19.09.2019
Bugün o kadar heyecanlıyım ki tarifi mümkün değil! İçimde bir sevinç, aynı zamanda burukluk var. Sevincimin nedeni belli ama ya burukluk?
Nihayet Cengiz Bey’in gelmesiyle evden ayrıldık. Eşim ve kızım beni evden sevinçle uğurladılar.
Evet, burukluğumun nedeni galiba eşimin rahatsızlığıydı. Bu geziyi en çok kızım istedi.
O çok duygusal bir kızdır.
Nihayet yola çıktık.
Gaziantep… İstanbul… İstanbul’da diğer arkadaşlarla buluşma... Grubun hepsi iyi arkadaşlar gibiydi. Zaten gözlerindeki heyecan da benimkine benziyordu!
Yolda uçağın Min.Vody ‘ye inmesini sabırsızlıkla bekledim. Çünkü uçaktan iner inmez toprağı öpmeyi planlıyordum.
Fakat gümrükte gördüğümüz muamele, moralimi çok bozdu. Maruz kaldığımız davranışları hak ettiğimizi düşünmüyordum.
Nihayet, zor da olsa, geç saat de olsa otelimizde dinlenmedeyiz.
20.09.2019
Sabah erkenden kahvaltımızı yaptık. “Adıge Günü” etkinliklerine bir miktar geç kaldık. Tüm heyecanımızla alandayız.
“Besleney” lerin daveti güzeldi. İlgileri candandı. Ardından birçok yeri gezdik. Sanatçıların şarkılarını dinledik. Ama günün en güzeli, öğretmenlerin yeriydi. Protokol istemedik. Samimi bir ortamda sohbet başladı.
Bizim grubun öğretmen ağırlıklı olması belki de ortak noktamızdı. Tabii sohbetin konusu “dil ve genel sorunlar” olunca gördüm ki bu tarafın da o tarafın da sorunu aynı.
Ortak sorunlarımız ve sorunlarımızın çözüm yolları üzerinde konuştuk. Çözüm yollarını tartıştık. Ama asıl üzüldüğüm bu sorunlar karşısında çözüm üretememek oldu.
Bu çözümsüzlük beni kahrediyor. Kendimi köşeye sıkışmış çaresiz biri olarak görüyorum.
Allah’ım! Nedir bunun yolu?
Ben inanıyorum ki bir elbette bir gün bunun yolu bulunacak. Orada bir şey söylemiştim. “Gelin hayal kuralım! Belki de hayallerimiz gerçek olur. Tabii ya hayal kurmadan hayalimizi nasıl gerçekleştireceğiz?”
Bu hayalimin belki bir gün, çocuklarımın, torunlarımın gerçekleştirecek olması ümidiyle…
21.09.19
Nihayet 2. güne geldik. Sabah kahvaltısının ardından Çerkessk ‘e gittik. Bu günün tek güzel tarafı şair Lermontov ‘un Adıge evleri oldu. Bu gün beni tatmin etmedi.
22.09.19
“Soykırım Anıtı” ziyaretine değinmeden edemeyeceğim. Anıtla ilgili bilgiler verildi. Başkanın (Oktay) ‘Yistanbulakoe’ ağıtı, bardağı taşıran son damlaydı. Bütün grupta bir hüzün, bir duygu boşalması oldu. İçimizden gözyaşlarını tutamayanlar da vardı.
Dünyada o gözyaşlarından daha masum daha anlamlı bir varlık var mıydı acaba? O anda gidip bayrağa sarılasım, sarılıp hüngür hüngür ağlayasım geldi. Hani Türkiye’de erkekler ağlamaz(!) derler ya… Ben de ağlamayacağım. Ama erkek olduğum için değil; o zulmü yapanlara ağladığımı göstermemek için!
Bilmiyorum doğru neydi… Ben gözyaşlarımın içime aktığını hissettim. İçimden de hep Allah ‘a yalvardım bu zulmü bize yapanlara karşı…
Ve anıttan ayrılma vakti.
Değerli bir Adıge iş adamının davetlisiydik.
Bu da gezinin güzel geçen kısımlarından biriydi.
