Bir Yazar Bir Eser: EVVELDEN SONRA / Birgül Asena GÜVEN

Yemuz Nevzat Tarakçı

“Bir Yazar, Bir Eser” yazı dizisinde bu ay, köşe yazıları, hikâyeleri ve yeni romanıyla tanıdığımız usta bir kalemi, bir edebiyat ve kültür insanını, Birgül Asena Güven’in yeni eseri “Evvelden Sonra” yı tanıtacağız.
Birgül Asena Güven, bu romanda usta ve renkli anlatımıyla sizi çok renkli, bir o kadar gizemli dünyalarda dolaştıracak.
Jan’ın kültürel kodları, kadın kimliği, hayat mücadelesi, olumsuzluklar, tesadüfler alıp derinlere götürecek sizi.
Kitabın her sayfasında değişik insan tiplerine, farklı ruh hallerine şahit olacaksınız.
Ustalıkla işlenmiş mekân tasvirleri ve renkli karakterler, gökkuşağı olacak ruh dünyanızda.
Her olayda, yazarın derin bilgisi, entelektüel birikimi, refakatçiniz olacak.

Jan, Nigâr abla, Haşim, Hasan, Metin, Esma, Oya, Nartan… ile yakından tanışacak, kendinizi gerçek hayatın doğal akışında bulacaksınız.
Aşkı, evliliği, ayrılığı, ölümü… Yani hayatı, tüm çıplaklığıyla hissedeceksiniz.
Kemancıyı dinleyecek, sokak sokak İstanbul’u adımlayacak, kafelerde buluşacak, toplantılara konuk olacaksınız.
Çatışmalar; çözüm bekleyen, çözülen, çözülemeyen sorunlar sizin de zihninizde yer edecek…
Hayatın doğal akışının ustalıkla işlendiği eserde kültür, dil ve tarih duyarlılığı kendisini derinden hissettirecek.

Büyük sürgün, “taze Cumhuriyet’in taze sürgünü” Çerkes Etem, 12 Eylül, Dersim, Gezi olayları… Hafızanızı yenileyecek, “ah” larınız “eyvah” larınız birbirine karışacak.

Siz de Jan gibi özlemle yad ettiğiniz çocukluk anılarına döneceksiniz… Kendinizi, hatıralarla dolu köyde, baba evine, anne evine atacaksınız. “Nenej” le tanışacak, “Nenej”in duygularıyla bakışınız renklenecek.
Çerkes kamasını takacak, yamçıya sarılacak, kaşeninizle buluşacak, düğünde doyumsuz danslar izleyeceksiniz…
Hatta bahçedeki ahşap çit kapının açılırken çıkarttığı o sesle mest olacaksınız.
Avlu, küçük balkon ve odalarda özlemle dolaşacaksınız… Mutfaktan gelen haluj kokusu, isli peynirin tadı, su sesi ve kuş seslerine karışan mızıka sesi mutluluğunuzu katlayacak.

Kızlı erkekli “muhabbet ortamları” nda sınırları belli sohbetlerde ciddiyetle hayatı öğrenecek, zengin kültürün her karesiyle yeniden buluşacaksınız.
Eski köy düğünlerindeki sıcaklık ruhunuzu okşarken salon düğünleri aklınıza gelecek, salonda boynu bükük duran mızıka, pek de hevesli görünmeyen güzel kızlar yakışıklı gençler, bağlamından kopmuş siyah beyaz danslar yüreğinizi burkacak.

Düğün, kız kaçırma, maksime, yok olan kültürler, değişen değerler, sevgi, nefret, özlem, ayrılık, ölüm, vefasızlık… Kısaca, yokuşu, inişi, girişi, çıkışıyla gerçek hayattan sahici sahneler sizi, içine çekecek.
Maçka’daki patlama, yüreğinizi ağzınıza getirecek…

Karadeniz’de bir kez daha ölecek, kargaların ölenlerin saçlarıyla yaptığı yuvaları görecek bir kez daha kahrolacaksınız.
Satırların arasında, farklı kültürlere, farklı dinlere, farklı dillere duyulan saygı ve birlikte yaşama bilinci vurgusu asla gözlerinizden kaçmayacak.

