Çerkes Etnik kimliğinin güçlendirilmesi:
Steve Fenton, “Etnisite , Irkçılık, Sınıf, Kültür” adlı kitabında, etnisite maddi bir olgu mu yoksa kurmaca bir olgumu olduğu sorusunu sorduktan sonra şöyle yanıtlıyor: “Bu sorulara bir çırpıda verilen ama o kadar kolay kanıtlanamayan ikna edici cevap şudur: etnisite hem bir temele dayanır hem de kurulur ve hem maddidir hem de sembolik. Şartlar değiştikçe etnik kategorilerin öneminin, içeriğinin ve dayandığı zeminin nasıl değiştiğini göstermek suretiyle etnisitenin kurulan bir olgu olduğunu göstermek mümkündür. Ama diğer taraftan etnisitenin, insanların soya, kültürel farklılığı ve dile yükledikleri mutlak önemde yatan gerçek bir sosyal temeli vardır. Bu etnik farklılıklar sadece kültürel değildir, ayrıca siyasi ve ekonomik yapı bağlamlarında da örgütlenir ve harekete geçirilir. Etnisite kültürel anlamların ve sosyal yapının bir boyutu olarak tezahür eder; etnik oluşumlar maddesel sembolik ve sosyal gerçeklerdir.”*
Buradan da anladığımız kadarıyla etnik kimlikler, zamanla nasıl zayıflayıp eriyebiliyorlarsa aynı ölçüde güçlendirilebilirler. Ancak bunun yapılabilmesi için etnik kimlikler sosyal yapının içinde tüm alanlarda örgütlenebilmelidir. Sözü fazla uzatmadan bu konudaki düşüncelerimi belli başlı maddeler halinde şöyle sıralayabilirim:
1-Çerkes Kimliği:
Çerkes kimliğini benimseyen, kendisini Çerkes gören herkes Çerkes görülmeli, bunun aksini iddia etmeye kalkışan, şoven yaklaşımlara prim verilmemelidir.
2- Mitolojik ve tarihsel değerlerin öne çıkarılması:
Bir halkın mitolojisi, efsanesi ve masalları, o halkın kültürünü ve kimliğini pekiştirici çok önemli bir unsurdur. “Smith’e göre, soy mitleri benzerliğe ve aidiyete ilişkin sorulara yanıt vermeye, birlikte yaşamanın, aynı dili konuşmanın ve kültürel olarak benzeşmenin nedenlerini açıklamaya çalışan bilinçli ve entelektüel bir çabalar olup etnik topluluk için bütünsel bir anlam çatısı oluşturur.”** Bu bakımdan başta Çerkesler olmak üzere bütün Kafkas halkları bir hayli şanslıdır. Çünkü içi içe geçmiş olan Kafkas halklarının ortak mitolojisi Batı ve Doğu mitolojilerine anaçtır. Çoğu halkların masallarında rastlanan ortak tema Kafdağı söylencesi tesadüf değildir. Nartlar ( insanlar), devler, cüceler, periler ve cinler diyarı olan Kafdağı insanoğlunun çocukluk dönemlerinden izler taşımaktadır. Ancak Çerkeslerin kendi kültürlerinden ve geçmiş yaşamlarından esintiler getiren bu söylence, efsane ve mitleri yeterince değerlendirdiği söylenemez. Örneğin, Batı’da çok iyi bilinen bir Altın post( Argonaotlar) efsanesinin hangi ülkeyi çağrıştırdığı ve neleri içerdiğini çoğu aydınımızın bile ayrıntılı bir şekilde bildiğini sanmıyorum. Aynı şekilde son zamanlarda İngiliz ve Fransız bilim adamlarının amazonlara ait vazoların üzerindeki yıllardır bir türlü okunamayan yazıların Adige ve Abaza diline ait olduğunu ortaya çıkarmaları Çerkes kamuoyunun nedense hiç ilgisini çekmemiştir. Oysa çeşitli halkların kendilerinden olduğunu ispat etmek için çırpındığı amazonların ne kadar önemli olduğunu söylemeyi burada gereksiz buluyorum.
