Birinci Dünya Savaşı ve onu takip eden yıllar Türkiye tarihi açısında önemli kırılmaları içeren bir dönemdir. Türkiye’nin bir imparatorluktan ulus devlete geçişinin gerçekleştiği bu dönemde Birinci Dünya savaşının da etkisiyle birçok sosyal ve siyasi problem ortaya çıkmış, insanların hafızalarında yer edecek, etkisi yıllarca geçmeyecek birçok olay meydana gelmiştir. Savaşın toplumlara karşı yarattığı yıkıma ek olarak birçok devlet de yapısını değiştirerek yeni ulus tanımları benimsemişlerdir. Ulus devlet ideolojisinin benimsenmesiyle tek bir kimlik altında baskıcı yönetimler inşa edilerek insanlar tek bir kalıba sokulmak istenmiştir. Türkiye de yeni bir ulus devlet olarak bu akımlardan etkilenmiş ve bir ulus inşa sürecine girmiştir.
Kurtuluş Savaşı’nın kaotik yıllarında Anadolu’da birçok çatışma ve iç karışıklık meydana gelmiş, halkın büyük bir çoğunluğu bu karışıklıklardan fazlasıyla etkilenmiş ve ortaya çıkan şiddetin mağduru olmuştur. 1923 yılının Mayıs ayında Gönen ve Manyas bölgelerinde bulunan Çerkes köylerinin sakinleri iç karışıklık çıkardıkları ve yeni kurulmakta olan rejimi tehdit ettikleri gerekçesiyle kadın, çocuk, suçlu, suçsuz ayırımı yapılmaksızın Anadolu’nun farklı bölgelerine sürüldüler. Bölgedeki çetelerin varlığı bahane edilerek gerçekleştirilen bu sürgün suçsuz insanların yargılanmadan cezalandırılmalarının yanı sıra bir asimilasyon politikasının başlangıcı olarak da cumhuriyet tarihinin kayıtlarına geçmiş oldu. Bölgede sadece Çerkeslerin oluşturduğu değil birçok farklı çete ve asayiş problemi yaratan grup olmasına rağmen, yalnızca Çerkes nüfus hedef haline getirilmiş ve sürgün edilmiştir. Yeni rejimin amacı sadece bölgedeki karışıklığı gidermek ve düzeni sağlamak değil aynı zamanda bölgedeki Çerkes yoğunluğunu da azaltıp onları Anadolu’nun içlerine sürgün ederek mülksüzleştirmekti. Böylece 1864 yılı sonrasında yerleştirildikleri kimliklerini ve benliklerini inşa etmeye başladıkları bölgeyle olan ilişkileri koparılarak asimilasyon süreci de başlatılmış oldu.
Gönen ve Manyas bölgelerinde gerçekleştirilen bu uygulama da Üçpınar, Muratlar, Armutlu (Sızıköy), Dereköy, Çınarlı, Boğazpınar (Mürüvvetler), Kızılkilise (Kızılköy), Yeniköy, Dümbe (Tepecik), Ilıca (Ilıcaboğaz), Karaçallık, Bolağaç, Değirmenboğazı, Hacıosman köyleri sürgüne gönderilmiş, Karalarçiftliği, Bayramiç, Hacı Menteş, Ayvalıdere, Işıklar, Hacıyakup, Süleymanlı, Durak, Çakırca, Elkesen, Çavuşköyü, Kızık, Kulak, Eskimanyas, Tatarköyü, Haydar, Esen, Ergili, Salur, Hamamlı, Muradiye, Geyikler köyleri de tüm malları sattırılarak sürgüne hazır vaziyette uzun süre
bekletilmişlerdir.
Sürgün her ne kadar 14 köyle sınırlı kalsa da bölge Çerkesleri üzerinde yıllarca etkisi olan bir travmaya dönüşmüş ve Çerkes kimliğinin ve dilinin kaybolma sürecini hızlandırmıştır. Sürgünün yarattığı etkiyle bölge Çerkesleri uzun yıllar boyunca sürgünü dillendirmekten dahi kaçınmış, hiçbir şekilde yeni nesillere gerçekleşen bu olayın aktarımını yapmak istememişlerdir. Çerkeslerin asimilasyon sürecine büyük bir etkisi olan bu sürgünde hayatını kaybedenleri saygıyla anıyor ve dünyanın neresinde olursa olsun tüm sürgüne uğrayan halkların acısını paylaşıyoruz.
nan
Kaffed