Ha unutmadan söyleyeyim, şu tek ayağı olmadığı için “Timur” adını alan kara (karga) kuzgun…
Kuzgun, dostunuz olacak ve size çok özel şeyler anlatacak…
Okumaya, dinlemeye hazırsınız umarım.

TEŞEKKÜRLER BİRGÜL ASENA
Sağlam üslup, güçlü kalem ve sahici ifadelerle buram buram tarih, kültür ve kimlik kokan bu güzel eseri hayata geçirdiniz ya, alkışlar size, iyi ki varsınız!
Sağlık ve huzur içinde nice başarılı güzel eserlere…

BİRGÜL ASENA GÜVEN KİMDİR
Fethiye’de doğdu, Kadıköy Anadolu Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi ekonomi mezunu.
İş hayatına “Kavala Grup” ta başladı. İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler yüksek lisans programına katıldı.
Finans alanındaki profesyonel yaşamını uluslararası bir firmada finans direktörü olarak noktaladı.
Profesyonel koçluk “Adler yoga” eğitmenliği, tarım teknolojileri öğrenciliği, kivi yetiştiriciliği, “Jineps gazetesi” yayın kurulu üyeliği…

Üç hikayesi aşağıdaki kolektif kitap seçkilerine dahil oldu:
KAYIP/ Yediveren Yayınları, CESARET/ Doğhan Külegeç Yayınları, ÖTEKİ SESLER/ H2O Kitap. “EVVELDEN SONRA” ilk romanı. Farklı mecralarda yayınlanan köşe yazıları ve dijital ortamda okurlarıyla buluşan öyküleri mevcut. “Evvelden Sonra” gururla “Papirus Yayınları” logosunu taşıyor.

“EVVELDEN SONRA” ARKA KAPAK YAZISI
“Birgül Asena Güven bizi bu ilk romanında farklı yüzleriyle anlam kazanan bir hikâyenin içine çekiyor. Bir yanda Jan’ın Çerkes geçmişinden getirdikleri, bir başka yanda kadın kimliğiyle hayatta kalma mücadelesi. Uzatmalı aşkı ve dostlarıyla. Farklı kültürleri ve hayata bakış açılarıyla birbirlerine tutunmaya çalışanlar. Maçka’daki patlama birçoğunu ölümde birleştiriyor. Jan hayatta kalmış mıdır? Sorunun cevabı romanın gizli köşelerinde saklı. Bizi derinlikleri ve renkli anlatımıyla saran bir roman. İnceliklerini mutlaka görmemiz gerek.”
Mario Levi

KAPAK RESMİ
Kitabın ruhunu çok güzel yansıttığına inandığım kapak resmi Aydan Çelik’e ait.
Teşekkürler Aydan Çelik!

KİTAPTAN KISA KISA
“Nigâr abla, köydeki düğüne gitmesi için o kadar ısrar etmeseydi belki de her şey başka türlü olacaktı. Kafasında bu soruları taşımayacak hatta usulca düğüne katılıp geri dönecekti ama öyle olmamıştı işte… Sanki hayatının bütün değerleri bu düğünün etrafında yeniden şekillenecekti…”

“Omuzlarına dökülen kızıl saçlarını uzun uzun taradı, sıkıca ördü, topladı, ensesindeki dövme görünür oldu.”

“Kırmızı bir ruj sürdü, dudakları görünür oldu. Sokağa çıkınca topladığı saçlarını açtı, savurdu. Özgürlüğü görünür oldu…”

TAZE CUMHURİYETİN TAZE SÜRGÜNÜ
“Annesi öküz arabasına eşyaları apar topar yüklerken kendisi kapıda bekleyen jandarmaya sormuştu nereye gideceklerini ama yanıt alamamıştı. Yıl, 1923, taze Cumhuriyet’in taze sürgününe şahitlik ederek on, on beş yaşlarında bir erkek çocuktu.”

