23 ŞUBAT 1944 ÇEÇEN-İNGUŞ SÜRGÜN VE SOYKIRIMI
div>
23 Şubat 1944’te ne oldu?
div>
Kızılordu’nun 26. kuruluş yıldönümü olan 1944 yılının 23 Şubat’ında, SSCB birlikleri kutlama yapmak bahanesi ile Çeçen-İnguş Cumhuriyeti’ndeki yerleşmelerin meydanlarına dağıldı. Bu silahlı kuvvetler, ellerinde bulunan önceden hazırlanmış listelerle, kendilerine ayrılan hanelere, Sovyet Hükümeti’nin “sürgün” kararını ilan ettiler. Sürgün tanıklarının ifadelerine göre halka, toparlanmak için 2 saatleri olduğu ve yanlarına en çok 100 kg eşya alabilecekleri söylendi. Evlerdeki silahlara el konuldu, genç olan erkekler yakalandı, erzak depoları yakıldı.
Çeçen-İnguşlar; Karaçaylar, Balkarlar, Kırım Tatarları, Ahıska Türkleri ve Kalmuklar ile birlikte, SSCB’ye karşı Alman birliklerinin yanında hareket etmekle suçlanıyorlardı. Halk, emirlerin uygulanması hususunda boyun eğmedikleri takdirde ikaz etmeksizin silah kullanmakla yetkilendirilmiş askerler eşliğinde ve nereye gittiklerini bilmeden evlerinden çıkarıldı. İtiraz edenler öldürüldü.
Yapılan suçlama ile topyekûn bir halk yerlerinden edilerek, toplanma merkezlerine “nakledilmek” üzere yük kamyonlarına bindirildi, demiryolu istasyonlarına götürüldü, buradan da sürgün yerlerine dağıtılmak üzere yük vagonlarına bindirildi.
Böylece yaklaşık 700.000 kişi, canlı kalabilmenin imkânsız olduğu Sibirya ve Orta Asya’ya “dağıtıldı”.
Halkın dörtte biri, henüz “yolda” veya sürüldükleri coğrafyada açlık, hastalık ve zorbalık gibi insanlık dışı koşullar/sebepler yüzünden can verdi.
Sürgünün “gerekçesi” olarak uydurulan düşmanla işbirliği iddiası ise tarihsel verilerle açıkça çelişki içindeydi. Alman işgali ile 55-60 milyon Sovyet vatandaşı, Almanların hâkimiyetindeki topraklarda yaşamak zorunda bırakılmış ve dahası Almanlar tarafından savaş esirlerinden oluşturulan lejyonların en büyüğü, etnik Ruslardan oluşturulmuştu. Bu durum gözetildiğinde sürgün gerekçesi olarak ilan edilen suçlama, gerçek amacı gizlemekteydi. Çeçen-İnguş halkına uygulanan bu sürgün, kelimenin tam manasıyla bir kolektif cezalandırma eylemiydi ve hukuken gerekçelendirilebilecek bir cezalandırma değil, bir soykırım yöntemiydi.
div>
27 Şubat 1944 – Xaybax Katliamı
div>
Coğrafi açıdan daha zorlu yerlerde bulunan köylerde ise durum daha vahimdi. Bu köylerden biri olan Xaybax’ta; halktan sağlıklı durumda olan ve yürüyebilenler, köye ulaşılan patikadan çıkarılırken, köyden çıkarılması “zahmetli” bulunan hasta, yaşlı ve zayıf durumdakiler daha sonra alınmak bahanesi ile köyde bırakılmıştı.
Geride kalan insanlar ile onların yanında kalan çocuk ve kadınlar, bir ambara dolduruldu ve üzerlerine kapı kitlenerek ateşe verildiler. Çıkmayı başaranlar ise ambarın önünde mevzilenen otomatik silahlarla öldürüldü.
