Tarihte Ruslar ve Türkler Kafkasya halklarının tarihini en fazla etkileyen iki halktır, ki bu durum günümüzde de devam etmektedir. Bu etkilemenin yanı sıra her iki halkın ve devlet yapılanmalarının beş yüz yıllık tarihinin kimi dönemlerinde oldukça ilginç eş veya yakın zamanlılık söz konusu. Daha eski dönemlerde bazı benzemeler söz konusu olabilir ancak ben konuya her iki halkın devlet yapılanmalarının yükselme dönemi olarak tanımlanabilecek dönemden başlamak isterim.
Bu anlamda Türklerin kurdukları yönetimler arasında Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı öne çıkmaktadır. Özellikle 1453 yılında Doğu Roma İmparatorluğu’na son vererek yükselme dönemine giren Osmanlı Devleti 1475 yılında kendisine bağladığı Kırım aracılığıyla Kafkasya sınırlarına dayandı. Kırım-Hazar hattını ele geçirmek isteyen Osmanlının diğer bir hedefi Kafkasya’nın Ruslar tarafından işgaline engel olmak idi.
1481 yılında Altın Ordu Devletinin yıkılması ve Rusların bu devletin egemenliğinden kurtulması ile merkezi Rus devletinin temelleri atılmış oldu. Daha sonrasında güçlenen ve genişlemek isteyen Rus Çarlığının hedeflerinden birisi de Kafkasya’yı kontrol altına alarak Karadeniz limanlarını ele geçirmek oldu.
Rusların bu stratejik hedeflerine ulaşma isteği nedeniyle yaşanan savaşlarda halkımız büyük kıyıma uğradı ve hayatta kalanlar ise sürgüne gönderildi. Kafkasya için benzer hedefleri olan Osmanlıya düşen ise sürgüne gönderilen atalarımıza zorunlu ev sahipliği yapmak oldu.
Bir başka tarihsel benzerlik 20. yüzyılın başlarında yaşandı. Bolşevikler tarafından 1917 yılında gerçekleştirilen Büyük Ekim Devrimi ile başlayan sürecin sonucunda 30 Aralık 1922 tarihinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği kuruldu.
Osmanlının son döneminde M. Kemal ve arkadaşları tarafından 1919 yılında başlatılan kurtuluş mücadelesi sonrasında 19 Ekim 1923 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
1920’li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti ve SSCB arasındaki iyi ilişkilerin bizim açımızdan somut etkileri olmadı. Ancak özellikle soğuk savaşla birlikte anavatan ve diaspora arasına kalın bir duvar örülmüş oldu. Bu dönemde anavatanda yaşayan kardeşlerimiz dil, kültür ve eğitim gibi alanlarda önemli gelişimler yaşadı. Bugün diasporada bazıları tarafından hakir görülse de kendi topraklarında yerel/özerk yönetimlere sahip oldular.
Diasporada bu dönemde yaşananlar ise inkar, asimilasyon, dilini-kültürünü kaybetme ve yok oluşun eşiğine gelme sürecidir. Anavatan ile diaspora arasında örülen duvar nedeniyle unutulmaya yüz tutan “anavatan” olgusunun üzerine “komünizm” propagandası eklenmiş oldu. Bu propaganda öyle bir düzeye getirildi ki komünist Ruslara olan öfke ve nefret, yüzyıllık savaş sonrasında halkımızı sürgüne gönderen Ruslara olan nefretin önüne bile geçmiş olabilir.
1980'li yıllardan itibaren perestroyka ve glasnost politikalarıyla SSCB’nin ekonomik ve siyasi sistemi yeniden yapılandırılması ve reform hareketleri başlatıldı. Bu politikalar Sovyetlerin dağılması ile sonuçlandı ve sonrasında Rusya devleti 90’lı yıllar boyunca ekonomik ve siyasi krizlerle uğraşmak zorunda kaldı.
1980 yılındaki askeri darbe sonrasında Türkiye’nin batı dünyasıyla ekonomik ve siyasi entegrasyon süreci hızlandı. Bu süreç ülkede çok önemli ekonomik, siyasi ve sosyal değişimleri beraberinde getirdi. Tıpkı Rusya gibi Türkiye de doksanlı yıllar boyunca ciddi ekonomik ve siyasi krizler yaşadı.