“Ağlayamazdı pek, cepheden ağabeyinin ölüm haberi geldiğinde ağlamıştı belki en son. Nan da ağlamıştı o zaman. Yangınları iyi biliyordu. Çanakkale’de şehit düşen amcalarını hatırlıyordu çocuk. Ama o gün… Oğlunun üzerinden çıkan saat kösteğini hiç bırakmadı ağlamıştı Nan. Yere göğe sarılıp kimselere duymadan ağlamıştı…”

“Köşeyi dönsen ölüm, düz gitsen hayat…”

SENİN SERDAR EFENDİ BİLMEZ ONLARI
“Çok kaşeni olmuştu Nigâr ablanın. Kaşen olma durumunun Türkçe’de tam bir karşılığı yoktu. “Sevgili” sözcüğü tam olarak anlatamıyordu durumu. “Bilmemek, benim eksikliğim olabilir.” dedi, kendi kendine…”

“Sabahlara kadar oturur, muhabbet ederdi kızlı, erkekli ortamda… Ama kendi kuralları vardı o muhabbetlerin. Senin Serdar Efendi bilmez onları.”

“Yazayım diyorum bizim eski muhabbetleri. Biz, sanırım son nesiliz hem dili hem gelenekleri hem kaşenlik müessesesini yaşamış olan.”

“Mesela şimdilerde düğünler bile farklı. Köyde dansa çıkarken ceketinin önünü iliklemeyen olursa kızlar uyarırdı biliyor musun?”

“Muhabbetlerde öğrenirdik biz hayatın tüm inceliklerini. Tabii ya ‘muhabbet’ derdik. Gençlerin hep birlikte oturup sohbet ettiği, oyun oynadığı toplantılardı. Hayatı, insanı öğrenirdik biz oralarda.”

SOYKIRIM, DÜNYANIN UMURUNDA MI SANKİ
“Kimse korkunç bir soykırımla anavatanından sökülmüş bir halkın çocukları olmamızdan bahsetmiyor.
İnan bana, kimsenin umurunda değil. Dünya, eski soykırımları dinleyemeyecek kadar yenileriyle meşgul.
Senin dediğin gibi bir dolu kaşeni olmuyor artık kızların. Hemen sevgili oluvermek moda annem.”

“Hapishanelerde Çerkesler de var mesela. Dedemin anlattığı hapishanesi olmayan topluma inanmıştım ben biliyor musun?

KIZILDERİLİLERİ BUNUN İÇİN SEVERİM
“Kıyıda köşede kalmış bir Çerkes köyü bulup gidesim geliyor. Bahçesinde mısır, ocağında isli peynir kalmadı, deme bana! Kızılderilileri bile, doğaya tapınmaları bize benziyor, diye sevdim ben…

“Babam gittiğinde tuttun ya ellerimden. Şimdi sen niye gittin anne?”

“Neredesin be annem? Senden sonra tekrar görmeye başladım aynı kâbusu…”

“Bir koku duyuyorum bazen biliyor musun? Dağlarda açan bir çiçeğin kokusu o. Mutlaka bizim dağlarımızda, sadece bizim dağlarımızda…”

“Peki nereye gitti bu kılıçlar?”
“Ne olacak 12 Eylül’de evdeki silahların teslim edilmesi istenince küçük dayı götürüp teslim etmiş ikisini de.”
“İnanamıyorum ya! Aile yadigârı teslim edilir mi?”

KÜLTÜREL DEĞERLER
“Telefonu kapatırken aklı, 12 Eylül’de teslim edilen kılıçlara takıldı…”

“Yamçılar çok güzeldi ama. Aba gibi kalın bir kumaştan yapılır, erkek giysilerin üzerinde kullanılır ve çok görkemli dururdu…”

“O dans gösterisinde atların yürüyüşünü taklit eden erkek dansçılar sahneye, üzerlerinde yamçılarıyla çıkmışlardı…
Dedesinin anlattıkları geldi aklına. Eve karışsın, göze batmasın diye büyük babaanne evdeki yamçı ile yer minderini sarmalayıp mutfaktaki ocağın önüne koymuş. Dedenin anlattığına göre Gönen Manyas köylerinde Pşevu Ethem’in kuvvetlerine katılanlar çok olduğu için baskı fazlaymış, daha da tuhaf şeyler yaşanmış…”

AH KARADENİZ AH!
“Annesi eski hikâyeleri anlatmayı seviyordu. Büyükanne ve babasının Karadeniz’de gemide öldüğünü ve denize atıldıklarını söylemişti. Dedesi 93 Harbi’nde çıkmış Kafkasya’dan.”

