"Biz kırıldık daha da kırılırız
Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü
Hırsız da bilmiyor çaldığını
Biz yeni bir hayatın acemileriyiz
Bütün bildiklerimiz yeniden şekilleniyor
Şiirimiz, aşkımız, yeniden,
Son kötü günleri yaşıyoruz belki
İlk güzel günleri yaşıyoruz belki
Kekre bir şey var bu havada
Geçmişle gelecek arasında
Öfkeyle sevinç arasında
Öfkeyle bağış arasında"
Cemal Süreya
p>
Mavi Marmara gemisine yapılan İsrail saldırısı sonucu için Recep Tayyip Erdoğan ısrarla; İsrail’in, müdahalenin suç olduğunu kabul etmesi, özür dilemesi ve mağduriyetlerin tazminatla telafi edilmesini istemiştir. Bunu, bir devlet politikasına dönüştürmüş, gerekli adımları atmış ve sonuç almıştır. Bu üç öğe, bireysel ve toplumsal mağduriyetlerin tanımı ve giderilmesinde temel saikler olarak kabul edilir. Bireysel mağduriyetlerle toplumsal mağduriyetler öz olarak benzer; hatta çoğu zaman iç içe olup her ikisinde de bu üç temel öğenin geçekleşmesiyle, mağduriyetlerin sonuçları hafifler ve kısmen ya da tamamen telafi edilmiş, düzeltilmiş olsa dahi, hiçbir şekilde, olayın ya da olayların yaşandığı zamanın başındaki duruma geri dönülemez. En çok, yaşanan travmalarla birlikte yaşamanın öğrenildiği bir gelecek öyküsüne dönülebilir. Gelecek kurgusu belki de bu aşamadan sonra başlayabilir.
p>Yüz elli yıl önce Çerkeslerin yaşadığı, insanlık tarihinin gördüğü en trajik sonuçları olan Kafkas-Çarlık Rusya’sı savaşı ve sonundaki sürgün, ağır travmaları olan toplumsal bir mağduriyet olup; taraflar açısından yaşanma biçimine kişisel bir yaklaşım ve dışarıdan bakış sayılacak bu yazının yazılma nedeni, birkaç yıldır, her 21 Mayıs günü Çerkeslerin yas ve anma günü törenleridir. Bu yas töreni bu yıl, 25 Mayısta, Samsun’da tekrarlanacaktır. Çerkeslerin çatı örgütü olan KAFFED ( Kafkas Dernekleri Federasyonu ) öncülüğünde yapılan bu anma törenleri, Türkiye’nin her yerinden gelen Çerkeslerce yaşanır. Türkiye’de henüz başka kesimlerin bu etkinliklere olan ilgisi yeterlidir denemez. Bir iç savaş olarak otuz yıldır yaşanan Kürt sorunu, çok daha aktif bir yas yaşayan Ermenilerin agresif politikaları daha çok gündemde yer bulmaktadır. İkinci büyük azınlık olan Çerkeslerin Anadolu’nun yerli halklarından olmaması ya da Çerkeslerin istikrarlı şekilde merkezi yönetimle olan şartsız uyumları ya da Çerkeslerin toplum içinde var oluşlarındaki barışçıl ve uyumlu yaşantıları bunların nedenleri olabilir. Kendi yaslarını tutarken gösterdikleri performansın ötesinde; yaslarını kendi yas evinin içinde, kendi avlusunda yaşıyor olmaları, gözyaşlarını kendi içlerine akıtıyor olmaları da bunun nedeni olabilir…
p>
Toplumsal yas, yası tutan toplumun, yitirilen şeyin, zihinsel temsilini hatırlamak, gözden geçirmek ve bu ilişkiyi anlamlandırmak üzere başvurduğu zihinsel etkinliklerin tümüdür. Soykırım ve savaşla büyük kayıplara uğrayan toplum, bir anlamda, söz öncesi travmatik yaşantıya saplanır ve yeniden sözsel yaşantıya dönebilmek için yaşantısını sembolize ederek yeniden yazması ya da oluşturmasıdır. Toplumsal hafızasını yas temelinde kilitleyen trajik ve travmatik mağduriyeti hatırlaması, kendi içinde bellek yolculuğu değildir… Hatırlama ancak ötekilerle ve ötekilerin tanıklığıyla yapıldığında mümkün ve anlamlı olur. Toplumlar, bireyler gibi başkalarıyla ilişki içinde toplumsal tarihini yapıp yazabiliyorsa, yine başkalarının tanıklığıyla ilişkiler içinde yaralarını onarabilir. Bunun için yas sürecini tamamlayıp, bağışlaması gerekmektedir. Bağışlamak ise, yaslarını tamamlayarak mağdur edenle