YEMUZ NEVZAT TARAKÇI
Bu kez, Selahaddin Şekercan’ın dumanı üzerinde tüten öykü kitabından, “Maraşlı’dan Çerkes Öyküleri” nden, bahsedeceğiz.
Bu eser, yazarın ilk öykü kitabı. Biz bu öykülerle hayatın kalbine uzanan heyecanlı ve coşkulu bir yolculuğa çıkacağız. Bilirsiniz ilkler, ilk göz ağrıları özeldir, önemlidir. “Maraşlı’dan Çerkes Öyküleri” yürekten gelen, yüreklere akan, temiz, saf, samimi, sıcacık öykülerden oluşuyor. Yazar, büyüdüğü dünyayı, yaşadığı coğrafyanın sosyal yapısını, kültürel yaşantısını, yapmacıksız, içinden geldiği, yüreğinden aktığı gibi yazmış.
Siz, bu birbirinden güzel öyküleri okurken olayların içinde kaybolacak, aman bitmesin bu kitap, tükenmesin sayfalar, diyerek yaprakları ağır ağır çevireceksiniz.
YAZAR KÖYÜNÜN RUHUNUN RÖNTGENİNİ ÇEKMİŞ
Selahaddin Şekercan kitabında, bir Çerkes köyünü anlatıyor. Yazar, köyün coğrafyasıyla, sosyal ve kültürel yapısıyla yetinmiyor, adeta köyünün ruhunun röntgenini çekiyor.
Köyün sosyal yapısı, kültürel kimliği, coğrafyası, köylünün tercihleri, geçim kaynakları, düğünler, cenazeler, çocuk oyunları, yaşlılara duyulan saygı, bölgede hayat süren hayvan ve bitkiler, sülaleler arasındaki rekabet, sevinçler, mutluluklar, kavgalar, acılar, mimari yapılar, iklimin acımasızlığı, imkansızlıklar… Rengarenk bir hayat. Bu gökkuşağı renkli hayatın hiçbir rengini eksik bırakmamış yazar.
Kitap, her ne kadar öykü kitabı olarak geçiyorsa da aslında kitapta her tür mevcut: Türkçe ve Çerkesce öykülerin yanında kitapta kapsamlı sayılabilecek bir sözlük, Çerkes yemeklerinin anlatıldığı bölüm, tekerlemeler kısmı, sülalelerin soy ağaçları ve sülale damgalarının olduğu bölümler mevcut.
Kitap, Maraşlı’yı merak edenler için adeta Kaşgarlı Mahmut’un “Divan-ı Lügat-it Türk” ü gibi bir kaynak kitap.
BELGESEL TADINDA ANLATIM
Kitapta, sosyal yaşantının dışında yaban hayatı, iklim şartları, mevsimler… belgesel tadında anlatılmış.
Eseri okurken Çerkesçe isimlerle coğrafi bilgiler, dağ, tepe, yol… adeta zihninize nakşoluyor. Sığırcıkların senfonisi, kurbağaların konseri, sevimli leyleklerin macerası, koyunlar, kurtlar, kuzular…
ÇOK İLGİNÇ
“Köyümüz halkında avlanma kültürü yoktu. Buna bağlı olarak da bizim çocukluğumuzda hiç kimsede av tüfeği bulunmazdı.”
HİKAYELER ALIP UZAKLARA ÇOK UZAKLARA GÖTÜRECEK SİZİ
Selahaddin Şekercan’ın köyüne duyduğu özlem, nasıl bir özlem ki her şeyi sığdırmış kitaba.
Köyünü, köylüsünü, eşini, dostunu, akrabasını geçtik, bölgenin dağını, taşını, börtüsünü, böceğini büyük bir özlem ve sevgi içinde sıcacık duygularla anlatmış.
Kitabın sayfalarında gezinirken kışın zorlu fırtınalarına tutulacak, donmaktan son dakikada kurtulacak, tezek ateşinde ısınacak, şöminede kaynayan “kalmık şey” le rahatlayacaksınız. Kulağınızda, rüzgâr uğultusu, mızıka sesi, köpek havlaması, kurt uluması, at kişnemesi, kurbağa senfonisi eksik olmayacak.
Kuş sesleri arasında tırpan sesi duyacak, at kişnemesiyle coşacak, taze biçilmiş buğday kokusuyla mest olacaksınız. Kağnı sesini dinleyerek adımladığınız değirmen yolunda ara ara soluklanacak, değirmende sıra bekleyecek, gece un çuvallarında sabahlayacaksınız. Köydeki imamı, çobanı, muhtarı, bekçiyi yakından tanıyacak, bakımlı kır atının üstünde, ak saçlı, fötr şapkalı, köylüyle her konuda hem dem olan cumhuriyet aydını, köy öğretmeni Dumanış Hamid ile buluşacaksınız.
