8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününün çıkışı kadının ağır çalışma koşullarına karşı olan bir direnişti. Tarih ise 1857. Aradan geçen onlarca yılda evren ile ilgili birçok gizem çözüldü, teknoloji ilerledi ve daha fazlası oldu. Ne var ki, cinsiyet temelli ayrımcılık ve şiddet evde, okulda, işyerinde, hastanede, sokakta, medyada, televizyonda yani yaşamımızın her alanında her gün yeniden üretiliyor, normalleştiriliyor ve görmezden geliniyor.
Son yıllarda cinsiyetçi kavramlar üzerinden kadınların haklarına, hatta en temel hak olan yaşam hakkına yapılan saldırılar ciddi artış göstermektedir. Yaşamın her alanında artan yoksunluğa, yoksulluğa ve şiddete paralel bir şekilde kadınlara ve kadınların haklarına yönelik saldırılar ve kadın cinayetleri de devam etmektedir.
Kadınlığın, annelik ve bakım rolüne indirgendiği eşitlikçi olmayan söylemler yüceltilmekte ve kutsanmakta, ayrımcılıkla mücadelenin içi boşaltılmaktadır. Hiçbir örf, adet, namus, gelenek ve inanış ayrımcılığın, şiddetin gerekçesi olamaz!
Öte yandan egemen güçlerin yürüttüğü savaş ekonomisi ve emperyalist politikalar uğruna dünyanın çeşitli coğrafyalarında savaşlar üretilmekte, sonucunda da sürgünler, zorunlu göçler yaşanmaktadır. Afganistan’da, Suriye’de gördüğümüz gibi, bu durum da en çok kadın ve çocukları etkilemektedir. Gerek içinde bulunduğumuz coğrafyayı ve gerekse anavatanı derinden etkileyen Rusya-Ukrayna savaşını da büyük kaygıyla izliyor, en dezavantajlı gruplar olan çocuklar ve kadınların bu süreçte yaşadıklarını endişeyle takip ediyor ve savaşın kazananı olmayacağı bilinciyle barışın galip gelmesini umuyoruz!
‘Toplumsal cinsiyet eşitliği’ uluslararası sözleşmelerle tanınmış temel bir insan hakkıdır. Kadınların ve erkeklerin özel ve kamusal alana eşit katılımını, eşit hak ve olanaklara sahip olmalarını ifade eder. Ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler de devletin kadına ve kız çocuklarına yönelik şiddeti engellemek ve toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik kapsamlı politikalar üretmesini ve tedbirler almasını şart koşuyor. Her türlü ayrımcılığın önlenmesi bakımından en önemli uluslararası belge olan İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilme kararından geri dönülmesinin ve gereklerin yerine getirilmesinin bu anlamda hayati öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Kadınların kendi hayatları ve bedenleri konusunda özgürce karar almalarını desteklemek ve kadınları güçlendirmek, toplumsal cinsiyet kalıp ve yargıları ile her alanda mücadele etmeyi gerektiriyor.
Ev içi sorumlulukların paylaşımı konusunda cinsiyetçi önyargıların aşılması için yürütme eliyle politikalar üretilmeli ve kadınların önündeki engeller kaldırılmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamaya yönelik politikaların geliştirilmesi, kadına yönelik her türlü şiddetin önlenmesi, kadınların siyasi, ekonomik ve sosyal hayatın üretim ve karar verme süreçlerine katılımının desteklenmesi hayati önem taşımaktadır.
8 Mart’ın tarihsel gelişimine ve ruhuna uygun olarak emeğin yüceltildiği, cinsiyet temelli ayrımcılığın ve şiddetin son bulduğu, toplumsal barışın sağlandığı, savaşların olmadığı bir düzeni hak ettiğimizi biliyoruz.
KAFFED olarak hakları ve özgürlükleri için mücadele eden kadınlarla yan yana olduğumuzu kamuoyu ile paylaşıyor ve bu mücadeleyi veren bütün kadınları selamlıyoruz.
nan
Kaffed