Adigey gezimizi kağıda aktarırken umarım hissiyatımı dile getirebilirim. Uzun zamandır Anavatana gitme hayalim vardı -bu her Çerkes’in hayalidir sanırım- ancak bir türlü kısmet olup gidememiştim. Kendimi biranda Adigey’e gitme hazırlığı içinde buldum, hiç tanımadığım bir grupla üstelik de... Kaygılar aldı beni. Yolculuk başladı... Çoğuyla ilk kez tanıştığım grup arkadaşlarımla yıllardır tanışıyormuşuz gibi içten bir samimiyet kuruldu, Çerkeslik ruhuydu bu bence… Hepsine sevgiler...
Artık gerçekten özlem duyduğum topraklara ayak basmıştım; özellikle doğa beni çok etkiledi, yeşilin her tonu göz alabildiğince... Doğal, beton yığınından uzak, çok büyüleyiciydi tabiat. Umarım bozulmadan korunur o güzel doku...
Adigey’in Kuruluş Yıldönümü’ne de denk gelmek daha bir güzeldi; sokaklarda Çerkes kıyafetli genç, çoluk çocuk... Etrafta Çerkesçe konuşan insanlar ve ruhumuza hitap eden bizim müziklerimiz çalınıyor, oynanıyor... Çerkes sanatçılar sahnelerde… Her tarafta coşku hakim, kendi kültürünün güzel insanlarıyla birliktelik büyüleyiciydi. Ben de bunları birebir yaşadığım için minnet duyuyorum.
Tıj İlkay Misafirhanesi açılışına denk gelmek de varmış... Orada, çok derin duygular yaşadım; bu kadar güzel bir insanın genç yaşta kaybı çok üzücü fakat arkada bıraktığı izler anlatılamaz. Tesadüfen Tıj İlkay’ın annesi, babası ve kardeşiyle aynı uçaktaydık ve ben onları tanımıyordum, uçakta görünce Çerkes’e ne kadar benziyorlar diye içimden geçirmiştim... Açılışta karşılaşınca da çok şaşırdım. Hüzün ve gurur gözlerinden okunuyordu. Çok duygulandım, tarifi oldukça zor. Ne mutlu sana İlkay, nur içinde yat; herkese nasip olmaz böyle kıymetli şeyler biriktirip arkasında bırakmak...
Çok şaşırtıcı bir başka güzelliği yine açılışta yaşadım; açılışa milli kıyafetlerle katılan birçok kişi vardı. Bir ara resim çektirme mevzusu oldu; ben ısrarla bir kişiyi gözüme kestirdim, illa onunla resim çektirmeye çalışıyordum, daha sonra muhabbet etmeye başladık “kimsin? nerelisin?” diye konuşurken onunla wunegoş olduğumuzu aynı kökten olduğumuzu öğrenince gözlerim doldu, onca insan içinde onu seçip yanında resim çektirmeye ısrar etmem ve sonuçta sülalemden biriyle yan yana gelmem muhteşemdi...
Bütün bu duygu yoğunluğunu yaşarken gruptan bir arkadaşımız hastalandı ve ambulansla hastaneye götürdük. Doktorla iletişim kurmaya çabalarken doktorun Çerkes çıkması süperdi, sonra hemşirenin de gelip Çerkesçe "hadi sandalyeye geç" demesiyle şok olduk , tesadüfen oradaki Çerkesleri mıknatıs gibi çekiyorduk . Hastalanma olayını duyan, oraya yerleşmiş sevgili ahbaplarımız bizi yalnız bırakmadılar. Yardımları için hepsine çok teşekkür ediyorum.
Anavatanı anlatanları dinlerken hep bir şeyler abartılıyormuş gibi gelirdi bana. Fakat oraya gidip döndükten sonra anladım ki oradaki atmosfer tamamen farklı; kendimi oraya aitmiş gibi hissettim, farklı bir aidiyet duygusu gelişti, bizi oraya çeken adını koyamadığım bir bağ olduğunu keşfettim geçmişe dayalı olan...
Buraya kadar geldik bir Çerkes Köyü de görelim diye bir köye uğradık; yine orada da genç bir bayanın omuzuna ellerimi attım, sohbet ettik Kosova’dan yerleşmişler ve eşi yine bizim wunegoş çıktı , artık ben şoklardaydım, sanki nokta atışı yapıyordum... İsmi Pşize idi, tatlı bir insan… "Burada bir evin bir toprağın yok diye hiç üzülme, benim evim benim toprağım senin de evindir, ne zaman istersen gel" diye beni can evinden vuran bir cümle kurdu... Sarıldık, ben tabi gözlerim yaşlı ve çok mutlu bir ruh haliyle, gönlümün bir parçasını orada bırakarak ayrıldım…
Çerkes olmaktan gurur duyuyorum ve bu güzellikleri gördüğüm için çok şükrediyorum. İnşallah kısmet olursa her bölgesini keşfetmek istiyorum Anavatanımızın... Herkese de bu duyguları ve bu güzellikleri yaşamalarını tavsiye ediyorum.
Özelliklede geziyi düzenleyen Kafkas Dernekleri Federasyonumuza ve gezinin her alanında bizlere çok yardımcı olduğu için değerli Yönetim Kurulu Üyesi Ünal Bey’e çok teşekkür ediyorum...
nan
Dilek Altındal