Diğer yerleşmelerde insanların yük vagonlarına doldurulduğu esnada, Xaybax’ta yaklaşık 650 kişi işte böyle canice katledildi.
div>
23 Şubat Sonrası
div>
23 Şubat’ta başlatılan ve takip eden 13 yıl boyunca sistemli şekilde, sürgün edildikleri yerlerde de devam ettirilen bu kanlı süreçte; halk boyunduruk altında tutulmaya çalışıldı ve öldürülmeye devam etti.
9 Ocak 1957’de Sovyetler Birliği Yüksek Şurası’nın aldığı kararla yurtlarına dönmelerine “izin verilen” ve zorla ölüme gönderilirken 700.000 kişi olan bu ulustan geriye yalnızca 200.000 kişi dönebildi.
Ancak döndüklerinde, haince koparıldıkları yurtlarına, evlerine başkalarının yerleştirildiğini görecek olan bu insanlara eski toprakları veya gayrimenkulleri de iade edilmeyecekti.
div>
Vaynakhlar ne istiyor?
div>
23 Şubat 1944’te başlatılan bu vahşetten, dünyanın ancak 2 yıl sonra haberi oldu. Kapalı kapılar arkasında, tüm bileşenleri ile bütün bir halkı dünya üzerinden temizlemek isteyen bu zihniyet, ne yazık ki biz Kuzey Kafkasya halkları da dâhil olmak üzere zulüm gören hiçbir halka yabancı değil.
Dönemin Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Yeltsin, 18 Mayıs 1994 tarihinde Kafkasyalı haklara yönelik bir mesaj yayınlayarak “soykırım” kelimesini kullanmaksızın; Kafkasyalı halkların acılarla dolu kaderinde suç paylarının bulunduğunu, bu halkların kendi öz vatanlarında hayatta kalmak, kültürünü ve milli kimliğini korumak için cesurca mücadele ettiğini söyleyerek, kendilerine miras kalan problemlerin tüm ilgili tarafların katılımıyla uluslararası düzeyde çözülmesi gerektiğini belirtti.
2004 yılının Şubat ayında Avrupa Parlamentosu, “23 Şubat 1944'te Stalin’in emri ile tüm Çeçen halkının sınır dışı edilmesi bir soykırım eylemidir.” diyerek soykırımı tanıdı.
Uluslararası Barış ve İnsan Hakları Derneği, 23 Şubat 2018’de Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne, Putin başkanlığındaki Rusya Federasyonu’nun siyasi ve askeri liderliği tarafından Çeçen halkına karşı işlenen suçların objektif şekilde araştırılması konusunda bir soruşturma açılması talebiyle başvuruda bulundu. Bu başvuru, 1944-1957 yılları arasındaki “sürgün” ile 1994 yılından bugüne Rus saldırılarında hayatını kaybeden yüzbinlerce Çeçen’in anısına adandı.
Tüm gerçekliğine ve tamamı yok edilememiş kanıtlarına rağmen Rusya Federasyonu, Çeçen-İnguş halkına ve tüm Kuzey Kafkasyalılara yönelik sistemli soykırım faaliyetlerini tanımadı.
Çeçen-İnguş Halkı, başta SSCB’nin mirasçısı olan Rusya Federasyonu’ndan, yani muhatabından, daha sonra tüm dünyadan kendilerine yaşatılan bu vahşetin, insanlık suçunun kabul edilmesini ve soykırımın tanınmasını bekliyor.
Tarihin utanç sayfalarına kazınan ve “sürgün” adı altında uygulanan etnik temizlik ve soykırım politikasının, uluslararası mahkemelerde yargılanması ve mahkûm edilmesindeki acizliğin sona ermesi, hiçbir yerde/hiçbir halka karşı böyle bir vahşetin bir daha yaşatılmaması temennisi ile.
Доьлхур дац! - Ağlamayacağız!
Духур дац! - Yılmayacağız!
Диц а дийр дац! - Unutmayacağız!
KAFFED ve Vaynakh Gençlik Birliği
div>
nan
Kaffed