Çok parçalı olan Çerkes sorunu, sadece Rusya ve Çerkesler arasındaki bir sorun değildir. Öncelikli onların olmakla beraber aynı zamanda uluslararası bir sorundur. Hem bir tarafında uluslararası bir güç Rusya olduğu hem de Çerkesler Diasporada çeşitli ülkelere dağıldığı için bu böyledir. Zaten küresel dünyada uluslararası güçlerin karışmadıkları hiçbir sorun yoktur. Hele Kafkasya gibi son zamanlarda uluslararası güçlerin kozlarını paylaşmaya çalıştığı bir coğrafyada, Çerkes sorununun, ana mecrasından uzaklaştırılıp emperyal güçlerin bilek güreşine dönüştürülme olasılığı yüksektir. Öte yandan Çerkes sorunu halklar arası ve etnisiteler arası bir sorundur da. Tarihi Çerkes topraklarının üzerinde yaşayan halklara baktığımızda bunu hemen görürüz. Kabardey-Balkar ya da Karaçay- Çerkes’deki sorun, Balkar ya da Karaçaylardan, diğer bölgelerde ise Kazaklardan, hatta Ermenilerden ayrı düşünülemez. Hem nüfus olarak bu böyledir hem de o halkların arkasındaki güçler olarak. Diasporada, bulunduğumuz yerde onların olmaması, onların hiç olmadığı anlamına gelmez. Sorunun olduğu yerde bizatihi onlar da vardır.
Parçası, olduğumuz bir soruna doğru çözümler önerebilmek için aynı zamanda dışından bir perspektifle soruna bakmak gerekir. Sorunu daha iyi anlayıp çözümleyebilmek, yanlış stratejiler oluşturmamak için sorunu bir bütün olarak görmek şarttır. Parçaya bakarken bütünü göz ardı etmek ya da tersi, çok yanlış sonuçlara ulaştırır bizi.
Çerkes sorunu sadece bir “devlet ya da ulus oluşturma”* sorunu değildir. Devlet ya da ulus sorunu siyasi bir projedir. Bir siyasi projenin gerçekleşmesi için de onun üzerinde hayat bulacağı bir alanın bulunması gerekir. Bizim özelimiz de ise bu alan Çerkeslerin sürgün edilmeden önce üzerinde yaşadıkları coğrafyadır. Ancak bu topraklarda bugün başka halklar yaşamaktadır. Dolaysıyla Çerkes sorunu, çözümü belirsiz bir zamana öteleyen, nesnel temellerden yoksun bu kabil hayali önermelere indirgenemeyecek kadar ciddi ve ivedi bir sorundur. Oysa, her şeyi düz bir mantıkla, sadece devlet sorunu olarak gördüğünüz zaman ileride devleti ya da ulusu oluşturacak bir halk da kalmayacaktır. Çünkü milli kimlikler değişkendir, aynı şekilde kalamaz. Bir etnik kimliğin, bir etnisitenin ayakta kalabilmesi için önce etnisiteyi oluşturan değerlerin çözülmeden ayakta kalması gerekir. Bir etnik kimliği diğer kimliklerden ayıran üç temel öğe: soy, dil ve kültürdür. ** Çerkeslerde bu üç öğenin de hızla bir çözülme süreci içerisinde olduğu düşünülürse ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
Çerkes toplumu sürgünle büyük bir kültürel kırılma, kültürel kopuş yaşamıştır. Bence bu kültürel kırılma sürgünün en kalıcı ve acı sonucudur. Normal gelişen kültürel değişimlerle ani travmalarla oluşan değişimler ister istemez çok farklıdır. Çerkes toplumu hem sürüldüğü yerde hem de kendi anavatanında, kendisinden çok daha farklı bir kültürle karşılaşarak adeta bir kültürel çöküş yaşamıştır. İşin acıklı yanı, Çerkeslerin hem gittikleri hem kaldıkları topraklar bir süre sonra büyük altüst oluşlar yaşadığından Çerkesler ikinci bir travmayla daha karşılaşmışlardır. Özellikle bu travmanın anavatan için daha köklü olduğunu düşünüyorum. Çünkü orada çarlık rejiminin bir iç savaş sonucu yıkılmasıyla yerine gelen sosyalist sistem her yönüyle eskisinden tam bir kopuştur. Bu kopuş, üretim ilişkisi bağlamında olduğu kadar kültürel olarak da öyledir. Yeni gelen, kendisini, eskiye dair ne varsa yıkmakla mükellef gördüğü için ilk saldırdığı şeylerden biri de eski kültürel yapı olmuştur. O, yeni oluşan üretim biçimine uygun bir kültür oluşturmak iddiasındadır. Bunu gerçekleştirip gerçekleştirememesi ayrı bir tartışma konusudur, ama en azından var olanı yıktığı kesindir. Her kültürel yapı bir yaşam biçimi içinde şekillenir. Bunu da belirleyen üretimin biçimidir. Sovyetler Birliği’nde kendi kültürünü oluşturacak bir işçi sınıfının olmaması sistemi baştan ölü doğurmuştur. Vekaleten yapılan devrim vekaleten yıkılmıştır. Ama sonuçta kültürel ve moral değerleri açısından oldukça sorunlu bir toplum ortada bırakarak çekilmiştir. Bu sorunlu yapı Çerkes sorununun çözümünde de önemli bir handikaptır.
Bir soruna bakışımız aslında biraz da yaşama bakışımızla ilgilidir. Sorunlara olabilirlik, gerçekleştirilebilirlik bakımından değil de özlemlerimiz ve isteklerimiz doğrultusundan bakıp öyle çözümler üretmek, kendimizi kandırmaktan başka bir şey değildir. Eğer soruna sadece soy- sop birlikteliği yönünden bakıp da, kültürel öğeleri bir kenara koyarsak, kısa sürede çözümsüzlüğe saplanırız. Bu bakış açısı, zaten ,etnik kimliği ve etniseyi oluşturan ögelerden bihaber olmak demektir. Kültür buzdolabında saklanıp koruncak bir değer değildir. Onun değişkenliği yaşam içerisinde her gün kendini yeniden üreterek olur. Bu ise diasporada kolay başarılamaz. Anavatanda yaşayanlarla, küçük, zayıf da olsa oradaki devlet imkanlarıyla olur. Eğer bir etnik kimlik süreç içerisinde bir diğer etnik kimlikle iç içe geçerse milli kimliğin yeniden tanımlanması kaçınılmazdır. Bunun için kimliğimizi değişen zamanın ruhuna uygun olarak yeniden tanımlayıp daha geniş bir halkayla yola devam etmek gerekir.
Devam edecek
*Bu konuya ileride değinilecektir.
** Steve Fenton ( Etnise ,ırkçılık, sınıf ve kültür; 8. 12. 14. 34. Sayfalar)
nan
Adnan Özveri