“Büyük dede, 10 yaşlarında gelmiş Samsun’a. Sonra 12 yaşında Samsun’dan İstanbul’a kaçmış. Sirkeci’de bir Çerkes kahvesinde yatıp kalkmaya başlamış.”

UBIH NİNE
“Üç hafta sonra Nartan evleniyordu, yine düğün vardı köyde. Belki de bu sefer giderim.”

“Süzüldü içeriye. Sağ taraftaki boşlukta eskiden Ubıh Nine’nin yaşadığı ev olmalıydı. Evin girişindeki basamakları çıktığında küçük bir balkonuna ulaştığını ve köşedeki konserve kutusu saksının altından anahtarı alıp kapıyı açtığını hayal etti, hurma ağacının dallarına baktı, hâlâ oradaydılar.”

“Bursa’daki toplantıya giderken aklına düşüp uğramasaydım baba evine, şimdi ayağında topukluları bilgisayarını açmış notlarına göz gezdiriyor olacaktı.”

ÇOCUKLUĞUMUZU YOĞURAN KÜLTÜREL DEĞERLER
“Kapının önündeki kütüklerin üzerine yan yana oturdular. Amca, başını hiç kaldırmadan söylendi bahçedekilere: Neden söylemiyorsunuz kimin geldiğini?”

“İşte şimdi, aradan geçen 3 yılın ardından tekrar tahta çitlerin arasındaki kapının açılış sesini duymak istemişti. İyice uzamış otların arasından görülmediğini umarak dere kenarına yürüdü. Kütüklerin üzerinde amca ile oturuşlarını ve arılarla uğraşan yaşlı adamın başını öne eğişini hatırladı…”

“Derenin kenarında bir tahta sandalye buldu… Suyun sesini dinledi, derenin doğduğu yeri hayal etti… Kalktı, sandalyeden suyun kenarındaki taşlardan birine oturdu, ayaklarını daldırdı. Onların da akıntının hızıyla akmaya çalıştıklarını gördü, güldü. Unuttu bütün büyük cümleleri, küçük cümleler kurdu. Akmakta olanın içindeki yeşile baktı, ‘su otu’ dedi, gülümsedi. Bahçeden bir elma kopardı, ısırdı, iğde gibi dağılmadı ağzında. Başının arkasındaki eve doğru çevirdi…”

UBIH NİNE İLE BULUŞMA
“Giysileri çıkarıp atlasa dereye yüzse, kimse görmese. Su sürükledikçe taşlara tutunup geri gelse. Tam atladığı yerden çıksa kıyıya. Giysilerden biriyle öylece kurulansa, sonra giyinse. Üşüse. Belki üşümese. Ubıh Nine’nin evi hâlâ bahçede olsa, içeri girse, kapıdan geçerken başını eğerse. Ocak yansa odada, evde ekmek kokusu olsa, ocağın başına otursa, sırtını toprak duvara verse, sırtı ürperse, ocak başında duran yamçıyı duvarla arasına koysa, alevleri seyretse… O akşamüstü, dere kenarındaki kavaklar derin, nahif, belki hüzünlü bir duygu ifade etmek ister gibi yavaşça sallanıyordu…”

MIZIKA TUTKUSU
“Hayatı, müzikle anlamlandırmayı seviyordu. Belki akordeon çalmayı heves etmesi de bu yüzdendi. Belki de kadim olanı işitmek istiyordu körüğün nefesinde. Belki aynı çiçeğin kokusunu duyuyordu Kafdağı’nın ardından gelen…”

“Kavaklar, salınmaya devam ediyordu…”

“Uyandığında müzik susmuştu. Yalnızca suyun çakıl taşlarının üzerinden coşkuyla akan sesi, aileden kalan yıkık dökük bahçedeki kırık sandalyenin üzerinde oturmaya devam eden Jan’la beraberdi.”