Nihayet Dombey’e geçtik. Harika bir doğa, güzel bir görüntü…
Thamademiz Maruf Abi’ye dedim ki “Atalarımızın buraları niçin kaybettiğini bu güzelliğe bağlıyorum. Belki de bu güzellik, bu eşsiz verimli topraklar da bizim yok olmamıza sebep olmuştur.”
23.09.19
Bugün Oşhamaxoa (Elbruz) ‘ya yola çıktık. Uzun bir yolculuktan sonra zirvedeyiz. Bu güzellik beni çok cezbetmedi. Çünkü bu heybetli dağ, kutsal dağ sanki bizim değildi. Adıgelerle ilgili bir şey görmedim dersem yalan olmaz.
24.09.19
Bugün Salı… Gezimizin 5. günü. Saat 05.00… Heyecanla uyandım. Traşımı oldum, namazımı kıldım. Kahvaltıdan sonra atalarımın ayrıldığı köye gideceğim için çok heyecanlıydım. Acaba burada bizleri neler bekliyordu?
Nihayet köydeyiz.
Neler bekliyor dedim ya, beklediğim oldu. Kançuwey’e girdik. İlk karşılaştığımız kişilere sordum. “Burada yaşayan Tume var mı?” dedim. Tabii ben de “Elbette var, hemen haber verelim!” diye beklerken “Hayır burada Tume yok, onlar Yinerukoey’de yaşıyor!” demesinler mi! Şok oldum. Muhtarlığa geçtik. Orada bizi o kadar güzel karşıladılar ki anlatamam. Ben muhtarlığa sığmıyorum.
Dışarıya çıktım, geziyorum, sokaktaki hindilere bakıyorum. İki köylü buldum. Onlarla sohbet ediyorum. Ama nafile… Bir şeyler eksik…
Köylüler bizi kültür evlerine götürdüler ve güzel bir konser verdiler. Nihayet köyden ayrıldık. Arabalar peş peşe gidiyoruz. Uzun bir yoldan sonra Yinerukoey tabelası göründü. Heyecanla muhtarlık binasını bulduk ve durduk. Karşıda küçük bir market vardı. Oraya doğru yöneldik. Marketin önünde 3 kadın 2 genç vardı. Gençlerden birisi iri yarı, diğeri benim gibi kısa boyluydu. Doğrudan kimlerden olduğunu sordum. Ben Tume’yim, adım da Siroje dedi. Sarıldık. Siroje şok içinde ne yapacağını şaşırdı.
Beni lepkin (sülalenin) yaşlılarına götürmesini istedim. Diğer gencin de Maruf Abi’yi Wunaj’e ‘ lere götürmesini.. . Döndüm baktım ki Siroje yok! Ben de “Yoksa bu ziyaretten memnun kalmadılar mı acaba?” diye içimden geçirdim.
Sonra oradaki kadınlarla tanıştım. Kadınlar tedirgin, ürkekti. Nihayet kadınlardan birisi, bizimkilerin oturduğu adresi vermek üzereydi ki ben tekrar arabanın oraya gelmek durumunda kaldım. Yanımıza Maraş ‘tan komşum Ali Karcı’ya benzeyen birisi geldi. Adama “Sen ‘Şerii’ misin?” diye sordum. (Ali’nin sülalesi). Gülüştük. Şerii Enver olduğunu söyledi. Ona Tume’lerin beni kabul etmek istemediğini, yine de gitmek istediğimi söyledim.
Ana cadde üzerine yakın bir yerde oturan 3 kadının yanına götürdü. Selamdan sonra kendimi tanıttım. Geliş nedenimi anlattım. Kadının bir tanesi: “Ben buranın en yaşlısıyım, yıllar önce Rahmi’yi (amcam) misafir etmiştim. Abaza bir eşi vardı” dedi. Olayı Rahmi Amca'mdan dinlediğimi söyledim. Ayakta duruyorduk ve beni içeriye davet etmiyorlardı. Ben de dedim ki: "Siz misafirinizi kapıda mı ağırlıyorsunuz? " dedim. Bunun üzerine kadın mahcup oldu. “Evde kimse yok ki" dedi. Bu arada Siroje hızla arabasını durdurdu. Beni büyük amcaları Muharbi'nin yanına götürmek istedi. Siroje sevinçten amcalarına haber vermeye gitmiş.