Ve yine bu minvalden olmak üzere kamuoyunda daha çok Maykop taşı olarak bilinen ve Türkçesi Kafdav yayınları arasında çıkan Rus bilim adamı G.F.Turçaninov’un , “Kafkasya’da Bulunan Antik Eserlerin Keşfi ve Yazılarının Çözümlenmesi” adlı meşhur eserinin değerinin de Çerkes camiasınca tam olarak anlaşıldığını sanmıyorum. Çünkü bu değerli kitap sadece bir taş üzerindeki krallık hanedanını anlatan yazı değildir. O yazı hem MÖ 3000 yıllarında Çerkes toplumun yazısı olduğunu gösterdiği gibi aynı zamanda bugünkü alfabenin atası olduğu kabul edilen Finike alfabesinin de atasıdır. Yani aslında alfabeyi, Finikeliler değil Çerkesler bulmuşlardır.
Bu üç olgu bile arkeoloji ve mitolojinin ne kadar önemli olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir. Bunlara sahip çıkmak ve geniş kamuoyunun anlayabileceği bir dille bunları anlatmanın kültürel değerlere güçlendirmesi kaçınılmazdır.
3- Sülale Günleri:
Etnik kimlikleri oluşturan üç temel ögenin soy- sop, kültür ve dil olduğunu özellikle kültür ve dilin “soy- sop”tan daha belirleyici olduğunu biliyoruz. Ancak bu noktada Kafkas halklarında bir farklılık olduğunu ve soy ve sülale (klan aile) ilişkilerinin halen önemini koruduğunu düşünüyorum. Dolaysıyla Çerkeslerin geçmişte merkezi devlet oluşturamamalarının önündeki en büyük engelin, bugün belki de sorunun çözümüne bir katkı sunabilir. Bu nedenle yılın belirli günlerinde sülaleler günü ilan edilmeli. Aynı sülaleden gelen insanların birbirlerini tanıyıp kaynaşmaları teşvik edilmelidir. Bunun hem diaspora hem de anavatan çapında yapılmasının harekete yeni bir sinerji sağlayacağı görüşündeyim.
4-Kafkasya’ya yönelik kültürel çalışmalar:
Kültür günlük yaşam içerisinde her gün kendini yeniden üretir ve doğal olarak süreç içerisinde değişir. Eğer kendini üretemezse aynı dil gibi kültür de ölür. Bu nedenle Çerkeslerin yerleşim konumları göz önüne alındığında, diasporada Çerkes kültürü ve dili ancak sembolik ve folklorik olarak yaşayabilir. Dilin ve kültürün yeri kendi toprağı ve anavatanıdır. Bu nedenle kültürü yaşatmak için anavatanla çok sıcak ilişkiler kurulmalı ve bu konuda bütünsel bir çaba içerisinde bulunulmalıdır. Yani kültürü ve dilimizi yaşatmak için bizim anavatana, anavatanın da bize ihtiyacı vardır. Örneğin ilk ve orta öğretim düzeyinde eğitim veren donanımlı “Kabze okulları” açılmalıdır. Bunun için tek bağımsız ülke olan Abhazya’nın uygun olacağı kanısındayım. Böylesi bir okulun hem Abhazya’nın hem de bir bütün olarak tüm Kuzey Kafkasya’nın ihtiyacına yanıt vereceğini düşünüyorum.
5-Abaza Adige İlişkileri:
Günümüz de Abhazya’nın bağımsızlığından sonra Abazalarla Adigeler arasında sonuca yönelik mücadele biçimlerinin değiştiği şeklinde yaygın bir söylenti vardır. Eğer maksatlı değilse bence bu tamamen olayları yanlış değerlendirmenin getirdiği bir yaklaşımdır. Tam tersine ilişkiler ve mücadele bu aşamadan sonra çok daha fazla iççe olmalı, biri diğerini desteklemelidir. Abhazya’nın şu ya da bu şekilde bağımsız olması, Kafkasya’da bütün Çerkes camiasının bağımsız bir devlete kavuşması olarak görülmelidir. Bu konudaki hassasiyetler gözetilerek ama onlara teslim olmadan bir politika güdülmelidir. Mücadelenin her iki toplum açısından da uzun erimli olduğunu unutulmamalı, Abhazya’nın daha yolun başında olduğu görülerek ilişkilere özel bir önem verilmelidir. Bu doğrultuda bütün Adigelere Abhazya pasaportu sağlanması için çabalar artırılmalıdır. Abhazya’daki bir köyde Adige kültür köyü açılmalı. Burada Adige kültürünün yaşam tarzı ve gelenekleri yaşatılmalıdır.
6-İnsan Hakları:
Kafkasya’da insan haklarını ihlallerini izlemek için bir insan hakları izleme komitesi oluşturulmalı. Rusya’daki demokratik örgütlerle bu konuda dayanışma içerisinde bulunulmalıdır.
