Bir Yazar Bir Eser / UŞAK / Güner DİNÇASLAN (Yazan: Yemuz Nevzat Tarakçı)

Yemuz Nevzat Tarakçı

Bu romanda, paraya, menfaate “uşak” olanları, insanlığından utandıracak bir “uşak” la tanışacağız.

Fakir, kimsesiz, parasız, sahipsiz, çaresiz bir “uşak” ın yüreğinde saklı olan insani değerler, yardımlaşma duygusu, acıma hissi, daha da önemlisi sevginin gücü şaşırtacak hepimizi!

İmkân sahibi olduğu halde Kazbek kadar insani değerlere sahip olamayanlar, çevresinde olup bitenlere tepkisiz kalanlar, kelimenin tam anlamıyla sevgi fukaraları Kazbek’in hikayesinde boğulup kalacaklar.

KAFFED “Bir Yazar Bir Eser” yazı dizisinin bu ayki konuğu, sürgün diyarında, yoksulluk ve çaresizliğin yuneut haline getirdiği Kazbek’in mutsuzlukla yoğrulmuş hayat hikâyesi olacak.

Umutsuz, mutsuz, sahipsiz Kazbek’in, yolda karşılaştığı biriyle başlayan ve ona verdiği bir sözün arkasında durmaya çalışarak yabancı bir köyde bir at, bir kız çocuğu ve bir kırmızı eşarbın çevresinde yaşanan hüzün dolu bir hikâye.

Bu hikâyede Kazbek, hepimize büyük insanlık dersi veriyor. “Sefiller” in baş kahramanı “Jean Valjean” gibi bizim “Uşak” da toplumun sert yüzüne rağmen bireysel iyiliğin nasıl her şeyi değiştirebileceğini açıkça gösteriyor.

Xute Güner Dinçaslan’ın diğer eserlerini okuma fırsatım olmadı ama anladığım kadarıyla kalbi çok atan, dilini bireyleyebilen nadir yazarlarımızdan. Dinçaslan’ın berrak ama yakıcı anlatımında hem emeğin hem de insani değerlerin sesini duyacağız. Her dönemin vazgeçilmezi olan böylesi canlı bir konuyu bu denli güzel kurgulayan, eserini istifademize sunan değerli yazar Sayın Güner DİNÇASLAN, teşekkürü çoktan hakkediyor.

İnsani ve ahlaki değerleri, derin ruh tahlilleri, sağlam üslubu, tılsımlı ifadeleri ve mükemmel betimlemeleriyle ruhumuza işleyen Güner Hanım, iyi ki varsınız, tebrikler, teşekkürler!

Ya Güner Hanım’ın bu kitabı son haline getirip eseri ve tüm gelirini “İzmir Çerkes Kültür Derneğine bağışlamasına ne demeli? Evet, ayakta alkışlanmalı!

 

TEŞEKKÜRLER RAUF GENEL

Kitabın basılmasını sağlayan “Metropol Yayınları” yönetim kurulu başkanı Sayın Rauf Genel, alkışın büyüğünü hak ediyor. Teşekkürler Keneth Rauf Genel, bu anlamlı davranışınızın, halkımıza model olması temennisiyle.

ROMANIN KALBİNİ DİNLEYELİM…

Sayfaları çevirdikçe, romanın kalbine indikçe KazbekAbrek, Asiyat, Neps, şımaha, Janbot ile tanışacak, bu renkli kişiliklerin bazılarıyla unutulmaz dostluklar kuracaksınız. Psıhalıve, koyjapxe, pasteşips, lekum, haluğuane sofralarında oturacak, muhabbet içinde bu leziz lezzetleri tadacaksınız.

Yaşanan olaylar karşısında siz de acıyarak, çaresizlik içinde kıvranacak ya da heyecanla alkışlayacaksınız… Son güzde, hasat mevsiminde, siz de yıl boyu ürettiği peynir ve yağı satıp ihtiyaçlarını karşılamak için şehre giden küçük kervana katılacak, yol boyu kağnıların tekerlerinden çıkan, yeri göğü inleten cızırtılı melodi eşliğinde hayallere dalacaksınız.

Siz de ailenizin nafakası için yorgun argın hanlarda geceleyecek, gazyağı kuyruğunda bekleyecek, satın aldığınız erzaklar ve sevdikleriniz için aldığınız küçük hediyelerle huzur içinde köye döneceksiniz.

Kim bilir belki şöyle diyeceksiniz: “Evet, dün yokluk vardı ama insanlık da vardı. Evet, acı vardı, çile vardı ama yardımlaşma da merhamet de vefa da vardı!” Ve günümüzdeki kanaatsizlik, savrulmuşluk için kahrolacaksınız.

GÜNER DİNÇASLAN KİMDİR?

Kayseri, Bünyan doğumlu. Baba yurdu Pınarbaşı, Uzunyayla. Tabiat âşığı, çevreye duyarlı, araştırmacı, gazeteci, yazar. Birçok dernek ve vakıfta görev aldı, bir dönem siyasetle uğraştı, belediye meclis üyeliği yaptı.