İlkokulda teneffüslerde kendi aranızda anadilinizle konuştuğunuz için “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası gereği kâh tokat yiyecek kâh kulağınız çekilecektir.
“Aşık”ları rengarenk boyayacak, topaç çevirecek, tozlu yollardan tarlaya azık taşıyacaksınız.
Gölcüklerde çimecek, balık tutacak, köyde akşamları “harimole” oynayacaksınız. Ağustos sıcağında dövenin üstünde saatlerce uyuklayacaksınız… Kartopuna doyacak, çerçiciyi üzecek, nevruz toplayacak, aşure dağıtacaksınız… Camide gülüp oynayacak, Kuran kursunda ise azar işiteceksiniz.
Doyumsuz çocukluğunuzdan sonra düğünlerde oynayacak, atlarla dost olacaksınız. Bu, zevkli ama zor coğrafyada her şeye rağmen ya mutlu olacaksınız ya da Turhan ve arkadaşı gibi öküzleri ve “karasaban”ı tarlada bırakıp köyden İstanbul’a kaçacaksınız.
SEVGİYLE, HASRETLE ÖZLEMLE…
Yazar, büyük bir özlemle, aşkla, şevkle yazmış… Her şeyi yazmış, köylünün atını, kedisini, köpeğini, kurdunu, kuşunu yazmış. Kitabın arka kapağında ifade edildiği gibi yazar, “Köyüme ve köy halkıma duyduğum bu özlem, bu sevgi benimle mezara gitmesin!” demiş ve yüreğini yazıya dökmüş.
Kitabın sayfalarını merakla çevirirken duygusal hikayelerde gözyaşınızı tutamayacak, bazı hikayelerde kahkaha atacaksınız. Hayat zaten böyle değil mi, doğum-ölüm, gece-gündüz, acı-tatlı…
“UZUNYAYLA ANTOLOJİSİ ORTAYA ÇIKSIN”
“Bu kitapçığı oluştururken zihnimden hiç silinmeyen çocukluk anılarım bana rehber olmuştur. İçine hiçbir fantezi, riya, yalan ve abartma katmamaya özen gösterdim. Hikâye kahramanları gerçek adları ve yaşanmış olaylarla yer almıştır.” Diyor yazar.
“Gönül ister ki Uzunyayla’nın tüm köylerinde benzer ve daha da ilginç hikâyeler birileri tarafından kaleme alınsın, tüm köylerin tek tek yaşantıları yazılsın, bir “Uzunyayla antolojisi” ortaya çıksın. Bu aynı zamanda diasporadaki önemli bir Çerkes yerleşim bölgesinin tarihe mal olması anlamına da gelecektir.”
SELAHADDİN ŞEKERCAN KİMDİR?
Çerkes literatürüne, “Çerkesler! Kim bunlar?” çeviri eseri ve “Maraşlı’dan Çerkes Öyküleri” ile okurlarına merhaba diyen Selehaddin Şekercan kimdir?
1950 yılında, rahmetli annesinin deyimiyle “arpalar biçilirken” Uzunyayla’nın Maraşlı köyü’nde doğdu. İlkokulu 4. Sınıfa kadar köyünde, 5. Sınıfı, ortaokul ve liseyi Ankara’da okudu. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi.
Türkiye’nin çeşitli yerlerinde hâkim ve savcılık yaptı. 15 yıl kadar da noterlik görevinde bulundu.
“Bizden sonraki kuşaklara bu dili öğretemedik, öğretemiyoruz!” düşüncesi yazarın en büyük sıkıntısı olmuş.
SELAHADDİN ŞEKERCANIN YAYINLANAN ESERLERİ
“Çerkesler! Kim bunlar?” Çeviri eseri ve “Maraşlı’dan Çerkes Öyküleri”
“Bu eser, can yoldaşım Cerice Turhan Çelik’in teşvikiyle hayata geçti. Bu vesileyle buradan bir kez daha teşekkür etmek isterim.”
281 sayfadan oluşan eser, “Papirüs Yayınları” logosunu gururla taşıyor.
Umarım yazar, kitabın ikinci baskısında mizanpajı gözden geçirir, daha küçük bir punto tercih eder.
Ayrıca yazarın kısa bir özgeçmişinin ilave edilmesi unutulmamalı.