7- Çerkes soykırımı:
Bu konu titizlikle araştırılarak, soykırımın gündeme alınmasında izlenecek yollar belirlenmeli, her aşmada barışçıl yol ve yöntemlerden uzaklaşılmamalıdır. Öte yandan bu konuda kışkırtmalara ve geleneksel Rus düşmanlığı tuzağına düşülmemeli, Rus aydınlarla sıcak ilişkiler kurulmalıdır.
8- Örgütlenme:
Bilgi çağının gereklerine uygun yeni bir örgütlenme modeline gidilmeli.
Diaspora çapında kültürel ve bilimsel bir yayın çıkartılmalı. Bu konudaki tüm olanaklar seferber edilmeli.
9- Siyasallaşma:
Kuşkusuz kültürel ve etnik kimliği korumanın en önemli araçlarından( yollarından) biri de hatta en başat olanı siyasallaşmadır. Bundan bir önceki yazımızda şöyle demiştik: “Toplum bilimciler etnik kimliklerin güçlü bir şekilde gözlenebilmesi için bu grupların aynı zamanda sosyal düzenin ekonomik ve siyasi yapıları içerisinde izlenebilir olması gerektiği görüşündedirler. Yani etnik kimlikler siyasi ve ekonomik bir güç olarak örgütlendikleri takdirde yapılarını koruyup daha uzun süre devam ettirebilirler. Nitekim Yahudi ve Ermeni diasporalarında olduğu gibi Hindistan ve Çin diasporalarında açıkça aynı şeyleri izlemek mümkündür.”
Belli başlı nedenlerini daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi Çerkesler ekonomik ve siyasal bir güç olarak örgütlenememişlerdir. Peki, bundan sonra bunu yapabilirler mi? Zor olmasına karşın, bence bu öyle kolaylıkla bir çırpıda yanıtlanacak bir soru değildir. Bunun için içinde bulunduğumuz yüzyılın iyi tahlil edilmesi gerekiyor. Çünkü 21. Yüzyıl’ın parametreleri, onun geçmiş yüzyıllardan çok farklı olacağını şimdiden göstermeye başlamıştır. Henüz ilk çeyreğini bile tamamlamadığımız bu yüzyıl tam anlamıyla bilgi ve sıçramalı gelişim çağıdır. Bu yeni bilgi çağıyla beraber değişen teknoloji şimdiye kadar edindiğimiz tüm yaşam alışkanlıklarımız da hızla değiştirip kendine uyarlıyor. Düşüncelerimiz, değer yargılarımız, olayları algılama ve değerlendirme ölçeklerimiz değişiyor. Yeni bir dil, yeni bir anlayış, yeni bir hayat tarzı geliyor. Eskinin demokratik kavramları da değişiyor. Çerkesler hem tek tek bireyler olarak hem de örgüsel olarak işte bu yeni hayatı ve yeni demokratik kavramları iyi okuyabilirlerse yukarıdaki sorunun yanıtı en azından siyasal anlamda “evet” olabilir. Bunun için de Çerkes hareketi sadece kendisi için değil bütün etnik gruplar için demokrasi talebiyle yola çıkmalı, tüm gerici, şoven unsurlarla ilişkisini kesmelidir. Acil demokratik talepleri belirleyip bu talepleri kabul eden, ya da en azından yakın duran siyasal hareketlerle dayanışma içerisinde olduğunu çekinmeden açıklamalıdır.
Yani kısaca tekrar edecek olursak Çerkes hareketi artık siyasallaşmalıdır.
* Steve Fenton; Etnisite , Irkçılık, sınıf ve kültür. Syf, X1, Phoenix yayınevi
** Ümit Özveri; Jineps Gazetesi Temmuz sayısı Troya Efsaneleri(3)
Not: Bundan önceki yazımız( Ne yapmalı-5) Dr. Cahit Aslan’dan yaptığım alıntıda bir yanlışlık olmuştur. Aslı şöyle olacaktır: “Çerkes kimliği (halkı) birleşmelerden oluşan bir kimliktir. Nasuriler ise bölünmelerden oluşan bir kimliktir.”Düzeltir, Sayın Aslan’dan ve okurlardan özür dilerim.
Açıklama: “Ne yapmalı” yazı dizisine bir süredir ara vermiştim. Bu yazıyla yazı dizisini sonlandırmış bulunuyorum. Yazılardan amaç bu konularda bir farkındalık yaratabilmek ve insanlarımızın düşünmelerini sağlayabilmekti. Umarım bir katkımız olmuştur.
nan
Adnan Özveri