Mamreş Mustafa ATALAR
Kafkasya tur organizasyonunu ilk duyduğumda, her seferinde farklı bir bahane bulup erteliyordum. Ancak bu kez, “Artık ertelememeliyim” diyerek katılmaya karar verdim. Bu, benim için anavatanıma atılan ilk adım olacaktı. Tur, uçak ve otobüs olmak üzere iki farklı seçenekle sunulmuştu. Kısa sürede mi gitsem, yoksa otobüsle yolun keyfini mi çıkarsam diye tereddüt ettim; sonunda otobüsle gitmeye karar verdim.
3 Temmuz’da, son dakikada Ankara’dan otobüse yetiştim. Sanki bir rüyaya dalıyordum, tıpkı sevgiliye kavuşmanın heyecanı gibi bir duygu sardı içimi.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim: İlk seyahat listesindekilerin %70’inin tansiyon hastası olduğunu duyunca, “Zorlu bir yolculuk olacak” diye düşündüm. 😊 Ancak yol boyunca o değerli yoldaşlarımın enerjisine hayran kaldım. Her biri, hayatıma ayrı bir renk kattı.
Yolculuk akşam saatlerinde başladı. Uzun bir araç kullanma geçmişim olduğu için yorgundum ve çoğunlukla uyudum. Daha sonra Hopa’da gruba yeni katılanlarla birlikte kafilemiz tamamlandı. Gümrük öncesi mola verdik. Molada, kafiledeki hanımefendilerin hazırladığı çeşit çeşit ikramlarla karşılaştık. Otobüste sunumlar yapıldı, zaman zaman deju ve düğünlerle coştuk.
Biraz yorucu ve uzun bir yolculuğun ardından nihayet Nalçik’e ulaştık.
Nalçik… Anavatanım!
Hayalini kurduğum, rüyasını görsem uyanmak istemeyeceğim topraklar… İlk andan itibaren yoğun bir duygu seli içindeydim. Önce Terek Nehri ve Mavi Göl’e gittik, ardından Şegem Şelalesi’ni gezdik. Şelalede atalarımın izinde, kısa da olsa at koşturmanın heyecanını yaşadım. Bir yılkı atı gibi özgür ve mutlu hissettim.
Bir sonraki durak Elbruz Dağı’ydı, ancak ben Nalçik’in caddelerini keşfetmeyi tercih ettim. Elbruz, bir daha gelmem için bahane olsun istedim.
Şehirde dolaşırken en çok dikkatimi çeken, tertemiz ve sakin oluşuydu. İnsanlar parklarda yürüyüş yapıyor, sporla ilgileniyordu. En ilginç detaylardan biri, insanların çok sessiz konuşmasıydı. Yanımdan geçerken susuyor, uzaklaştıklarında konuşmaya devam ediyorlardı. Trafik kurallarına riayet ediliyor, korna sesi neredeyse hiç duyulmuyordu. Şehirde en çok duyulan, kuşların cıvıltısıydı.
Her yerde anadilimizi konuşabilmek, mağazalarda müziklerimizi duymak inanılmaz güzeldi. Bazı binalarda asılı portreler ve biyografiler dikkatimi çekti. Bunların, o binalarda yaşamış ünlü kişilere ait olduğunu öğrenince şaşırdım. İnsanları yüceltmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladım.
Hiçbir zaman anlaşamama gibi bir sorun yaşamadık. Sanki yıllardır oradaymışım gibi rahattım. Tek zorlandığım konu, taksicilere para vermekti. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince ücret almak istemediler. Her seferinde ısrar edip ödemek için dil dökmek zorunda kaldık.
Daha sonra DÇB Başkanı Sayın Hauti Bey’in davetiyle muhteşem bir gece yaşadık. Bu gecede, iki kardeşin, iki wunagoşun kavuşmasına tanık olduk. Değerli Tuncay Abi ve Aslanbek Bey’in buluşma anındaki heyecanına ortak olduk.
Kafkasya, aidiyet duygusunu hissedebilecek miyim diye gittiğim topraklardı. Oysa orada, var olduğumu, benliğimi bulduğumu hissettim. Kutsal topraklardı benim için…
Kısa süren ama her anını hafızama kazıdığım, yüreğimdeki ateşi biraz söndüreyim derken daha da körüklediğim bir seyahat oldu.
Elbette can sıkıcı anlar da yaşadık; organizasyondan veya dış faktörlerden kaynaklanan küçük aksaklıklar… Ama bunları hoş bir anı olarak hatırlayıp gülüp geçeceğiz.
Sevgili Levent Kaplan ve ailesine, Hayrı Duman’a ve bu seyahate karar vermemde büyük rol oynayan Ömer Atalar Abi’me teşekkür etmeden geçemem.
En büyük şükran ise, bu yolculuğu bana nasip edene…
Şarkının sözleri gibi:
Xame xeuq sısezeşaşi
(Yabancı diyarda çok sıkıldım)
Wuikoş’ım sışığaje
(Kucağında uyut beni)