MARAŞLI KÖYÜ
“Sivas’ın Gürün ilçesine bağlı kısmen Sivas kısmen de Kayseri’nin sınırları içinde kalan Uzunyayla platosunda yer alan 1864 Büyük Çerkes Sürgünü sonrası Çerkesler tarafından kurulmuş bir köydür Maraşlı. Maraşlı, eskiden bahar şenlikleri, at yarışları, nişancılık, güreş, imeceleri, yün tarama, keçe yapma, yamçı yapma ve düğünleri ile bütün uzun yaylanın çekim merkezi idi.”
“Sülalemizin büyükleri, 1869 civarında Kafkasya’dan sürgün edilip Maraş Göksun’da iskân edilmişler. Ama orası ormanlık bir bölge olduğu için yanlarında getirdikleri yılkı atları sık sık kayboluyormuş. Bunun üzerine açık ve geniş bir alan arayışına girmişler ve bugünkü köyümüzün yerini keşfetmişler. Maraşlı adı da oradan geliyor.”
“İKİNCİ VATANIMIZ DA YOK OLUYOR”
“Maraşlı, Uzunyayla’nın çekim yerlerinden biriydi. Çok canlı, çok hareketli bir köydü. Coğrafyası da farklıydı.”
“Atalarımız bir buçuk asır evvel anavatandan gelip buraya yerleşmiş. Burası bizim ikinci vatanımız olmuş. Ama şimdi o ikinci vatanımız, Uzunyayla da kayboluyor”
DOĞUP BÜYÜDÜĞÜ TOPRAKLARA DUYULAN DERİN ÖZLEM DUYGUSU
Yazarın, kitabı derin bir özlem duygusuyla yazdığı o kadar belli ki! Eserde sosyal yapı, kültürel iklim, mevsimler, yaban hayatı o kadar güçlü bir coşkuyla anlatılıyor ki…
“Dam boyu kar yağardı. Hatta pencereler kapandığı için gündüzleri bile lamba yakmak gerekirdi. Bu lambaların bir kısmı Kafkasya’dan getirilmiş, adeta birer sanat eseriydi.
Maraşlı’da kar haziran ortasına kadar kalkmazdı. Yıllar sonra “Doktor Jivago” filmini seyredince, oradaki Sibirya görüntüleri, sakalları bıyıkları buz tutmuş insanları görünce Maraşlı’ya benzetmiş, çok etkilenmiştim.”
“Bahar gelince, Tahtalı (Göğdeli) Dağları’nın karları erir, köyün çayırlarında tespih gibi dizilmiş göller oluşurdu. Orada balık tutardık. Bu sulak alanlar turnaların, leyleklerin ve daha birçok çeşitli göçmen kuşun uğrak yeriydi. Aynı zamanda angut kazlarının üreme yeriydi. Baharda çayırlar angutların altın renkli tüyleriyle adeta kızıla boyanırdı.”
“At, çocukluğumuzda aile bireyi gibi bir şeydi. Misafir gelince onların terini soğutmak, gezdirmek biz çocukların göreviydi… Bir de atların damgalanması var ki, hiç gözümün önünden gitmezdi.”
Bu ufuk sahibi yürekli kültür insanlarını, bu duygu deryası yazarları okudukça yarınlarımızın daha güzel olacağı umudu yeşeriyor…
İyi ki varsınız!
ESERDEN KISA KISA
“İkindi üzeri her evde ayrı bir telaş başlardı…Gelinler akşam yanacak olan gaz lambalarının hazırlığına başlardı. Fitiller ayarlanır, gazlar doldurulur, lamba şişeleri tülbentler veya pamuklu bezlerle silinerek özenle parlatılırdı…”
“Yavrum hiçbir insan, hiçbir köpekten hızlı koşamaz. Onun için köpek kovalarsa sakın kaçma, olduğun yere otur, kıpırdamazsan onlar hiçbir şey yapamazlar, en fazla üstüne işeyip geçerler…”
“…Bu meydan okuma kanına dokunmuştu, hemen ceketini çıkarıp bir kenara bıraktı, tabancasını da ceketin üzerine koyup meydana fırladı. O, güreş tutarken düğünün şeref konuğu karakol komutanı başçavuş, askerleri gönderip tabancayı aldırdı… Ama Bahri Amca…”
“Avlumuzda palaz haline gelmiş 20 kadar hindi yavrusu vardı. T’aş Wumar, “Tuy anasını, bu ne kadar hindi!” dedi. Adam henüz evine varmamıştı ki hindi yavruları teker teker düşüp ölmeye başlamıştı…”
“Haj Nane, kendisi son derece hatırşinas, sevgi dolu, kibar ve hayırsever birisiydi. Örf, adet ve geleneklerimize de son derece bağlıydı… Karahalka köyüne giden yol üzerinde öküzleri otlatırken içinde bayanların olduğu bir kağnı arabasından inen Haj Zekrey, beni bu arabaya bindirip kendisi köyde kalmıştı…Ben neden içinde bu kadar kadının olduğu arabaya bindirilmiştim, ben nereye gidiyordum?..”