KAFDAĞINDAN GÖNEN’E GÖNEN’DEN KAYSERİ’YE
“Kafdağı’nda dağıtılan evlerini, sürgünde Karadeniz’den sağ çıkıp Gönen çayında boğulan büyük amcasını, Gönen’den Kayseri’ye öküz arabaları üzerinde sürülürken ninesinin çaldığı mızıkanın sesini, Ethem’in yanında yeni vatanı savunurken ölen amcasını düşündü…”

“Jan’ı iyi tanırdı Timur. Zaman zaman Kafdağı’nda açan bir çiçeğin kokusu ulaşırdı her ikisine de… Bazen de kanın kırmızısı dolardı gözlerine…”

“Kuzgun ürperirdi o zaman çünkü bilirdi, Jan bilmezdi. Kafkasya sahillerinden tıka basa insan dolu olarak yola çıkarmış teknelerde ölünce denize atılan annelerin, çocukların, kardeşlerin, babaların hepsini biliyordu. Belki de bu yüzdendi Jan’ı anlaması.”

“Belki bu yüzdendi iki, üç asır sonra bile olsa bugün sahile vuran cansız çocuk bedenlerinin ona yaşlanmış bütün acıları hatırlatması.”

“Kargaların, Karadeniz sahillerine vuran Çerkeskalı ölülerin sakalarını taşıyarak kurdukları yuvalar da vardı.”

JAN VE METİN
“Metin’in bu aralar aklı Jan’daydı. Neden ayrıldıklarını anlayamamıştı hâlâ “Git!” demişti sadece, Metin de gitmişti.
Jan’la karşılıklı dans ettiklerinde pışınenin sesi iyice yükselirdi. Daha da coşar, ritim tutmak için kullanılan birbirine deriyle bağlanmış ahşap çubuklardan oluşan phaçiçin avuç içine vurularak çıkardığı ses, iyice yükselirdi. Köyde daha çok parmak ucunda ve hızlı bir dans olan “tleperuş” oynanır, Jan da bu oyunu pek güzel becerirdi.”

“Jan’ın ailesi Şapsığlardandı. Sülale, Kafkasya’da kıyı boyu Şapsığ’dan Ubıh bölgesine açılmış oradaki ekonomik ilişkilerle şekillenmiş, büyümüş Ubıhlarla evlenmiş ve Osmanlı’ya kendi soy adlarını verdikleri ile birlikte gelmişlerdi.”

SETENEY GUAŞE
“Masanın üzerindeki telefon çaldı. İsteksizce kalktı. Arayan Jan’dı. Ne yapacağını şaşırdı. Oyalandı ve açtı telefonu. Kalbi çarpıyordu. “Selam” dedi, Jan.”

“Bu kız çok güzel, diye düşündü Metin. Saçlarının kırmızısında Setenay yazıyor. Tıpkı Nart mitolojisindeki bilge ve güzelliği dillere destan Çerkes kadın gibi.”

İTİRAF EDİLMEMİŞ AŞKLAR YAŞANMAMIŞ HAYATLAR
“Köfteler geldi. Tabaklar yerlerini bulup ilk lokmalar ağza atılana kadar ancak tuttu kendini Metin.”
“Jan, sana bir şey soracağım.”
“Sor bakalım!”
“Biz neden ayrıldık?”
“Ardında sadece bir ömür utançla yaşamak zorunda kalacak bir sürgün değil, belki hiç itiraf edilmemiş aşklar, kurulamamış hayatlar, tutunulamamış kimlikler bırakıp yaralı ve güvensiz ruhuna sarılıp devam etmek gerekirdi hayata. Nigâr bunu öğretmişti…”

PSIHALIVE
“Önceden kaynatılmış suda haşlanmış içlerindeki bol Çerkes peynirini seçilebileceği incelikteki hamurlar, tabaklara dağıtılmış ve üzerlerine pul biberli kızdırılmış yağ gezdirilmiş olarak sofradaydı. Mutfakta demlenen çayın kokusu sarmıştı evi…”

ÇERKESLER NEDEN GEÇ EVLENİYOR?
“Bizimkiler niye bu kadar geç evleniyor acaba? Muhtemelen evlenmeden önceki ortamları çok keyifli olduğu içindir. Düşünsene, kızlar erkekler bir arada, o düğün senin, bu muhabbet benim geziyor, geziyorsun. Şakalaşmaların ardı arkası gelmez zaten. Doğal ortamında tanırsın arkadaşlarını da evleneceğin kişiyi de…”

“Baba evinde dayak yiyen kızların erkekten kocaya kaçtıkları düşünülürse burada da tam tersi oluyor muhtemelen hem kızlar hem erkekler için…”

NENEJ
“Sen ne diyorsun bu işlere Nenej?”
“Nenej, büyülü sözcük, sadece yaşlı kadın anlamına gelmez.”
“Kadın bilgeliğine saygıyı da hatırlatır sanki…”

“Kemancı, o sabah her zamankinden erken kalkmıştı. Hava soğuk, sabah ayazı hoşuna gitmişti ama Nişantaşı’nda biraz oyalanmış, gönlüne göre birkaç ezgi çalmıştı. Bazen para veren oluyordu ama çok da para toplamak için çalmıyordu sanki.”

