"Arap Baharı"
17 Aralık 2010'da Tunus'ta haksızlığa ve yoksulluğa karşı Muhammed Buazizi'nin kendisini yakmasıyla başlayan isyan dalgası, aniden tüm Arap dünyasını bir yangın gibi sardı. Kısa bir sürede ve beklenmedik ölçüde kansız şekilde Tunus ve Mısır gibi ülkelerde yönetimler değişirken, kitlelerin başkaldırısından çekinen pek çok Arap ülkesinde reformlar peş peşe geldi.
"Arap Baharı" olarak tanımlanan bu sürecin, 30 yıl boyunca Mısır'ı yöneten Hüsnü Mübarek'in Şubat 2011'de devrilmesinden sonra Suriye'de de Beşşar Esad'ın devrilmesiyle devam edeceği düşünülüyordu. Suriye'de 2011'in ilk günlerinde kitlesel protestolar başladı. Rejimin sert tepkisine karşı muhalafetin silahlı direnişe geçmesi ile Suriye'de iç savaş Mart 2011'de başladı. Esad'ın da halk muhalafeti karşısında dayanamayıp Kaddafi gibi kısa süreli bir iç savaştan sonra devrileceği düşünülüyordu. Fakat beklentiler gerçekleşmedi, Suriye giderek daha acımasız ve yıkıcı bir iç savaşa süreklendi. Aradan iki yıla yakın bir süre geçmesine rağmen Suriye'de iç savaş tüm hızıyla ve acımasızlığıyla devam ediyor.
Şam, dünyada insanların sürekli olarak yaşadığı en eski kent. Suriye, binlerce yıllık tarihinde pek çok uygarlığa beşiklik etmiş bir ülke. Böylesine zengin bir tarihsel-kültürel birikimi olan bu topraklarda yaşanılanlar gerçekten tüm insanlık için yüz karası. Suriye'de yaşananların kısa bir sürede bitmeyeceği, Beşşar Esad yönetimden ayrılsa bile çatışma ortamının devam edeceği görünüyor, çünkü Suriye'yi ve bölge ülkelerini sarmalayan çelişkiler yumağının bir kılıç darbesiyle çözülmesi artık olanaksız.
Suriye: Yerel, Bölgesel ve Küresel Çelişkiler Yumağı
Suriye, "Arap Baharı" ile birlikte hiç beklenmedik bir şekilde yerel, bölgesel ve küresel çelişkilerin iç içe geçtiği bir savaş alanına dönüştü. Yerel çelişkilerin önemli bir kaynağı nüfusun etnik, dinsel ve sınıfsal yapısı. Suriye nüfusunun büyük bir kesimi etnik olarak Araplardan oluşuyor (nüfusun yaklaşık %80'i), kalanlar da Kürt, Türk, Filistinli, Ermeni, Çerkes gibi çok farklı etnik topluluklara dağılmış durumda. Dini olarak nüfusun büyük bir kısmı Sünni (nüfusun yaklaşık %75'i), kalanların çoğunluğu Nusayri ve Hristiyan. Ayrıca Durzi, Yahudi ve diğer Şii mezhepleri de önemli bir nüfusu oluşturuyor. Fakat etnik ve dinsel yapılar bir biriyle örtüşmediği için Suriye'de çok parçalı bir toplumsal yapı var. Örneğin etnik olarak nüfusun çoğunluğunu oluşturan Araplar arasında çok önemli dinsel/mezhepsel farklılıklar varken (Arapların önemli bir kısmı Nusayri ve Hristiyan), dinsel olarak nüfusun çoğunluğunu oluşturan Sünniler arasında da etnik farklılıklar var (Sünnilerin önemli bir kısmı Kürt, Türk ve Çerkes). Bu etnik/dinsel çeşitlilik, Suriye'de bir etnik/dinsel topluluğun tek başına egemen olmasını olanaksız kılıyor.
Suriye'deki yerel çelişkiler, Hafız Esad'ın iktidarı ele geçirdiği 1971'den itibaren otoriter-milliyetçi Baas yönetimi altında belirli bir dengede tutulmuştu. Bu denge nüfusun azınlığını oluşturan fakat devlet yönetimine egemen Nusayriler ile yeni gelişen Sünni orta sınıfların karşılıklı bağımlılığına dayanıyordu. Sünni orta sınıflar, geleneksel İslami hareketlere karşı Baas'ın laik ideolojisini de destekliyorlardı. Nüfusun küçümsenmeycek bir oranını oluşturan Hristiyanlar ve Dürziler için de laik Baas yönetimi bir anlamda ehven-i şer'di. Baas Partisi Nusayrilerin ve Sünni orta sınıfların aktif, Sünni veya Arap-olmayan toplulukların da zımni desteğiyle 40 yıldan uzun bir süre Suriye'yi demir yumrukla yönetti, 1982'deki Hama Katliamı'nda olduğu gibi muhalefeti kanlı bir şekilde ezmekten çekinmedi.