“Çocukluğumuzda anlatılanlara göre, o kadar kar yağardı ki bazen yol kenarındaki telgraf direkleri bile kaybolurmuş…. Köy halkından biri, bir gün, Gürün’den yaya olarak köye dönerken kar fırtınasına tutulur, takip ederek geldiği telgraf direkleri de görünmez olmuş hava da kararmıştır. Çaresiz, olduğu yere oturur ve kısa sürede kara gömülür… Vücut ısısı ile oturduğu yer kısa sürede bir “iglo” ya dönüşür. Etrafını kurtlar sarar, kendisi de sürekli sigara içmektedir. Sigara ışıklarından ürken kurtlar, saldırma cesaretini gösteremez. Nihayet…”
“Maraşlı misafir odalarında, ahşap kapaklı gömme dolapların içinde her zaman kullanıma hazır yatak, yorgan, yastık, çarşaf gibi malzemeler, kapı arkasında leğen ile su dolu ibrik ve çivide asılı temiz havlu bulunurdu.”
“Misafir odalarındaki derin sohbetler sayesinde büyüklerin hayat deneyimleri ve kültürümüz gençlere aktarılmış olurdu.”
“Köyde birisi köpek edineceği zaman köpeği teste tabi tutarlardı… Köyde her zaman tulum yüzülmüş ve içi otla doldurulmuş kurt postu bulunurdu, bunu köpeğe gösterirlerdi, bazı köpekler kuyruğunu kıstırıp kaçarken kurtçul olanlar bir göğüs darbesiyle onu yere düşürüp parçalamaya kalkardı.
“Zirvelere kar düşmesi ile köyde kış için son hazırlıklar yapılırdı… Harmanlar bitirilir, buğdaylar yıkanır, bulgurlar kaynatılır, kurutulacaklar kurutulup değirmen işleri tamamlanırdı. Kışlık ihtiyacı için kavurmalar yapılır tenekelere basılır, tereyağları eritilip sade yağ elde edilirdi.”
“Kesilen hayvanların sakatatları kurutulur, “nekutl” “jerume” gibi yiyecekler kışa hazırlanırdı. Tabii ki bunlar içinde olmazsa olmazı “koyplıj” yani Çerkes peyniriydi.”
“Bu tarihlerde at arabaları ve kağnılar uygun yerlere çekilerek tekerlekleri sökülür, bakımları yapılır ve koruma altına alınırdı. Bu arada baharla birlikte aynı şekilde kaldırılan kızaklar meydana çıkarılır, bakımları yapılır, tenteleri takılırdı. Zira kış boyunca özellikle bayanların ve çocukların zorunlu yolculuklarının yegâne ulaşım aracı bu kızaklardı. Bir köyden bir köye veya şehre gitmek gerektiğinde kızaklara başvurulur, çoğunlukla kışın yapılan düğünlerde gelin arabası olarak bu kızaklar kullanılırdı.”
“Kış boyunca dağda aygırın yönetiminde olan yılkının köye getirilmesi ve damgalanması işi heyecan vericiydi… Bu damgalar, ulusal hatta uluslararası nitelikte anlam ifade eden işaretlerdi. Ayrıca atların dışındaki büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar için kime ait olduğunu belgeleyen işaretler o hayvanların kulaklarına işlenirdi…”
“Yılkı için hiçbir zaman çoban tutulmazdı, yılkıyı yaz kış aygır yönetirdi… Nisan ayında biz çocuklar ve gençler nevruz toplama coşkusunu yaşardık. Ya kenger sakızı…”
“Kürt Ömer’in büyük oğlu Mehmet, köyümüze ilk kez transistörlü radyoyu getiren kişiydi. Mehmet, sığır çobanlığı yaparken bu radyoyu yanından hiç ayırmazdı.”
“Çocukluğumuzda cuma ve bayram namazlarına mutlaka götürülürdük. Vıkeu Vumar,
Kur’an ayetlerini Çerkesçe tefsir eder, hutbeyi de mutlaka Çerkesçe okurdu herkesler de ne okunduğunu ve neler için dua edildiğini bilirdi.”
