Derneklerin biraz atalet süreciydi. Pek fazla gelen giden olmuyor, ekip çalışmaları haricinde bir etkinlik ilgi çekmiyor, biraz da dönemin koşulları, millet geçim derdine düşmüş, bu işlere vakit kalmıyordu. Dil biraz daha konuşulur durumdaydı, sonra duruş, davranış biçimlerinin falan da korunmuş olduğu görünür vaziyetteydi. Neyse işte gençler fotokopiyle çoğaltılan bültenler çıkarıyor, bulabildikleri her şeyi paylaşıyor, büyükler artık kent hayatına uyum sağlamış bu yeni kitleyi biraz şaşkın, aslında memnun, dikkatle izliyordu. Dernek Yönetimlerinin yıllardır bitmeyen derdi bir bina bir de olursa talebe yurdu olabilecek bir yer oluşturmak, bütün faaliyetlerden bu amaçla gelir elde etmek tutkusu haline gelmişti. Belki de bu yüzden “Para istenir de mahcup olur muyuz” diye üyeler dernekten uzak durur olmuştu. Bu arada işi bilenler bir şeyler hissetmiş gibi, Federasyon olma çalışmaları büyük bir özveriyle hızlandırıyordu.
“İşte Müzik, İşte Folklor, Abhazya’dan” afişleri, biletleri derneklere ulaşmaya başladı. İlk kez Kafkasya’dan bir folklor ekibi geldi. Bozuk videobant görüntülerinde izlediğimiz profesyonellerle karşı karşıya inanılmaz mutluyduk. Yine işi bilenler “durum nasıl” diye soruyordu, “kaygıya gerek yok” cevapları içimizi rahatlatıyordu. Bu arada dünyanın her yerinde hareketlilik artıyor, yıkılmış doğu blokunun kalıntıları arasında yer tutmaya çalışanlar birbirlerine karşı sertleşmeye başlıyordu.
Sonra birden, öyle hiç beklenmezken, aniden savaş patladı. Gürcü ordusu Abhazya’yı işgal etmiş, Abazalar direniyormuş ama… aması işleri zor, sayısı kaç, gücü ne ki Abazaların…
Haber duyulur duyulmaz, o kapısı kilitli, sadece birkaç gencin arada sırada uğradığı derneklere bir hal oldu. Geniş katılımlı toplantılar, sıkı bir iletişim başlayıverdi. Para istenecek diye derneğe uğramadığını sandığımız insanlar, “Daha ne verebiliriz?” diye her gün geliyor, haber soruyor, bilgi istiyorlardı. Aynı hızla yardım kampanyaları başladı. Bir karton kutu koymuşlar ortaya, millet içine bir şeyler atıyor, ter içinde bir abi geldi bir gün, bir inşaat işçisi, elindeki bütün parayı kutuya bıraktı, yaya yürüyüp gitti evine. Kalabalık bir günde sonra, bir konuşmacı savaş mağdurlarının durumunu ve ihtiyaçlarını anlatırken, biri kalktı parmağından nikâh yüzüğünü çıkarıp koydu kutunun içine, sonra yine sessizce gidip oturdu yerine. Gençler hızla Abhazya’ya gitmenin yolunu arar oldular, aileler yüz yıldan sonra vatanına bağlılık duyan, hem de canını verecek kadar bağlılık duyan çocuklarına bir daha şaşırdılar. Kimse “durun” demedi, deseler de dinlenmeyeceği belliydi. Yerel gazetelere haberler taşınıyor, devlet dairelerinden yardım kampanyaları için onay, mitingler için izin alınıyor, o küçücük derneklerin kısık sesi güçleniyor, diasporayı şaşılacak bir hız ve güçle organize ediyordu. Yönetimler tüm birikimlerini bu alana yönlendirdiler. Daha bir ay önce kapısı örümcek bağlamış dernekler, bu haklı direnişin diaspora üssüne dönüştüler. Bilen bilir, Abhazya zaferinden sonra başlayan Çeçen savaşlarında işte bu tecrübe görev almıştır.
Gönüllüleri, akrabalarımızı, köylülerimizi, arkadaşlarımızı soruyor, Abhazya’yı daha bir öğreniyor, daha bir seviyor, benimsiyorduk. İşin daha ilginci, şehit haberlerine, patlamalarla dolu savaş görüntülerine rağmen, hiç kimse ümidini yitirmedi. Sanki Zaferi ilk günden biliyor, bekliyorduk. Haklıydık, “Niye kaybedelim ki?” diye düşünüyorduk.
Sonra direnişçilerimizin hızla ilerlediğini, sonra kentlerimizin işgalden kurtarıldığını, sonra zaferin kazanıldığını izledik. Sonra zaferimizi, haklılığımızı, kararlılığımızı ulaşabildiğimiz her yere duyurduk.
Velhasıl, kimse “Ben Abaza değilim” demedi. “Ben doğru bulmuyorum” demedi. “Bu işin içinde olanlarla küsüm” demedi. “Politik bakışıma uymuyorlar” demedi. Kimse kimseye “Sen Abaza değilsin” de demedi. Ayıptı o zaman böyle şeyler söylemek. O zaman kıt kanaat, nasıl ki biz bize, omuz omuza, yürek yüreğe yürüdüyse bu millet, bugün de aynı ruhu taşıyor, aynı yöne bakıyor, rahat olun.
Dokuz yaşındaki çocuktan doksan yaşındaki ihtiyara kadar herkes işin içindeydi. Doktorundan memuruna, işçisinden köylüsüne tek gündem Abhazya’nın kurtuluşuydu.
Ve bilinsin ki bu zaferi kazanan sadece Abhazya değildir. Bu zafer, aynı zamanda, boşluğa düşmek üzere olan derneklerin; nedense artık bir araya gelmeyi önemsemez görünen bir toplumun… Bu zafer, bir tarihin, bir kültürün, bir milletin zaferidir. Bu zafer Abaza, Adıge, Oset, Çeçen, Dağıstanlı… Bu zafer, haklılığa inanmış, güçlünün değil doğrunun yanında olan; bu zafer, kanının değerini unutmayan herkesin zaferidir. Bu zafer, kardeşliğin, birlikteliğin, fedakarlığın, azmin ve ümidin zaferidir. Bu zafer, hepimizin zaferidir.
Kutlu olsun.
nan
Ş. Şamil Koç