zihinsel düzlemdeki uğraş ve öyküsünü bitirmesi gerekir. Bağışlaması beklenen mağdur toplum, öncelikle bağışlamama hakkının saklı tutma hakkının olduğunu bilmesi ve bunun bir ön kabul olması gerektiğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Bu ön kabulden sonra, bağışlamanın ilk koşulu mağdur edenin, tanıklar önünde yapılan kötülükleri ve sonuçlarını itiraf etmesidir. Bu durum mağdur edilen toplumun inkar edilen gerçeklerin ve haksızlıkların, suçlunun ağzından ortaya çıkmış olur ki, bu da mağduru yaşadığı ve yaşamakta olduğu travmayı intikam fantezilerinden gerçekliğe doğru taşır. Kaybettiği gücü dünya kamuoyu önünde yeniden kazanmış olur. İkinci nokta ise, mağdur eden toplumun ya da temsilcilerinin özür
Çerkeslerde yas süreci tamamlanmamıştır. Aile içinde büyük ağabeyden dayak yiyen küçük kardeş öbür ağabeyine sığındığında, çoğu zaman sakinleşir ve önceki davranışlarını tekrarlamaktan çekinir. Buradaki konumunu ve durumunu kaybetmek istemez. Çerkesler, konjonktürel olarak büyük ‘’ağabey ‘’sayılan Çarlık Rusya’sına yenilip, sürgün geldiği öbür büyük ‘’ağabey’’ olan Osmanlı devletinde, önceki davranışlarını tekrar etmek bir yana, tüm yetenek ve enerjisini bu ‘’ağabeyin’’ hizmetine sunmuştur. Çerkesler son yüz elli yılı, iki ayrı ailede yaşayan iki kardeş olarak yaşadılar. Anavatan Çerkesleri ve diaspora Çerkesleri. Farklı geleneklere ve yaşama biçimine evrilmiş aynı anne babanın çocukları olan bu kardeşler, yüz elli yıl boyunca kendi içinde hem biriktirerek hem de sürekli canlı tutarak yaşadığı yas tamamlanmadığı için, travmatik geçmişindeki yaralarını ve acılarını dışa vurmada, kaygılı, çekingen hatta korkuyla yaşamıştır. Travma sonrasında yaşanan bu baskılama ve suskunluk dönemi bastırılmışın geri dönüşü olarak yaşanması kaçınılmaz olacaktır… Yüz elli yıldır yaşanan yas, çözüm arayan bir başkaldırı şekline dönüşmediği gibi, mağdur eden Çarlık Rusya’sının bağışlanma isteğiyle yeterli ve gerekli çabası olmamıştır. Bilinen en önemli adım Boris Yeltsin’in ‘’ Kafkas halklarına mesajı 18 Mayıs 1994 yılında başkanlık basın bürosu tarafından INTAR-TAS aracılığıyla yayınlanan mesajı. Mesaj şöyle; ’’ Sayın hemşerilerimiz! b>Yüzyıldan daha fazla tarihi olan olaylar, bizleri eski yıllara; Kafkasya için mücadele sırasında Rusya İmparatorluğunun, Büyük Britanya'nın, Fransa'nın, İran'ın ve Türkiye'nin çıkarlarının çarpıştığı zamanlara geri götürüyor. Dağlı halkların büyük acılarla dolu kaderlerinde tüm bu ülkelerin suç payları bulunmaktadır. Büyük insan ve maddi kayıpları olan Rus-Kafkas Savaşlarının yankısı hala bir çok Rusyalı yüreğinde acılarla cevap vermektedir. Savaş alanlarında ölenlere, savaşın vahşetinden dolayı hayatını kaybedenlere ve savaş sonunda anavatanını terk etmek zorunda kalıp, gurbette anavatanını kaybetme acısını çekerek ölenlere tanrı rahmet etsin. O eski trajik olayların hatırası torunlarımızın yüreğinde saklı kalsın ve yeni trajedilerin uyarısı olarak bizlere hizmet etsin. Tarihin farklı dönemlerinde politik duruma bağlı olarak, 19. Yüzyılın 20-60'lı yıllarında Rus-Kafkas savaşı farklı bir şekilde değerlendirildi ve aydınlatıldı. Bugünlerde, Rusya hukuksal bir devleti kurarken ve tüm insanlara özgü değerlerinin önceliğini tanırken, Rus-Kafkas savaşı olaylarının objektif yorumlanması için fırsat doğmaktadır. Bu savaş, sadece Kafkas halklarının kendi öz topraklarında hayatta kalmak için verdikleri cesur bir mücadele olarak kalmayıp, bilinçaltı mesajları, bilinçaltı zamanda kendi öz kültürünü, milli kimliğini koruduklarının yorumudur. Rus-Kafkas Savaşında bizlere miras olarak kalan problemleri ve özellikle Kafkas göçmenlerinin torunlarının tarihi anavatanlarına dönüşü, tüm ilgili tarafların katılımıyla yapılacak görüşmeler ile uluslararası düzeyde çözülmelidir.i>