Eserlerinde; şehir kitapları, kültürlerin yaşatılması, psikoloji, ruhsal çözümlemeler önemli yer tutar. Mensubu olmakla gurur duyduğu Çerkesleri anlatmak, kendi kültürünü yaşatmak için “Uşak” romanını kaleme almıştır.

“Sakarya Savaşı”, “Büyük Taarruz”, “Kızılcagün” ve “Son Saat” isimli Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatını konu alan tarihi romanları mevcuttur.

Yazarın yayımlanmış on sekiz roman ve araştırma kitabı bulunmaktadır. Dinçaslan, “Mucize” isimli romanıyla uluslararası bir platformda “Yılın en iyi kadın romancısı” ödülünü alırken Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi tarafından “Köle Taciri” eseri, en iyi roman ödülü aldı.

Yayınlamış eserleri: Ve Kar Yağdı Üzerimize, Mucize, Işık, Köle Taciri, Katil, Tiyatora Hayriye, Kumarbaz, Uşak, Cellat, Saki, Erciyes, Pınarbaşı, Yirmi İki, Dörtnala, Kızılcagün, Son Saat, Kızıl Martı, Alangoa Kadınları… Ankara’yı konu alan şehir kitabı yazım aşamasındadır.

İkinci üniversiteyi “Türk Dili Edebiyatı” okuyan yazar, evli, iki çocuk ve bir torun sahibidir.

KİTAP ARKASI

İzmir Çerkes Kültür Derneği yönetim kurulunun kitapla ilgili ifadeleri şöyle: “Değerli yazarımızın basım aşamasına kadar getirdiği ve bize emanet ettiği elinizde tuttuğunuz ‘Uşak’ adlı kitapta Çerkes toplumunun özelliklerini, tarihsel serüveninden kesitleri, Çerkes kültüründen örnekleri ve Çerkeslerin xabzesını bulacaksınız. Basın süreci dahil bize destek veren ve eserin basılmasını sağlayan Metropol Yayınları Yönetim Kurulu Başkanı Keneth Rauf Genel’e de ayrıca teşekkürlerimizi sunuyoruz.”

 

“SUSMAK YALNIZLIĞIN ANA DİLİDİR!”

Şair Şükrü Erbaş şiirinde sanki bizim “uşak” ı anlatmış. “Susmak, yalnızlığın ana dilidir. Beni konuşmaya zorlama ne olur!.. Yalnızım Ömür Hanım, geceler boyu akıp giden ırmaklar gibi karanlıklar içre, öyle yitik, öyle üzgün, yalnızım… Yüzümü geceler örtüyor. Binlerce taş saklanıyor içimde. Kim, kimin derinliğini görebilir, hem hangi gözle?”

 

Ayrıca eserin “ön söz” ünde İzmir Çerkes Kültür Derneği yönetim kurulunun şu ifadeleri dikkat çekici.

“Eli kalem tutan her bir yazı emekçisine büyük bir saygı duymalıyız. Hatta kültürümüzü, dilimizi, tarihimizi kayda geçiren, geleceğe taşıyan bu insanların el üstünde tutulması gerekir!”

 

BU YOLCULUK HEPİMİZE İYİ GELECEK.

O halde hazırsanız, yolculuğa başlayalım. Bu yolculuk hepimize iyi gelecek!

KİTAPTAN KISA KISA

Hava sıcaktı, bunalmıştı. Açtı ve çok yorgundu. Ayakları su toplamıştı. Yüzünü buruşturarak postallarına bir kez daha baktı… Belki bulunduğu yerden kaçarsa bu mahcupluğunu bastırabilirdi. Bunun için gözünü kararttı ve doğduğu, büyüdüğü yeri terk etmeye karar verdi.

Utanıyordu, yeni elbiseler alamamaktan, hâlâ bu asker postallarını giyiniyor olmaktan utanıyordu ama ne yaparsa yapsın hayatını düzene koyamayacak kadar çaresizdi. Çaresizlik, nasıl bir duyguydu ki bu mekânları terk ettiriyordu.

Hiçbir zaman bir sevgilisi (kaşeni) olmamıştı ama yine de olmayan sevgilinin kendisini beklediğini hayal edince kalbi delice atıyor, sevdiğinin adının Dijan olduğunu hayal ettiğinde yüreği çırpınıyordu.

Göçmen bir ailenin çocuğuydu… Ataları çok uzak bir memleketten sürgün gelmişlerdi. Buraya gelirken acılar taşımışlardı yüreklerinde. Yerleştikleri bu memleketi, öz yurtları bellemişler, vatansız kalmanın ne kadar acı olduğunu çok iyi bildikleri için yeni vatanlarına dört gözle sarılmışlardı.