“Fırtınasız nadir geçen kış günlerinde kartopu savaşları ikindiye doğru biter ve damların üstünde etrafı seyrederdik. Bembeyaz karla kaplı yamaçlarda tek sıra halinde sıralanmış kurt sürülerini görür ve …”
“Yaz ayları geldiğinde sırasıyla ot, arpa, çavdar biçme, buğday biçme ve bunları harman yerlerine çekme, harman yapıp döven sürme işleri birbirini takip ederdi. Harman zamanı en usandırıcı iş ise dövenin üstünde durmadan dönmekti.”
“Şafakla birlikte uzak tarlalardan sap çekmeye gittiğimizde… Köye çerçi geldiği zaman köyde tüm çocuklar ayrı bir coşku ve heyecan yaşardık… Dinime imanıma çerçi, 9 tane erik verdi 11 tanesini Metin yedi…”
“Kışın köye gelenler kardan evi göremezler, ancak bacalardan çıkan dumanları görürlerdi… Çocuk olarak önemli görevlerimizden biri de yazın tarlaya azık götürmekti. Tarlaya azık gittiğinde derhal yakın tarla komşuları da çağırılarak yemekler birlikte yenilirdi…”
“Günlerden bir gün komşu Uzunpınar köyünden, at hırsızlığı ile nam yapmış Yinerokua Kâmil, Şocen Fat’a misafir gelir…”
“Rahmetli Faik, biz çocukların korkulu rüyasıydı, kendisini hiç sevmezdik. Çünkü şubat tatillerinde Kur’an öğrenmek için bizi ona teslim ederlerdi. O da elinde uzunca bir meses, aşağı baktın suç, yukarı baktın kabahat, insafsızca kafamıza vurarak, bize bir şeyler öğretmeye çalışırdı… Maraşlı gibi bir köyde kış günü bir çocuk başka nasıl vakit geçirebilirdi ki… Sanki kendisi hiç çocuk olmamış gibi…”
“Merhum Bahri Amca, annesi ölen bir kuzuyu biberonla besleyerek büyütmüş, zamanla aralarında öyle bir bağ gelişmiş ki kuzu yanından saniye bile ayrılmazdı…”
“Annelerin çilesi bitmez. Bir kış gününün sabahında uyandığımızda annem çoğunlukla birçok işi bitirmiş, soba çoktan yanmış, odanın bir köşesinde, ağaç gövdesinden oyulma ahşap hamur teknesinde hamur yoğuruyor olurdu.”
“Yaz aylarında dışarıya dökülen hayvan gübrelerini samanla karıp onları avlu kenarlarındaki taş duvarlara kalıplar haline yapıştırıp tezek yapmak da önemli bir görevdi… “Tavukları yemlemek genellikle genç kızların göreviydi…”
“Annelerin bir başka görevi de akşam olunca gaz lambasını ışığında gündüzden yıkanmış ve kurumuş çamaşırları katlayıp kaldırmak, yırtığı, söküğü olanları ayırıp onları dikmek ve yamamak, delinen yün çorapları tamir etmek gibi ince işlerdi.”
“Biz çocuklar ve büyüklere deriden ayakkabı ve çizme dikilirdi. “Cizlaved” marka lastik ayakkabılar çoğalınca ninelerin bu çilesi de giderek hafiflemiş, sadece ‘mest’ dikme ile sınırlı hale gelmişti.”
“Mevlit ve aşurenin dışında bir de “hanseguaşe” yağmur duası vardı. Kuraklığın uzadığı dönemlerde büyüklerin de katılımı ile yaptıkları yağmur duasından sonra ve ertesi gün kızlı erkekli köyün tüm çocukları ve gençleri bir kukla hazırlar ve bu kuklayı kapı kapı dolaştırırlar, yağmur yağması dileklerini içeren şarkı ve sözler söylerlerdi. Tabii ki ödüllerini de alırlardı…”
“Köyümüzde her şey doğaldı, yani şimdiki deyimle organikti… Tahta külekler içinde biriktirilen ve çeşitli şekillerde tüketilen kaymak ile yapılan yağlı dediğimiz bir çeşit böreğin lezzeti bir başka olurdu. Sizler de bu yağlıdan yiyip üzerine de yayık ayrandan içmeyi hayal etmenizi tavsiye ederim. Ben, o güzel günleri büyük bir özlemle anıyorum.”
TEMENNİ
Umarım duyarlı toplumumuz, bu güzel eserden layıkıyla faydalanır.
“Maraşlı’dan Çerkes Öyküleri”nin çok kişiye ulaşması, çok kişi tarafından okunması, eserden toplumumuzun âzâmi derecede istifade etmesi temennisiyle…