Çantamdan hediyelerden birini çıkardım ve kadınlara verdim. Kadınlar çok mahcup oldular. Teşekkürlerinden sonra Muharbi'nin evine geldik. Adetlerine göre her evin dışında küçük tahtadan bir oturak yaparlar orada otururlarmış. Bizim yaşlı amcamız da orada oturuyordu. Gittim, kendimi tanıttım. Benim elimi iki eliyle tuttu ve sarıldı. Gözleri iyice nemlenmişti. Bir tık daha dokunsam ağlayacaktı. Ben de bunu fark edince şakaya vurdum ve o anın dağılmasını istedim.
Rahmi Amca'mı ve Fikri Amca'mı sordu. Fikri Amca'mın yakın zamanda öldüğünü söyleyince gözleri doldu. Bu arada Siroje Tole'yi getirdi. Onlarla sohbet ederken öğrencilerin okuldan dağılmış evlerine gittiklerini gördüm. Çocukları yanıma çağırdım. Hepsine birer tane kalem verdim. Çocuklar çok mutlu olmuşlardı.
Bu arada Muharbi "Haydi eve girelim!" dedi. "Gerçi hanım da öldü çocuklarda dışarıda" dedi. İçerde ne yapacağımızı sordum. Elleriyle elimi sıktı. Bana ikramda bulunmak istediğini söyledi. Tole geldi. biraz da Tole'ye uğrayalım dedim ve sarıldım.
Ayrılırken gözleri doldu. Ben de fazla bir şey diyemedim. Hani bardağı taşıran son damla gibi olmuştum. Tole' nin evine geldik. Evin kapısı çok güzeldi. İçeriye girdik. İlk önce avludaki siyah üzümleri gördüm. Sonra garajdaki Mercedes marka arabayı gördüm. Bu arada bir küçük kız geldi kucağıma oturdu. Ona da bir kutu çikolata verdim.
Bu arada genç, güzel, zarif bir hanım girdi. Tole'nin gelini olduğunu söyledi. Tabakla taze üzüm ikram etti. Baktım kızların Feina için gönderdikleri elbise vardı. O elbiseyi gelin hanıma verdim ve mutlu olduğunu gördüm. Tabii sülale ile ilgili konuşmaları bir kenara bırakıyorum. Ayrılık vakti Tole'nin eşi bir hediye vereceğini söyledi.
Biraz sonra elimde bir kutu ile döndü. Tole de kendisinin yazdığı köy ve Tumeler ile ilgili kitabı imzaladı. Ayrılırken bir şeyi çok ısrar ederek tekrarladı. "Yanındakileri de getir, bir ikramda bulunayım!" dedi. Fakat ben kabul etmedim. Bizi Siroje ile birlikte uğurladılar.
Mutlu, bir o kadar da hüzünlü ayrıldık. Yolumuzu Maruf Abi'nin sülalesini bulmak için Anzurey'e çevirdik. Evin girişinde yemek yedik.
Bu arada Oktay'ı köye muhtarlığa yönlendirdik. Çok geçmeden Oktay heyecanla aradı, bulduğunu söyledi. Birkaç dakika sonra arabalar geldi. Bizi aldı. Gençler dışarıda karşıladı. Sonra içerden evin büyüğü çıktı. Adam ağlamamak için gözlerini siliyor ve Maruf Abi'ye sımsıkı sarılmıştı. Adeta duygu patlaması olmuştu. Bizler belki de hoş olmasa da deklanşöre basıyorduk. Bana göre bu son derece duygusal tablo ölümsüzleştirilmeliydi.
Nihayet hoşbeş bitti sohbete başladık. Yeme-içmelerden sonra evden ayrıldık. Otelden eve dönerken duygulu, hüzünlü ama mutlu döndük.