p>Sayın hemşerilerimizb>! Bilincimizde Rusya ve Kafkasya birbirine bağlı ve ayrılmaz bir anlayış haline geldi. Biri olmadan öbürü hayal edilemez. Kabardey-Balkar'ın başkenti Nalçik'te, Mariya Temrukovna'ya anıt dikildi. Üzerinde, "Yüzyıllarca Rusya ile…" sözleri bulunuyor. Bu sözler her Rusyalı için değerlidir ve kutsaldır. Eminim ki, demokratik bir devletin kuruluşunda beraberlik, toplumsal ve milletler arası mutabakat ve sivil barış, Rusya'nın ve Kafkasya'nın değerli temsilcilerinin, ülkemizde yaşayan halkların saadeti ve refahı için hayallerinin gerçek olmasının garantisi olacaktır’’. Bu çağrının bağışlanma sürecini başlatacak üç önemli öğeyi, suçun kabulü, özür dileme ve telafisi niyeti taşıdığı söylenemez. Mesajda, diasporadaki Çerkeslerin ‘’anavatanlarına dönebilmeli’’ dilek veya temennisi Çerkesleri o günlerde tatmin etmiş i>gibi görünüyor. Ancak, B.Yeltsin’den sonra gelen iktidarlar bu açıklamayı yasal düzenlemelerle, fiilen geçersiz hale getirmişlerdir. Göçmen yasasının belli bölgelerde uygulanmaması. Cumhuriyetlerin alabilecekleri yıllık göçmen sayısının komik düzeylerde tutulması gibi… Buna karşılık Çerkesler de toplumsal bir karşı çıkış; en azından resmen kabul edilen Boris Yeltsin belgesini gerçek talepler haline getirememişlerdir. Öte yandan Rusya Federasyonu içindeki ve dışındaki Çerkes Cumhuriyetlerin parlamentoları da aynı sessizliğe bürünmüşlerdir. Toplumsal yas travmasının bir uç biçimi sayılan Stockholm Sendromu, ‘’mağdur eden yaşadığı onca travmayı yaratan güce sığınmak. Yani mağduru olduğu travmayı yaratan güce sığınmak ve onunla özdeşleşmek. Bu özdeşleşmeyle, mağdur, saldırgandan ödünç aldığı güçle yaralanmış benlik öyküsünü onaracağı yanılsamasına kapılır.’’ Çerkes parlamentolarının tamamı sözü edilen geçmiş travmalarının tanınması ve onarılması için Çarlık Rusya’nın varisi Rusya Federasyonundan yüksek sesle ve ulusal bir talep olarak suçun kabulü, özür dilenmesi ve geçmiş mağduriyetlerinin maddi-manevi telafisini talep etmek yerine, onun gücüne sığınarak bir gelecek hayali kurmaktadırlar denilebilir. Bu durum kendi travmasının, yani Çerkes soy kırımı ve sürgünün dilini kullanıyor olması ve durumunu değiştirmediği için, kendi travmatik geleceğine dokunamamış, yaralı benliğinin gelecek öyküsünün sözcüklerini de yitirmiştir. Bu da en azından Çerkes Parlamentoları ve seçenlerinin kendi yaslarını bir hakikat olarak değil, daha çok metaforik olarak yaşamaktadırlar demek yanlış olmaz…
p>Öte yandan, sona ermeyen Çerkes yası, diasporada daha farklı bir diğer uçta yaşanmaktadır sanırım. Kendi vatan topraklarından uzakta üçüncü kuşağın temsilcileri olan şimdiki diaspora Çerkesleri; kendi benlik öyküsünü unutmamak için, yas içinde hatırlamalarla; yasın egemen bir öznesi olmaya çalışırken içinde yaşadığı düzene ve sürekliğine ihtiyaç duyuyor. Mağdur edenin edilgen bir kurban, kendisinin de saldırgan bir özne olamayacağını bildiği ve düşündüğü için olası bir intikam duygusu geliştirmezdi, geliştirmedi de. Yaşadığı travmanın bir ayna görüntüsü olacak öç fantezileri geliştirebilen az bir aydın kentli Çerkeslerle, başka benzer saiklerle ortaklaşmış bir kısım aydınların yası şeklinde yaşanmaktadır. Diasporada yaşayan Çerkeslerin büyük kısmına yayılamayan; toplumsallaşmayan bu yas, yılda bir anma töreni olarak yaşanıp unutulmaktadır. Dolaysıyla Çerkes yası diasporada da törensel ama metaforiktir diyebiliriz. Bu nedenle de, Çerkeslerin ortak amaç ya da ideallerinin gerçekleşmesinde mücadelelerinin tırmandığı, hatta, tavan yaptığı gün değildir. 