24 Mayıs günü Kartal'da bir araya gelen binlerce Çerkes, Murathan Mungan'ın bu sözünün ne kadar doğru olduğunu bir kez daha kanıtladı. Türkiye'nin her yanından Kartal'a gelen insanlar, 150 yıl önce yaşanan trajedinin hala ne kadar büyük bir acı verdiğini ve bu nedenle geçmişin, yani Çerkes soykırımı ve sürgününün hala gündemde olduğunu gösteriyordu.
Kaffed'in çabaları ile 21 Mayıs anma etkinlikleri Kefken'de kitleselleşmeye başlamış, son yıllarda İstanbul ve Samsun'da düzenlenen etkinliklerle de belirli bir olgunluğa ulaşmıştı. Soykırım ve sürgünün 150. yılı olması nedeniyle, 2014'deki etkinliğin Kartal Sürgün Anıtı önünde düzenlenmesi ve asla unutamayacağımız acılarımızı paylaşırken, haklı taleplerimizi de dile getireceğimiz bir formatta düzenlenmesi kararlaştırılmıştı. Kartal'daki etkinlik, Türkiye'deki siyasi atmosferin her geçen gün daha çok kutuplaşması ve çatışmaya açık hale gelmesine karşın büyük bir katılımla düzenlendi. Sadece katılımın büyüklüğü değil, katılımcıların duruşu, tavrı ve kararlılığı da dost, düşman herkesi etkiledi.
Fakat sadece Kartal'daki etkinlik değil... 2014'ü diaspora Çerkesleri açısından bir dönüm noktası haline getiren bir başka nitelik de, Mayıs ayı boyunca Türkiye'nin hermen her tarafında düzenlenen etkinlilerin yaygınlığı ve çeşitliliğiydi. Mayıs ayı adeta bir seferberlik ayı olarak geçti. Paneller, konferanslar, sergiler, basın açıklamaları, mevlidler, yürüyüşler, anma toplantıları... Çerkes soykırımı ve sürgünü her fırsatta ve her ortamda anlatıldı, soykırım ve sürgünde yitirdiklerimiz her yerde ve her şekilde anıldı.
İşte bu kitlesel katılım ve sahiplenmeden dolayı siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları da kendilerini Çerkes soykırımı ve sürgününü hatırlamak ve tanımak zorunda hissetti. TBMM'nde grubu bulunan siyasi partilerin (biri dışında) hepsi Çerkeslerin acılarını paylaştıklarını dile getirdiler.
Bu açıklamalar arasında üç tanesi özellikle önemliydi. Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın Kaffed Genel Başkanı aracılığıyla Çerkes halkına gönderdiği mesajı, standart "destek" mesajlarının ötesinde bir kapsam ve içeriğe sahipti. Sn Erdoğan, Çerkeslerin "insanlık tarihinin gördüğü en büyük zulümlerden birine" maruz kaldığını ve hayatta kalanların "uzun bir sürgüne" mahkum bırakıldığını, "inkar, red ve asimilasyon dönemi"nin geri gelmemek üzere kapandığını ve attıkları adımlar ile herkesin "ana dilini konuşabilmesi, öğrenebilmesi ve öğretebilmesi"nin teminat altına alındığını vurguluyordu. HDP ve SP geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Çerkeslerin yaşadığı trajediyi "soykırım ve sürgün" olarak tanımlamıştı. Bu yıl, TBMM Başkan Vekili Sadık Yakut, 21 Mayıs günü Meclis'te yaptığı konuşmada net bir şekilde "Sürgün ve soykırıma tabi tutulan 1.5 milyon Çerkez'in sorunlarına çözüm bulunamamış" olduğunu açıkladı. Türkiye'deki en büyük kuruluşlardan biri olan TOBB'un başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu da "Çerkes ve Kafkas halklarının maruz kaldığı sürgün ve soykırımın tarihin en acımasız ve en karanlık sayfalarından birisi" olduğunu vurguluyordu.
Bu açıklamalar Türkiye'deki siyasi yapılanmaların soykırım ve sürgünü giderek daha fazla tanıdığını ve Çerkes STK'ları ile aynı söylemi paylaşmaya başladığını gösteriyor. Bu söylemin bu derece yaygınlaşması ve benimsenmesi şüphesiz Çerkeslerin haklı taleplerinin desteklenmesi açısından çok önemli.
Bu yıl düzenlenen 21 Mayıs etkinlikleri, 150. yılında diaspora Çerkeslerinin bir dönüm noktasında olduğunu gösteriyor. 21 Mayıs'ın kitleselleşmesi ve kimliğin önemli bir unsuru olması artık sağlandı. Bundan sonraki süreç ise haklı talepler doğrultusunda somut adımların atılması ve kazanımların elde edilmesi. Bu süreçte de yine Kaffed'e önemli görevler düşüyor...
nan
Erol Taymaz