Suriye'de 2011 Mart'ında başlayan iç savaş, bu suni dengeyi de yıktı. Tarafların kendilerini ve düşmanlarını artan oranda etnik ve dinsel temelde tanımlamaları, iç savaşın giderek daha fazla bir etnik ve dinsel savaşa dönüşmesine yol açıyor, dolayısıyla iç savaş sonrasında ortak yaşamaya dayalı bir çözüm şansı giderek azalıyor.
Suriye bölgesel güçlerin hesaplaşma alanı olmasaydı, belki yerel çelişkilerin iç savaştan sonra çözümü mümkün olabilirdi. Fakat Suriye'deki iç savaş artık bölgesel güçlerin bir yaşam mücadelesine dönüştü. Bu mücadelede, bir yanda Lübnan'daki Hizbullah'tan başlayıp Suriye'deki Nusayri azınlık, Irak'taki Şii çoğunluk, İran ve Körfez ülkelerine uzanan bir Şii hilâli, karşısında da Suudi Arabistan, Bahreyn ve Katar'ın başı çektiği bir Sünni blok var. Tabii bu mücadelenin temeli sadece mezhep farklılıkları değil, özellikle zengin Sünni ülkelerdeki sınıfsal çelişkiler ve monarşist devletlerin "Arap Baharı" karşısındaki siyasi konumu da safları belirleyen önemli etkenler.
Orta Doğu'daki her değişimden etkilenen İsrail'i de unutmamak gerekiyor. Bilindiği gibi Suriye, laik, anti-monarşist ve milliyetçi ideolojisiyle, hem Suudi Arabistan, Bahreyn ve Katar gibi monarşist Arap devletlerinin, hem de İsrail'in düşmanı. İsrail çevresindeki tek İsrail-karşıtı devlet olan Suriye'deki iç savaş aynı zamanda bahsedilen bölgesel güçler arasındaki bir savaş. Esad'ın yıkılmasından sonra sıranın kime/kimlere geleceği açık. Bu nedenle İran ve Hizbullah'ın tüm güçleriyle Esad'ı desteklemesi, buna karşın Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye'nin sürecin başından beri açık ve aleni bir şekilde silahlı muhalafeti desteklemesi şaşırtıcı olmamalı. Tabii bölgesel güçlerin bu müdahalesi, iç savaşın daha acımasız ve kanlı geçmesine yol açıyor.
ABD başta olmak üzere küresel güçlerin Suriye'deki iç savaş konusunda çok önemli bir etkisi olduğu açık. 11 Eylül'den itibaren ABD'nin hedefindeki ülkelerden biri Suriye. 2003 yılında ABD'de kabul edilen "Suriye Sorumluluğu ve Lübnan'ın Egemenliğini Kurma Yasası" ile ABD Suriye'yi "terörizmi desteklemekten, Lübnan'ı işgal etmekten, kitle imha silahlarını geliştirmekten" vazgeçirmeyi ve Orta Doğu'daki "uluslararası güvenlik sorunlarından dolayı" Suriye'yi sorumlu tutmayı stratejik bir hedef olarak belirlemişti. ABD ve İsrail, Suriye'yi Orta Doğu'daki en önemli güvenlik tehditlerinden biri olarak gördüklerini zaten hiç bir zaman saklamadılar. Ve Orta Doğu'daki en önemli düşmanlarına, yani İran'a karşı doğrudan bir müdahale için öncelikle Suriye'nin bertaraf edilmesi gerekiyor.
Rusya ise, Libya'dan aldığı ders ile Birleşmiş Milletler'de Suriye'ye karşı alınabilecek yaptırım ve müdahale kararlarını engelleyerek ve sağladığı fiili destek ile bu sorunda aktif yer aldı. Rusya'nın hem stratejik çıkarları gereği (Suriye'deki askeri üs), hem de ABD'nin Orta Doğu'ya, yani dünyanın en önemli petrol kaynaklarına tamamen egemen olmasını engellemek için zorunlu olarak Esad'ın yanında yer aldığı söylenebilir. Aynı durum bir ölçüde Çin için de geçerli.
