Bir Çerkesin en güzel hayali ne olabilir?
Diasporada yaşayanların asimilasyondan kurtulmasını sağlayacak evrensel insan haklarına ve demokratik olanaklara sahip olması, 1864 sürgününün tanınması, isteyen her Çerkesin anavatanına özgürce dönüş hakkının sağlanması ve hatta Kafkasya’da yeterli bir nüfusa ulaştıktan sonra giderek bağımsız ve müşterek bir devlete kavuşulması.
Mükemmel değil mi? Evet. Ama ne dün, ne bugün hiç kimse ve hiçbir toplum hayallerine canı istedi diye kolayca kavuşmadı. Ricayla, minnetle, iyi çocuk olmakla ancak lütuf alınır hak alınmaz. Her bir talep için çalışmak, mücadele etmek, gerektiğinde de bedel ödemek gerekir.
Peki her hayal için bir bedel mi ödemek gerekir? Eğer elinde bir plan, program yoksa, olanaklarını ve engellerini tartmamışsan, en basit bir talep için bile ağır bedeller ödemek zorunda kalabilirsin. Sadece kendi isteklerine göre değil, somut durumların somut tahliline dayanarak hareket edersen, yol alırsın, adım adım hedeflerine ulaşırsın. Sadece kendi şahsı için değil, bir topluluk, bir örgüt ya da bir toplum adına hareket edenler; atacakları her adımı defalarca düşünmek zorundadırlar. Düşünülmeden atılan adımlar, birikimlerin, örgütlerin yitirilmesine, bireylerin ve toplumun yerine koyamayacağı kayıplar yaşamasına yol açar. Bunun vebali ağır olur.
DİASPORA GERÇEKLERİ
1864’ten sonra diaspora Çerkesleri, Osmanlı yıkılana kadar ayrıcalık sandıkları bazı imkanlara sahip oldular. Bunun karşılığında ise Osmanlının askeri gücüne katkı için büyük fedakarlıklar yaptılar. Cumhuriyet kurulurken de aynı özveriye devam ettiler. Ancak Osmanlı sonrası kurulan bütün ulus devletlerde hiçbir kültürel hakka sahip olamadılar. İsrail’de Filistin karşıtı siyasetleri perdelemek için sağlanan imkanlar ve Arap ülkelerinde iktidarların müttefiki olmak karşılığı sağlanan pamuk ipliğine bağlı bazı dokunulmazlıklar da, buradaki Çerkesleri asimilasyondan kurtaramamıştır.
Üniter bir ulus devlet olan Türkiye de Çerkesleri ulusal bir azınlık olarak tanımamıştır. 1961 anayasası ile dernekleşme ve 2000’lerdeki AB sürecinden kaynaklanan ve rahatça kullanılamayan ortaöğrenim seviyesindeki bir seçmeli dil dersi dışında, asimilasyonu önleyecek herhangi bir imkan sunulmamıştır.
Buna karşılık dispora Çerkes toplumu da dolaylı olarak edinilen bu olanaklarla yetinmekten ileri, herhangi bir talepte bulunmamıştır. Hatta asimilasyonun kabahatini daha çok kendinde aramıştır. Sistemle bir çatışmaya girmemek için de sorununun tek çözümünü, anavatana dönüş olarak koymuş; bunun için ise, arada bir Rusya’ya söylenmekten başka herhangi bir adım atmamıştır.
Yukarıda yazılanlar öyle algılansa da aslında bir eleştiri değildir. Sadece somut durumun ifadesidir. Bir toplum dinamikleri neyse ondan fazlasını üretemez. Geleneksel olarak önderlik etmesi gerekenler üç maymunu oynarsa harekete geçemez. Entellektüeller konforundan vazgeçmezse onları takip eden olmaz.
KAFKASYA GERÇEKLERİ
Çerkesler 1917 Ekim devrimine kadar Çarlığın baskısından başka bir şey görmemiştir. 1917 – 1922 arası iç savaş döneminde bağımsızlık girişimleri başarısız olmuştur. SSCB yönetiminde zaman zaman sınırları, adları ve statüleri değişmekle birlikte özerk cumhuriyetlere ve birçok alfabeye, sınırlı da olsa eğitim ve yayın olanaklarına ve merkezi otoriteye bağlı bazı derneklere sahip olmuşlardır.
1991 yılında SSCB’nin yıkılması tüm Rusya’da olduğu gibi Kafkasya’da da büyük bir otorite boşluğu yaratmış, merkezkaç kuvvetler harekete geçmiştir.
Böyle bir ortamda DÇB doğmuştur. DÇB’nin kuruluş amaçları arasında, yukarıda değindiğimiz ve bir Çerkesin hayallerini süsleyen taleplerin pek çoğu yer almıştır. Siyasal, ekonomik, kültürel birlik, alfabe birliği, diaspora Çerkeslerinin anavatana dönmesi vb…
Ne var ki bir asırdan fazla bir süredir kendi sorunlarının çözümü karşısında apolitik bir tutuma alışmış, yaşadıkları topluma entegre olmuş, onların siyasi atmosferinin izdüşümlerine hapsolmuş diaspora, bu büyük dönüşüm ve doğan fırsatlar karşısında kitlesel bir reaksiyon gösterememiştir. Sınırlı sayıda duyarlı insanın dönüş çabaları ve sonradan rutinleşip geliştirilemeyen bazı adımlar dışında fazla bir şey yapılamamıştır.