26.09.19
Sabahleyin kahvaltımızı yaptık. Bugünkü yolculuğumuz Mavi Göl oldu. Mavi Göl’ü anlatmaya gerek yok. Mavi Göl'den sonra Kanyon gezisi diğer göl ve muhteşem Sosruko'yu ziyaret... Burada doğanın güzelliklerine değinmeye gerek yok.
Sosruko'dan sonra Nalçik Parkı'nda Adige elbiselerinin satıldığı yer, ressam Tokların atölyesi ve cumhurbaşkanlığının karşısındaki parkta gezi...
Resim çektirmeden sonra saat 16 da Wunajaların yemeği için bizi lokantaya götürdüler. Yemekte Toklardan bazı kişiler de mevcuttu. Yemeğin güzelliği, lüksü, ihtişamından bahsetmek istemiyorum. Yemekten sonra biz bir grupla Şoray Adnan'ı ziyaret ettik.
Gece dönüşümüz ve yorgunluk uykusu...
27.09.19
Nihayet sabah oldu ve son gün için hazırlıklar başladı. Sabahın beşi... Duşumuzu aldık, giyindik ve hazırlandık.
Biz istikamet çarşı pazar diyoruz ama Oktay'ın wunegoşu Muharbi'nin davetini nasıl edeceğiz vira bismillah!
Maruf Abi, ben ve Oktay Muharbi'nin evine ulaştığınızda bizi heyecanla beklediğini gördüm. Ancak grubun tümünün gelmemesine de biraz içerlemişti. Çünkü hazırlıklar gruba göre yapılmıştı.
Hoşbeşten sonra, 92'de Türkiye'ye (Anavatandan Ürdün'e giden atlıların başında) geldiğini anlattı . Ben de daha genç birisi olarak Göksun'daki etkinliklere katıldığımı anlattım. Anılar, anılar...
Çerkes toplumunun dünü, bugünü, yarını üzerinde konuşmalar...
Nihayet yemekten sonra Anzurey'e hareket. Bizi Anzurey'e yukarıdan bakan bir tepeye götürdüler. Burada muhteşem bir manzara vardı.Festival alanında peynir asma oyunu yapılıyordu.
Biz bu yarışmayı Adıge günü etkinliklerinde de görmüştük. Bahçe gezileriyle devam ettik. Köylülerin geçim kaynaklarını gezdik. Nihayet öğleden sonra Nalçik 'e döndük.
Diğer arkadaşlarla buluştuk. Grupla birlikte Kabardinka Salonu' na hareket ettik. Tabii Kabardinka 'yı yıllarca zevkle izledikten sonra orayı görmek, resimler çektirmek, çalışanları ile görüşmek de ayrı bir duyguydu.
Kabardinka' dan sonra Abhazya Meydanı'na geldik. Bugün burada Adıge Faşe günü için etkinlik olacaktı. Alana erkenden elbiseleri ile gelenler vardı. Katılım biraz azdı. Sonra konferans için Adige Faşelerin yapıldığı bir binaya götürdüler.
Biz burayı daha önce gezmiştik. Salon dolunca sunucu hanım güzel sözlerinden sonra sunumu Rusça yapacağını söyledi. Uzun süre sunumu izledikten sonra ayrıldık.
Alanda düğün ve yürüyüşlerin yapılmayacağını öğrenince otelimize döndük. Çünkü saat 21 olmuştu ve biz 24'te ayrılacaktık. Buradan ayrılırken beni üzen 2 şey oldu. Birincisi sürenin kısa olması, ikincisi tiyatro konser ve bol bol halkın içinde kalamayışımız.
Bu gezide çok çok güzellikler de oldu. Köy gezilerimiz harika ve duygu yüklüydü. Hep sevinç gözyaşları vardı. Vesselam...
Bu Gezi hem kültürel hem turistik hem de iki toplumun bir araya gelmesi buluşması kucaklaşmasına vesile olacak bir adımdı.
Tekrar buralara gelmeyi, gezmeyi, kucaklamayı iple çekiyorum.
Grup arkadaşlarıma ve bu geziye öncülük eden Göksun Çerkes Derneği Başkanı Oktay Oğuz’a da sonsuz teşekkür ediyorum.
TUME Şahver Tuna
nan
TUME Şahver Tuna