Sonuç olarak, Suriye'nin bölgesel ve küresel güçlerin çatışma alanına dönüşmesi, hem iç savaşın daha uzun ve acımasız olmasına yol açıyor, hem de iç savaştan sonra Suriye'de istikrarın tesis edilmesini olanaksız kılıyor. Savaştan sonra Suriye'nin Lübnanlaşması, yani farklı etnik/dinsel grupların kendi bölgelerinde egemen/özerk yapılar oluşturması ve düşük yoğunluktaki çatışmaların süregitmesi belki en iyimser gelişme olacak. En kötümser olasılık ise Suriye'nin acımasız bir "etnik temizlik" ile homojenleşmesi veya düşman devletlere ayrılması. Suriye'nin küçük devletlere ayrılması ise, başta komşuları, Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak olmak üzere tüm Orta Doğu'da sınırların yeniden çizilmesine yol açabilecek.[1]
Ve Çerkesler
Suriye'de önemli bir Çerkes nüfus yaşıyor. Suriye Çerkesleri belki de Çerkeslerin en çok acı çekmiş ve talihsiz kesimi. Öncelikle 1864'deki soykırım ve sürgünü diğer soydaşları ile birlikte yaşadılar. Sürgün sonucu Balkanlar'a yerleştirilenler 93 Harbi'nden sonra (1877-1878) ikinci bir sürgüne tabi tutuldular. İşte Suriye'de yaşayan Çerkeslerin çoğunluğunu Balkanlardan Orta Doğu ülkelerine ikinci kez sürgün edilen 70,000'den fazla Çerkes oluşturuyor. [2]
Fakat Suriyeli Çerkeslerin acıları bununla bitmedi. Çerkesler toplu olarak Golan Tepelerine, Kuneytra ve çevresine yerleştirildiler. 1967 Arap-İsrail Savaşı'nda İsrail'in Golan Tepeleri'ni işgal etmesi üzerine Suriye Çerkesleri üçüncü sürgünü yaşadılar. İşgalden sonra Golan Tepeleri'ndeki Çerkesler Şam ve Halep'e yerleştirildiler. ABD Tolstoy Vakfı aracılığı ile Çerkeslerin tamamen Golan'dan koparılması için müdahele etti ve Golan’daki topraklarından vazgeçmeleri karşılığında isteyenlerin ABD’ye yerleştirilmesi sağlandı.[3]
Suriye Çerkesleri şimdi yeni bir felaket ile karşı karşıya. Çerkesler insanları etnik-mezhep temelinde ayrıştıran bir sekter savaşta taraf olmaya zorlanıyorlar. 100 yıllık bir dönemde üç büyük sürgün yaşayan Suriye Çerkesleri nüfus ve coğrafi bütünlük açısından kendilerini savunabilecek konumda değiller. Nüfusun azlığı ve az olan nüfusun bile belirli bir bölgede yoğunlaşmamış olması nedeniyle, savaş-sonrası dönemde de Suriye Çerkeslerini zor günler bekliyor. Çünkü yukarıda açıklanmaya çalışıldığı gibi, Suriye savaştan sonra en iyi olasılıkla farklı etnik/dinsel grupların kendi bölgelerinde egemen/özerk yapılar oluşturduğu ve tarafların düşük yoğunluklu çatışmalarla birbirini telef etmeye devam ettiği bir ülke olacak. Nitekim Suriye Çerkesleri de bu durumu görüp, sorunlarına uzun dönemli bir çözüm aramaya başladılar, yüzlerini anayurtlarına, Kafkasya'ya çevirdiler.
