MAYKOP: BİR UMUT, BİR HEYECAN

Son dönemde önceki nesillerin yaşadıklarının genler aracılığıyla sonraki nesillere aktarıldığına ve bunun insan yaşamını etkilediğine dair bilimsel yayınlar, kitaplar görmüşsünüzdür. Bizim de hiç görmediğimiz halde Kafkasya’yı özlememizin, Atalarımızın özgürce atlarını koşturduğu, bereketli topraklara, eşsiz bir doğaya sahip anayurdumuzu içimizde taşımamızın bilimsel olarak açıklaması budur muhtemelen.

Ben de, çok tuhaf -ama yalnız olmadığımı biliyorum- gözlerimi kapattığımda kutsal meşe ağacının altında buluyorum kendimi. Rüzgâra eşlik eden pşinenin sesini duyduğuma ve bizi koruyup kollayan ormanın bizimle birlikte el vurduğuna eminim.

Kulağımda olan ve içimde sabırsızlıkla sese dönüşmeyi bekleyen Adıgabze’nin de sadece anneannem ve rahmetli dedemden duyduğum Adıgabze olmadığını, çok zaman önce, kadim zamanlarda dinlediğim masallardan hatırımda kalan sesler olduğunu biliyorum.

Bir konuda daha yalnız olmadığımı düşünüyorum; ben çok istediğim bir şeye karşı garip bir mesafe koyuyorum; o şeyin hakkını verememekten, hayal kırıklığına uğramaktan, büyüsünün bozulmasından çekiniyorum. Kafkasya’ya gitmek de öyleydi benim için. Öyle çok istiyordum ki gitmeyi, fırsat yaratabilecek olmama rağmen 29 yaşıma kadar erteledim. Güzelliğine ilişkin zerre şüphem yoktu da ben o güzellik karşısında ne yapacaktım, hazır mıydım nefesimin kesilmesine, kavuşmanın heyecanı ile kirpiklerime üşüşecek gözyaşlarımı saklamaya?

Eşsiz güzellikte bir doğaya sahip Kafkasya’da – elma diyarı Miyekuape’de – altı gün boyunca o kadar güzel ağırlandık öyle güzel karşılandık ki hislerimin tarifi pek mümkün değil. Bizleri gördükleri için gözlerinin içi parlayan dönüşçüler, sanki çok uzun zamandır tanışıyormuşuz ama bir süredir görüşemediğimizden özleşmişiz gibi muhabbet ettiğimiz Maykoplu Adıgeler… İyi ki varlar, çok yaşasınlar…

Belki başka bir yazının konusu olmalı ama oranın da kendine has sorunları olduğunu, onların da diasporaya en az bizim onlara ihtiyaç duyduğumuz kadar ihtiyaç duyduğunu, dili yaşatmak için daha çok çalışmak gerektiğini ifade etmek gerek.  Hayallerimizi gerçekleştirmek adına “ama”lara sığınmadan, Kafkasya denildiğinde birçoğumuzun kalbinin başka türlü atmasını sağlayan duygularımızı akıl ile birleştirerek hareket etmek elzem. Bu yolda kurumlarımızın etrafında kenetlenmenin ve benzer duyguları taşıyanların birlikte hareket etmesinin önemi de yadsınamaz.

Bu yolda gençlerimizin anavatan ile bağını canlı tutmak için elinden geleni yapması belki de hayati önem taşıyor. Üniversite çağındaki gençlerimizin Kafkasya’da okuması çok değerli; ancak bağların canlı tutulması yükünü yalnızca onların omuzlarına yüklemek bir miktar haksızlık. Diasporada kendi parasını kazanan, enerjisi olan, aldığı eğitim ile katma değer yaratabilecek gençlerin de bu yolda ellerini taşın altına koymaları gerekli. Başka bir deyişle oraya yerleşmek ya da sık sık gitmek için “emekli” olmayı beklememek lazım.

Bir toplum ve tarih bilinci oluşturmak isterken nesillerimizi Kafkas dağlarından, Adigabze’nin eşsiz tınısından mahrum bırakmaya da hakkımız yok. Görmeden, işitmeden ve temas etmeden bir miras oluşturmak ve bunu nesilden nesile aktarmak imkânsız. Bu nedenle gitmenin türlü türlü yollarını aramak durumundayız.

Nihayetinde; yaşattığı hüznün ve tarifi mümkün olmayan duyguların yanında düşündürdükleri ile de anlam dolu bir seyahat oldu. Tüm bunların gerçekleşmesini mümkün kılan Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) ile Adıgey Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı’na bin teşekkür az bile. Her iki Kurum’un da çok büyük bir özveri ile çalıştığına bizzat şahit olduğumu belirtmek isterim. Teşekkür sıralaması yapsam sayfalar yetmez… Ancak bana kalsa bir şekilde erteleyeceğim bu gezi için özellikle Yaşar Aslankaya, Ömer Atalar ve Adnan Arslan’a teşekkür etmeden geçemeyeceğim.

Toprağına bir kere ayak basıp dağların arasından süzülen suyunu içtikten sonra kalbinizin orada kalacağına eminim... Anavatan da bizi bekliyor, O’nu daha fazla üzmemek gerek…

Selamlar…

Gofu Melike


nan



Kaffed

Share