1990’lı yıllar, Rusya’nın diğer bölgelerinde ve Kafkasya’da siyasal ve ekonomik sorunların yanı sıra irili ufaklı savaşlarla geçmiştir. İster beğenelim ister beğenmeyelim, uzun ve derin bir devlet geleneği olan Rusya’da, dağılmayı ve çöküşü önlemek amacıyla ulusalcı, devletçi ve merkeziyetçi bir yönetim anlayışı, 1999 yılında Putin ile iktidara yerleşmiş ve süreci tersine işletmeye başlamıştır.
Bu yeni durum etkisini anında Kafkasya’da ve doğal olarak DÇB üzerinde de göstermiştir. Gazetelerin dünya haberlerini düzenli okuyan herhangi birisi için, Rusya’da olan biteni anlamak ve tahmin etmek hiç zor değilken; Kafkasya üzerine fikir yürütenlerin çoğu, bunlardan bihaber şekilde konuşup yazmaktadırlar: Kaffed DÇB’den çıksın. Çıkarsa hiçbir şey olmaz. Yapılan işler onsuz da yürür. Nalçik olmazsa Maykop olur.
Gerçekten de öyle. Kitlesel dönüş için mücadele etmediğin, siyasi değişiklik istemediğin, otokton halkları bir araya getirmeye çalışmadığın sürece hiçbir sıkıntı yaşamazsın. DÇB’den de çıkarsın, kültürel etkinlik te yaparsın, öğrenci de okutursun, sorun olmaz.
HEDEFLER
Yukarıdaki gerçekler dikkate alınmadan DÇB’ye ve o bahaneyle Kaffed’e çok sert eleştiriler yapılıyor. Oysa bu kişilerin iğneyi DÇB’ye, çuvaldızı ise kendine batırması gerekmektedir.
Diasporadaki Çerkes halklarının kendi ulusal kimliğinin bilincine varması ve asimilasyona karşı bir mücadeleye katılması için dişe dokunur bir şey yapmadan, bunun olası bedellerini ödemeyi göze almadan; Kafkasya’dakilerin zayıf yanları ve bundan doğan örgütsel zaaflarını siyaset malzemesi yapmak bize ne kazandırır?
Belediyelerden ve toplumun maddi imkânı olanlarından destek alarak ayakta durabilen derneklerin çatısı altında, onları dönüştürecek bir şey üretmeden, konforunu bozmadan, başkalarından kahramanlık beklemek hiç te adil değildir.
Çerkeslerin bir tane anavatanı var. Oradaki az sayıda Çerkesin varlığı da herhangi bir macerayı kaldıracak güçte değildir. Diyalog ve iknadan başka hiçbir yönteme prim verecek sermayesi de yoktur. Bir buçuk asırlık bir travmadan sonra sadece bizi mutlu eden hayallerle yol alacak lüksümüz de yok. Bugün Çerkeslerin başka hayaller için öteleyemeyeceği iki hayati hedefi bulunuyor: kültürün ve dilin var olması ile kitlesel dönüş hakkı için hem diasporada hem anavatanda yasal güvenceler için mücadele etmek.
DÇB haricinde örgütlenmeler ve ilişkiler kurulabilir. Ancak hedefler gerçeklerle uyuşmayacaksa bunların da hareket alanları kaçınılmaz olarak sınırlandırılacaktır. Şartlar böyle diye Kafkasya’ya küsüp, ondan kopuk, tamamen diasporik çerçevede kurulacak bir örgüt ise küresel oyuncuların kontrolüne girmeye açık bir yapı olacaktır.
Çerkeslerin yeni bir savaşa, başkalarının Kafkasya üzerindeki emelleri için malzeme olmaya ve daha fazla asimilasyonla harcanacak zamana tahammülü yoktur.
Mevcut durumda ve güçler dengesi içinde, 1991 DÇB’sini yaratmak mümkün değildir. Şimdiki görev önce geri gidişi durdurmak, bunun için de görev ve sorumluluk almak zamanıdır. Bunu gerçekten başarmanın yolu ise, diasporada, Çerkes kimliğini önce bizzat Çerkesler nezdinde, folklorik bir renk olarak algılanmaktan çıkaracak politika ve etkinlikler üretmekten geçiyor.
Kaffedin öncelikle kültürel bir örgütlenme olması hem de heterojen bir politik tabana sahip olması nedeniyle, bu dönüşümü yapacak hamlelerde sıkıntı yaşıyor olduğu bir gerçek. Kaffedin gerçekten duyarlı ve fedakar yöneticileri ne kadar istese de hep belli bir dengeyi korumak zorunda. Bu nedenle Kafkasya’da bir dönüşüm yaratmak için önce diaspora Çerkeslerin kendini dönüştürmesi gerekiyor.
Hakan Eken 03.04.2019
nan
Kaffed