Suriye ve Sovyetler Birliği'nin "dost ve müttefik" ülkeler olmasından dolayı, Soğuk Savaş döneminde de Suriye Çerkeslerinin anayurttaki özerk bölgeler/cumhuriyetler ile belirli düzeyde ilişkisi vardı. Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra, 1990'larda 500'e yakın Suriye'li Çerkesin anayurda dönüş yaptığı tahmin ediliyor. Suriye'deki iç savaşın uzaması ve yaygınlaşması üzerine, Suriye Çerkesleri anayurda dönüşün yollarını aramaya başladı. Aralık 2011-Ocak 2012’de Suriye’deki Çerkes diasporasının temsilcileri Rusya Federasyonu ve Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri (Adığey Cumhuriyeti, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti) yetkililerine dönüş konusundaki taleplerini ilettiler. Bu talebe paralel olarak Dünya Çerkes Birliği de özellikle Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’ne Suriyeli Çerkeslerin yerleştirilmesi konusunda girişimlerde bulundu. Kabardey Balkar Cumhuriyeti ve Adığey Cumhuriyeti Suriye'den dönenler konusunda olumlu bir tutum takındı. Örneğin Kabardey Balkar Cumhuriyeti Başkanı Kanokov, yaklaşımını aşağıdaki sözlerle özetliyordu:
“Suriye’de yaşayan Çerkeslerin, yaşadıkları ülkedeki durum göz önünde bulundurularak tarihî vatanlarına dönüş sürecini kolaylaştırmalıyız… Birçok kimse kardeşlerimizin dönüşüne karşı çıkmakta ve 'Büyük Çerkesya' ile ilgili klişeler uydurmaktadırlar. Kaldı ki muaazam büyüklükteki Rusya’nın nüfusu ancak 140 milyondur. Yakında çalışacak kimseyi bulamayacağız ve Vietnam ile Çin’den işçi davet ediyoruz. Rusya yanlısı olan, çalışkan, kendi dil ve geleneklerini koruyan kardeşlerimizin dönüşünden korkmaya gerek yoktur.”[4]
Bu gelişmeler üzerine Mart 2012’de Rusya Federasyonu Parlamentosu’nun Üst Kanadı temsilcileri Suriye'ye giderek Çerkes diasporası temsilcileri ile yerinde görüştüler ve Suriyeli Çerkeslerin çoğunun Kuzey Kafkasya’ya dönmek istedikleri sonucuna vardılar. [5]
2012 yılında Suriyeli Çerkeslerin anayurda dönüşü hızlandı. Fakat Rusya Federasyonu'nun sorunu görmezlikten gelmesinden dolayı, yardım çalışmaları büyük ölçüde sivil toplum örgütleri tarafından yürütüldü. Örneğin Kabardey Balkar Cumhuriyeti'nde Perit derneği, dönmek isteyenlere davet çıkarılması, gelenlerin yerleştirilmesi, bürokratik sorunların çözülmesi gibi konularda takdire şayan çalışmalar gerçekleştirdi. 2012 yılında Perit derneğine 2000'e yakın başvuru oldu, fakat Kabardey Balkar Cumhuriyeti'ndeki göçmen kotasının dolmasından dolayı bu taleplerin ancak yarısından biraz fazlası karşılanabildi.
Anayurda dönüş olanaklarının kısıtlı olmasının da etkisiyle, 2012 Yaz aylarından itibaren artan sayıda Suriyeli Çerkes Türkiye'ye sığınmak zorunda kaldı. Kaffed tarafından oluşturulan Suriye Kriz Masası'nın yoğun faaliyetleri ile Türkiye'ye gelen tüm Suriyeli Çerkesler hemşehrilerinin yaşadığı köylere/kentlere yerleştiriliyorlar. Fedakarca yürütülen bu çalışmalar sayesinde bilindiği kadarıyla hiç bir Suriyeli Çerkes mülteci kamplarında yaşamıyor.[6]
Suriye'deki kargaşanın uzun süreceği göz önüne alındığında, Suriyeli Çerkesler açısından anayurda dönüşün ne kadar önemli olduğu açık. Suriye Çerkeslerinin anayurda dönüşü, öncelikle insani açıdan bir zorunluluk, çünkü Suriye Çerkesleri ancak anayurtta uzun süreli ve güvenli bir yaşama kavuşabilecekler. İkinci olarak bu süreç, Suriye Çerkeslerinin tarihsel hakkının, anadil kadar kutsal olan anayurt ve dönüş hakkının teslim edilmesi anlamına geliyor. Son olarak, Suriye Çerkeslerinin anayurda yerleştirilmesi, buradaki cumhuriyetlerin ekonomik ve kültürel açıdan gelişimine de önemli bir katkıda bulunacak.
Suriye Çerkeslerinin anayurda dönüşünün, sadece DÇB, Perit, DAR ve Kaffed gibi sivil toplum örgütlerinin çabalarıyla gerçekleşmeyeceği açık. Bu kuruluşların hepsi bu durumun bilincinde oldukları için Kuzey Kafkasya'daki cumhuriyetler ve Rusya Federasyonu yönetimlerinin sürece aktif katkısını talep ediyorlar. Bugüne kadar Adığey ve Kabardey-Balkar Cumhuriyetlerinin olanakları ölçüsünde bir katkıda bulunduğu görülüyor. Fakat Rusya Federasyonu, göçmen kotasının arttırılması ve vize/vatandaşlık işlemlerinin basitleştirilmesi gibi mevzuata ilişkin basit düzenlemelerden, Suriye Çerkeslerinin tahliyesi ve dönenlere yardım edilmesine kadar hiç bir konuda ciddi bir adım atmadı. İşte bu nedenle, Suriye Çerkeslerinin sorunlarının ve taleplerinin tüm kamuoyuna duyurulması ve tanıtılması yardım çalışmaları kapsamında özel bir önem taşıyor. 5 Ocak 2013 günü Ankara'da Rusya Federasyonu Büyükelçiliği önünde yapılacak olan basın açıklamasının ses getirmesi de bu açıdan çok önemli.