Fakirliğin sürgün ettiği, bir zamanlar utandığı, yaz kış ayağından çıkarmadığı postalını düşünmek, artık lüks olmaya başlamıştı… Çaresizlik alın yazısı olmaktan çıkmış, neredeyse iliklerine işlemişti…

Yoksulluk, açlık, evsizlik, sefillik bir nefes gibi her gün gelip ciğerine yerleşiyordu…

Mızıka eşliğinde wored ler söylenir kafe nin ağır ritminde aşıkların yürekleri demlenir, şeşen müziğinin şen ateşi ile coşarlardı…

Atın üstünde bir adam; “Peşime düş, benimle gel!” der gibi bakarak gidiyordu. İtiraz edecek hali yoktu. Çağrılmasa da zaten bu köye gidecekti. Bütün isteği karnını doyurabileceği, yatacağı bir yer bulmaktı.

Atını, son surat köyünün bayırından aşağıya koşturan adam, Abrek’ti. Mert, yiğit adamdı Abrek. Yoksul babası, fakir sığınağı, köyünün ve ailesini direğiydi. Çok sevdiği karısı Asiyat ile yaşadığı aşk, dillere düşmüştü.

Kazbek, ilk bakışta fark edilecek kadar çirkindi. Küçükken geçirdiği çiçek hastalığının bıraktığı iz, yüzüne korkunç bir ifade kattığından görenleri ürkütürdü…

Uşak olacaksa katıksız sadık olacaktı. Kazbek, bu evde uşak olarak işe başlamıştı ve söylenenlere asla itiraz etmiyordu… Yalnız ve çaresizdi…

Neps, olup bitenlerin ardından ahıra sığınır gibi gelmiş, bu köşeye gözyaşlarını bırakıyordu. Atın yakınında öylece çömelmiş hıçkırıklarını avuçlarına saklıyordu. Yalnızdı, içine kimsesizlik ve hüzün çöreklenmişti. 

Her yerde matemin rengi siyahtı ama burada yerini beyaza bırakmıştı… Ölüm bu köye beyazlar içinde gelir, hüzün burada daha da ağırlaşırdı… Köye sessizlik çökmüştü, sessizliğin uğultusu kulakları sağır ediyordu…

Çığlıklar yükseliyordu evin her yerinden, bacadan, duman yerine hüzün tutuyordu.

Pışımaha ve Goşdata kapının eşiğine oturmuşlar, ellerini çenelerine dayamışlar, çaresizliğin resmini çiziyorlardı.

Odasına döndüğünde kapının önünde bir bohça olduğunu fark etti… Kalbi heyecanla attı, böyle bir duyguyu şimdiye kadar hiç yaşamamıştı. Hediye almak nasıl bir şeydi ki…  Böyle bir fedakârlık neden yapılırdı ki?..

… Çobanlar, on gün otlarını otlatmak için sürülerini otlağa götürürlerken sarındıkları kepeneklerinin altından atlıları seyrediyorlardı.

Kağnılar, çoğu yaya olan insanlar ve birkaç atlının eşlik ettiği köylülerin küçük kervanı, nihayet şehre vardı…

Kazbek, atı satın alacaktı ama ne atı yanına alacak ne üzerinde bir hak iddia edecekti. Sadece parayı kadına verme derdindeydi… Pşımaha, gözlerini yere dikmiş, nedense uşağa bakmaya korkuyor gibiydi. Ona olan vefa borcunu asla ödeyemeyecek olmanın eksikliği, yaşanılan acı dolu anlar, hepsi birbiriyle ilintiliydi.

Yer gök sustu, bir ahit ancak bu kadar içten, bu kadar net ve bu kadar samimi olabilirdi… Sevmek cesaret isterdi. Sevmek yüreklendirirdi. Korkuyu korkutan tek şeyin sevgi olduğuna kanaat getirdi.

Bugün evleniyordu ancak ne şenlik düzenlenecek ne bir tören olacaktı. Verdiği bir sözü pekiştirmekten öte hiçbir şey olmayacaktı. Birine umut ve dayanak olacaktı, hepsi bu… Ben onunla evlenmezsem onu hiç istemediği biriyle evlendirecekler. Benden yardım istedi, ben de kabul ettim…

Bugün evlerinde gözyaşı ve kavga yoktu… İçerisi aydınlığın ve huzurun kokusuyla dolu, pencerelerinin perdelerinde güneşin ışıltıları asılıydı. Bu sabah aydınlığa uyanmışlardı

Hayatının öğretileri arasında, emanete ihanet etmemek öğretilmişti… Çaresizlikten yararlanmak, ona göre değildi… Bu kadını, bu çocukları hele de küçük kızını çok sevmişti. Sevmeyi önce bu küçük kız da öğrenmiş, hayatın içine bir renk katmıştı. Sevgi, hayata tat katan baharattı…

 

TEMENNİ

Umarım duyarlı toplumumuz, bu güzel eserden gereği gibi faydalanır, UŞAK çok kişiye ulaşır, çok kişi tarafından okunur. Umarım halkımız daha fazla okur, daha çok sorgular; kendisine, tarihine, kültürüne, sanatçısına, bir avuç yazar ve çizerine, şairine daha çok sahip çıkar, sanat ve edebiyatta daha çok derinleşir, daha fazla zenginleşir.

Tarihi, kültürü, kimliği ile barışık, huzur içinde yaşayan daha müreffeh bir toplum temennisiyle.

 

 

Share