çerkeslik gibi çok önemli bir sebebimiz var… Diğer insanlarla aramızdaki söylem ve davranış farklılığını gösteren, hissettiren; övündüğümüz, dansıyla, müziğiyle, gelenekleriyle ilgi odağı olan Çerkeslik! Çerkes Kültürümüz!
Peki nasıl “diriliş” olacak 21 Mayıslar?
Kendi kendimize karar vermemiz gereken ince ama önemli ayrıntılar var… Asil ve akıllı Çerkesler olarak dedikodu, kıskançlık, kibir ve çekememezliğin hiç hoş olmadığını çok iyi biliyoruz… Haddini bilmek yerine, maddi ve mevkisel gücünün arkasına sığınıp bilgiçlik, büyüklük taslayıp insanları aşağılayan, ezmeye çalışan kişilerden de, Çerkesler olarak hiç haz etmiyoruz değil mi? Samimi icraatları ve çabaları ile teşekkürü, alkışı ve onore edilmeyi hak eden insanları önemsizleştirme, yaralama, kötü gösterme çabasında olan kompleksli insanların, Çerkes Kültüründe ne kadar ayıplandığını hepimiz biliyoruz… Evet gerçekten bildiğimiz çok şey var ama “bilmelerin yetmediği zamanlardayız.” Yukarıda ayıpladığımız, hoş görmediğimiz insanlara yakıştıramadığımız davranışları kendimizden başlayarak toplumumuzda azaltmak ve bu davranışları ortadan kaldırmak adına insanlık adına kendimizle hesaplaşmalıyız… Çünkü iyi insan olunmadan iyi Çerkes olunmaz…
İnanın sonrası kendiliğinden bizleri memnun edici şekilde iyileşmeye başlayacaktır…Çünkü iyi insanlar birbirleriyle yardımlaşır, birbirlerini kalkındırmak için fedakarlıklar yaparlar. Bizler de içinde yaşadığımız toplumların bireyleriyiz; işçiyiz, iş vereniz, belki de işsiziz, akademisyeniz, öğretmeniz, öğrenciyiz… Devlet memuruyuz ya da özel sektörde çalışanız, iş yeri sahibiyiz, çiftçiyiz, esnafız, şoförüz… Polisiz, askeriz, doktoruz hemşireyiz, hasta bakıcıyız… Hakimiz, savcıyız, avukatız… Sporcuyuz, sanatçıyız… Anneyiz, babayız, gençliğiz, komşuyuz, akrabayız… Biz bu hayatın her anında, her yerinde varız… Lütfen gücümüzü küçümsemeyelim! Yeri ve zamanı geldiğinde, söz konusu Çerkeslik ve Çerkesler olduğunda doğru hesaplar yaparak kontrollü bir şekilde işimizi, gücümüzü, insanlarımızı ve ideolojilerimizi geri planlara atabilme cesareti gösterebilmeliyiz, hatta gerekiyorsa bazı şeylerden de vazgeçebilmeliyiz…
Yeter ki “BİZ” olmaya devam edelim, elimiz her yere bir şekilde ulaşacaktır… Amaç dilin ve geleneklerinin yaşaması ise, varlığımızı sürdürebilmekse eğer yalnız başımıza bunu başaramayız, birbirimize ihtiyacımız var, kalabalıklar oluşturmaya ihtiyacımız var… Unutmayalım ki ayrı gayrı olduğumuz müddetçe bireysel hedeflerimizi belki gerçekleştirebiliriz ama toplumsal hedeflerimiz askıda kalır, kendimizi tekrar eder konumda devam eder, eskiye özlemle yaşar; çocuklarımızı, gençlerimizi kaderlerine terk etmeye devam ederiz…
Biz güçlü olursak anavatana dönüş, yaşam, iş ilişkileri, aile bağları kurmamız noktasında etkili başarılar elde edebiliriz. Biz güç olursak siyasi anlamda taleplerimizle dikkate alınırız, farklı siyasi temsil noktalarında hakkımız olan yerimizi alırız, yerel ve genel yönetimlerde kendi kimliğimiz ile söz sahibi olmamız kolaylaşır…Biz maddi ve manevi anlamda güçlü olursak, eğer çocuklarımıza, gençlerimize yetenekleri doğrultusunda gereken özeni gösterirsek iyi sporcular, iyi sanatçılar ve meslek sahipleri olmalarının yolunu açabiliriz…
Bir ütopyadan bahsetmiyorum okuduklarınız üzerine, sadece biz olmayı başarabilmeliyiz… Köy yaşamından sonra şehirlerdeki kurumsal yapılarımız olan derneklerimize sahip çıkmalı, gücümüz ölçüsünde maddi ve manevi destekler sağlamak konusunda samimi olmalı, o yönetim, bu yönetim demeden taşın altına elimizi sokmalıyız…Ve tabi ki derneklerimizde hak edene öncelikle yer verilmeli, onore edilmeli ve liyakatli olanlar sahiplenilmelidir. Derneklerimizde doğru işler yapıldığını göstererek insanlarımızın derneklere üye olma zorunluluğu hissetmelerini sağlamalıdırlar…Her birey yerini ve haddini bilirse, büyüğünü, küçüğünü bilirse, saygıyı ve sevgiyi “çıkarına” göre değil de topluma, kültüre fayda noktasında muhataplarına dağıtırsa 21 Mayısların diriliş olmaması için hiçbir neden kalmayacaktır…
Evet, anma günlerimize önemle ve hassasiyetle yaklaşalım, gerekeni yapalım ama bununla yetinmeyelim… Günü kurtaran anmalarla yetinmek demek kişisel ve yönetimsel olarak tatmin olmamızdan; kendimizi ya da yönetimlerimizi kurtarmaktan ileri gidemeyecektir… Yapılan her faaliyetin bence derneğe ivme ve insan kazandırma hedefi olmalıdır… Bu anlamda derneklerimiz özünde kültürel yaşam alanları olmakla beraber, yeni bir yapılanma ile “sosyal yaşama entegre merkezleri” haline de gelmelidir…
“Birbirimize “sürgün ve soykırım” uygulamaktan bir an önce vazgeçmeliyiz, DİRİLİŞ OLMALI ARTIK 21 MAYISLAR…”
“Çerkesler özgür insanlardır, özgürlükleri adet ve gelenekleriyle sınırlıdır.”
“Davranışları ve söylemleri aynı ya da benzer olmayan insanların birlikteliğinden söz edilemez.”
BİRLİKTEYSEK GÜÇLÜYÜZ…
“ДЫЗЭКЪУЭТМЭ ДЫЛЪЭЩ”
nan
Teuwe Cumali