Her iki ülkede süregelen bu krizler ortamı iki bin yılının başlarında her iki ülkede hala iktidarda olan iki lideri ve yönetim kadrosunu ortaya çıkardı. Söz konusu iki liderin iktidara gelişi ise tarihsel benzerliklerin tepe noktası gibidir.
Sürekli sağlık sorunları ile gündeme gelen B. Yeltsin başkanlığı döneminde yaşanan 1998 ekonomik krizi sonrasında, 2000 yılında, V. Putin iktidara geldi.
Sürekli sağlık sorunları ile gündeme gelen B. Ecevit başbakanlığı döneminde yaşanan 2001 krizi sonrasında, 2003 yılında, R. Tayyip Erdoğan iktidara geldi.
Hepimizin bildiği üzere R.Tayyip Erdoğan uzunca bir süre İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptı. Putin de 1990 yılında S. Petersburg Şehir Konseyi'nde danışmanlık, 1991-1992 yıllarında belediye başkan yardımcısı ve belediye konseyi dış ilişkiler komitesinin başkanlığı yapmış.
Her iki yönetim kendilerinden önceki yönetimin şekli ve yöneticileri ile sürekli bir mücadele içindeler. İktidara geldikten sonra ve özellikle “muktedir” olduktan sonra ülkelerindeki sistemi değiştirmeye çalıştılar ve bu konuda bayağı yol aldılar.
Putin ve kadrosu Sovyet dönemini eleştirirken sık sık Çarlık-İmparatorluk dönemine atıfta bulunuyor. Örneğin o dönemin bazı karakterlerinin heykellerini, bir mesaj vermek ister gibi, Kafkasya da dahil olmak üzere çeşitli bölgelere dikiyorlar. Erdoğan ve kadrosu ise Cumhuriyet dönemine sert eleştiriler getirirken ve hatta hor görürken, “Yeni Osmanlıcılık” olarak ifade edilen bir dış politika izliyor ve Osmanlı dönemine dair övgülerini sık sık dile getiriyorlar.
Her iki yönetim kendi dinsel değerlerini ön planda tutuyor ve bu alandaki kurum ve kuruşlara özel destekler veriyor. SSCB dönemi boyunca etkinliğini kaybeden Rus Ortodoks Kilisesi Putin yönetiminin desteğiyle etkinliğini artırarak, Çarlık döneminde olduğu gibi, Rus kimliğinin önemli bir parçası haline geldi.
Erdoğan yönetimi ise dinsel açıdan “doksan yıllık zulüm” olarak tanımlanan cumhuriyet dönemi laisizminin uygulamalarını değiştirmenin verdiği güvenle devlet yönetiminde ve insanların yaşamlarında dini kuralların daha fazla yer alması için çalışmaya devam ediyor.
Her iki iktidar grubu da güçlü ve otoriter lidere dayanan bir model uygulamaktadır. Ve her iki yönetimde iktidarda oldukları süre zarfında, önceki dönemlere göre, ülkelerini ekonomik açıdan belli noktalara getirdiğini düşünmekte ve ülke için yaptıkları hizmetler karşısında koşulsuz takdir ve itaat beklemektedir.
Bu anlayış, dönemsel bir siyasal ve ekonomik istikrarı getirdiği için iki ülke halkının önemli bir bölümü tarafından kabul görmektedir. Birbirine yakın tarihlerde benzer ekonomik ve siyasi istikrarsızlığı yaşamış olan iki halk, yaşadıkları göreceli istikrarın verdiği güvenle, yöneticilerinin insan hakları, hukuk veya genel anlamda demokrasi alanındaki bazı olumsuzluklarını göz ardı edebilmektedir.
Türkiye ve Rusya arasındaki ilişkilerde yaşanan son olay ise bizleri çok ciddi etkileyecek gibi görünüyor. 24 Kasım 2015 tarihinde bir Rus savaş uçağının Türk savaş uçaklarınca düşürülmesi son yirmi yıllık süreçte önemli siyasi ve ekonomik bağlar kurmuş olan iki ülke arasında ciddi bir çatışmanın başlamasına neden oldu. Ve bu çatışma yüzünden son otuz yılda anavatan ve diaspora arasında kurabildiğimiz tüm ilişkiler ciddi zarar görecek gibi görünüyor.
nan
Zeki Kartal