TİMUR VE NARTLAR
“Timur, Kafkas Dağlarının doruklarında rastlıyor Nartlara. Karadeniz ve Azak Denizi kıyısında yaşayan halkların mitolojik kahramanları onlar. İyilikten yana, kötülüğe karşı olduklarını biliyor…”

“Setenay, bereketli güzel bilge kadın, Savsıruko’nun annesi. Önce fark etmiyor Kuzgun’u. Nartlar meclisinin akıl hocası, henüz gücü elinden alınmamış…”

SÜRGÜN MÜ DEDİN?
“Sürgünler neyi hatırlatır acaba? Sürenleri mi, sürüldüklerini mi, kalanları mı, gidenleri mi? Hangisi gerçek? Sürgün? Kuzgun? Telefonun ekranındaki fotoğraf? Hepsi? Belki hiçbiri?”

YARIM KALAN BESTE
“Beethoven’ın yarım kalan bestesi, yapay zekâ tarafından tamamlandı, dinledin mi?”
“Senin yarım kalan besteni kim tamamlasın istersin Jan Hanım? Her şeyi anlamaya çalışarak olmuyor belki de. Bir buçuk milyon insan geldi o sürgünde Osmanlıya. Her biri ayrı bir dünyada bugün. Torunların torunları. İsrail’de, bölgeye ilk ulaşanların mezarlığına gittiğinde nasıl derin ve soğuk bir sessizlikle kalakalmıştım. Ağlamış, sarılmıştım mezardaki ağaçlara…”

ESKİ KÖY DÜĞÜNLERİ
“Köy, bu düğün için kurulmuş gibi, bütün haneler açmış kapılarını gelenlere. Konuklar, köydeki evlere dağıtılmış. Jan, belki en yakın evde, büyükler düğün evinde…”

“Kız kaçırılmış olabilir, âdette var. Bir yakın eve emanet. Geceleri gençler o evde toplanıyor. Jan, içlerinde. Kimse yaşını sormuyor. Düğün faaliyetleri başladığında ortada görünmez artık Nartan! Bir arkadaşın evindedir. Sağdıcı ve onun yardımcısı koşturur gereken her şey için. Düğüne gelen arkadaşları da damadı burada görebilirler ancak. Kız da yoktur ortalarda…”

“Azdır artık böyle düğünler. Belki de bir salon kiralanmıştır ve gelinle damat karşılıklı Çerkes oyunu oynarlar düğünde geleneğin aslına uygun olmasa da. Belki halay bile çekilir…”

“Kızın kaçırılması, bildik çağrışımlardan uzaktır. Zor yoktur işin içinde. Usul ve danışıklı dövüş yazar hikâyeyi. Eğlencelidir. Biraz evlilik öncesi ritüellerine girmemek için açılmış yeni geleneksel bir hareket alanıdır gençler için…”

“Dans vardır mutlaka köyde… Cegu denir adına hâlâ ama anlamı değişmiştir. Meşe ağaçlarının altında yapılagelmiş törenlerden izler taşır. Pagandır biraz Cegu, yabandır, kadimin suç ortağıdır. Düğün, sadece eğlence, oyun değildir…”
“Jan, en çok o suç ortaklığını sever. Kadim dua ve cenaze ritüelleri içinde de Cegu olduğunu bilir…”
“Mutfaktan haluj kokusu geliyor. Belki Kafdağı’nın ardındaki çiçeğin kokusu da oralarda. Kim inanır olmadığına?”

TEMENNİ
Umarım duyarlı toplumumuz, bu güzel eserden gereği gibi faydalanır.
Umarım “Evvelden Sonra” çok kişiye ulaşır, çok kişi tarafından okunur.
Toplumumuzun, eserden ziyadesiyle yararlanması temennisiyle…

Share