21 Mayıslarda törene katılanlarca tekrarlanan ant şöyle; ‘’21 Mayıs Andı; Biz, insanlık tarihinin en acımasız sürgün ve soykırımını yaşamış Çerkesler olarak... nerede yaşıyor olursak olalım, yaşadığımız soykırımı unutmayacağımıza, gelecek nesillere de unutturmayacağımıza... her türlü baskıya, asimilasyona karşı koyarak var olacağımıza... 21 Mayıs’ı ulusal-kültürel dirilişimizin günü yapacağımıza... Yaşadığımız tüm ülkelerde, Anavatanımız Kafkasya’da ve tüm dünyada, barışı savunacağımıza... Atalarımızın manevi huzurunda ant içeriz...’’i>
p>Andın içeriğinde, toplumsal yasın bitirilmesini sağlayacak içerikten çok; yasın canlı tutulması ve sürdürülmesi, ulusal kayıplarını ve kırılan ulusal gururlarının manevi tazminini, soykırımın ve sürgünün trajik ve travmatik sonuçlarının ulusal ve bireysel kayıpların maddi-manevi tazminini Çarlık Rusyası varislerinden talep etmiyor. Bütün bu durumun düzeltilmesini bireysel çabalara ve fedakarlıklara bırakmış gibi görünüyor. Doğal olarak Ulusal-kültürel bir toplum olarak şu an bulundukları yerde asimilasyona karşı durarak durumu korumaya ant içiliyor gibi… Öncelikle Çerkesler, Çarlık Rusyası’nın varisi olan Rusya Federasyonu tüm Çerkeslerden dünya kamuoyu önünde açık bir şekilde, kıvırtmadan, eğip bükmeden özür dilemeli ve bağışlanma talebinde bulunmalıdır.
p>Sürgün edilmiş bir halkın her şeyden önce topraklarına dönmek istemesi talebi en doğal hakkıdır. Tarihsel mağduriyetlerin kendi anavatanlarında giderilmesi talebi tartışmasız haklarıdır. Diaspora Çerkesleri anavatana dönmek ve ortak bir ideal olarak kendi topraklarında bir ulus şeklinde kendi geçmiş travmalarını onararak yeni bir gelecek öyküsü kurma eğilimi, çekingen bir istek değil; güçlü bir amaç olarak yaşanmalıdır sanırım. Bu anlamda anavatan sınırlarını gerçekçi şekilde açıkça yeniden tanımlanmalı ve iadesinin savunulması en güçlü politik talebi olabilmeli. Anavatan parlamentolarının da diaspora Çerkeslerinin vatanlarına dönmeleri için güçlü bir çabaları hissedilmiyor. 0ysa, bu taleplerin hukuki ve siyasi olarak en kararlı savunucusu doğası gereği anavatan parlamentoları olmalı.
Çerkesler, yüz elli yıllık yaslarını tamamlamak için, yasın nedeni olan soykırım ve sürgünün maddi manevi sonuçlarını ulusal ve siyasi bir konseptle yeniden tanımlamalı, talepler halinde formüle etmeli, bu talepler ulusal bir politika haline gelmesiyle somut hale gelebilir. Bu da yetmez; bu talep güçlü bir ulusal politik ve hukuki talep halinde savunulması gerekir. Örneğin, nispeten soyut olan bu talep, bu gün, Suriye’deki Çerkeslerin iç savaş nedeniyle yeniden yaşamakta oldukları can ve mal kaybı halindeki ciddi mağduriyetin giderilmesi talebi şeklinde somutlaştırılabilmeli.
Her Çerkes kendi geleceğini bu taleplere göre siyaseten yeniden biçimlendirdiğinde, kendisi için siyaset yapıyor olacaktır. İçinde bulunduğu oluşum ve ya örgütlere bilinçli bir enerji taşıyacaktır. Her şeyden önce, tartşan, fikri ve ideali olan bireyler olarak özgürleşecek, bireyleşecek ve gelecek düşleri olabilecektir sanırım. Özgür bireylerin oluşturacağı ulusal politikalarındaki başarı, yaslarını bitirebilir, soykırım ve sürgünle kaybettikleri ulusal enerjilerini toparlayabilirler; geleceklerini özgürleştirebilirler ve yeniden kurabilirler…
nan
Mansur Balcı