Suriye'de yaşananlar, daha geniş bir açıdan bakıldığında, dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın tüm Çerkesler açısından önemli bir ders niteliğinde. Etnik ve dinsel ayrımlara dayalı sekter çatışmalar, her zaman sayıca küçük ve dağınık halklar için yaşamsal tehdit haline dönüşüyor. Bu nedenle, politik tercihleri ne olursa olsun, anayurt ve diasporada yaşayan tüm Çerkeslerin yaşadıkları ülkelerde insan hakları ve demokrasinin yerleşmesini desteklemeleri gerekiyor.
Bir Parantez: Suriye Ermenileri
Suriye'de yaşayan ve Çerkesler gibi taraf olmaya zorlanan azınlıklardan biri de Ermeniler. Suriye'de 90,000-200,000 arasında Ermeninin yaşadığı tahmin ediliyor, yani nüfusları Çerkeslerin nüfusundan daha fazla. Ve Ermeniler arasında da anayurda dönüş eğilimi iç savaşla birlikte güç kazandı. Aralık 2012'ye kadar yaklaşık 6,000 Ermeni Ermenistan'a döndü. Muhalefet, Ermenistan hükümetini, Suriye Ermenilerinin dönüşü için samimi olmamakla ve bu konuda aktif olarak çalışmamakla suçluyor. Dönüş düşüncesini savunanlar, eğitimli, girişimci, varlıklı ve kalifiye Suriye Ermenilerinin Ermenistan'ın kalkınmasına önemli bir katkıda bulunacağını söylüyorlar.[7]
Notlar
[1] Bölgedeki gelişmeleri yakından takip eden Fehim Taştekin'in 31 Aralık 2012'de Radikal gazetesinde yayımlanan yazısının başlığı tüm bu süreci net olarak özetliyor: "2013'e Meşum Miras: Mezhebi Düşmanlık". Etnik/dinsel çatışmaların yoğunlaştığı yerlerde maalesef sağduyu yer bulamıyor. Suriye'nin önemli düşünürlerinden Tsey Cevdet Said gibi, kardeşini ve evini yitirmesine karşın şiddeti red edenler de var. Tsey Cevdet Said Golan Tepeleri'ndeki köyünü, Beer Acem'i terkedip Türkiye'ye gelmek zorunda kaldı ve Hilal TV'de yaptığı konuşmasında "Silah şeytan işidir. Silah necistir. Silah fitnedir. Bu metodu da kullanan aynı şeydir" diyerek silahlı mücadeleyi kınadı. Tsey Cevdet Said'in insanları sağduyuya çağıran sözlerinin "zalimin ekmeğine yağ sürüyor" diye Türkiye'de bile eleştirildiğini görünce Suriye'nin geleceği konusunda iyimser olmak mümkün değil (Hayrettin Kahraman, "Esed'i Af mı Edelim?", Yeni Şafak, 30 Aralık 2012).
[2] Suriye Çerkesleri ve yerleşim yerleri hakkında kapsamlı iki çalışma için bkz. Amjad Jaimoukha, The Circassians of Syria: Opting for the Rightful Cause [http://circasvoices.blogspot.com/2012/07/the-circassians-of-syria-opting-for.html] ve Naima Neflyaşeva, “Suriye Çerkesleri ”, Ortadoğu Analiz, 2012, Cilt 4, Sayı 43, ss. 47-53.
[3] Orsam (2012), Suriye Çerkesleri, Orsam Rapor No 130, Ankara. Tolstoy Vakfı'nın faaliyetleri konusunda bkz. Scott Moss (1989), A History of the Tolstoy Foundation 1939-1989, Tolstoy Foundation [http://www.tolstoyfoundation.org/]
[4] Aktaran A. V. Kushabiev, Suriye’deki Çatışmalar ve Çerkes Diasporası (12 Kasım 2012) [http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=4006]
[5] A. V. Kushabiev, Suriye’deki Çatışmalar ve Çerkes Diasporası (12 Kasım 2012) [http://www.orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=4006] Aynı dönemde Suriye'deki Abazalar da Abhazya'ya dönüş için başvurdular. 2012'de 140 kişi Abhazya'ya dönüş yaptı (Apsnypress, 29 Aralık 2012).
[6] Kaffed Suriye Kriz Masası'nın çalışmaları Kaffed web sitesinden izlenebilir: http://www.kaffed.org/index.php/haberler/itemlist/tag/Suriye Kriz Masası.html
[7] Suriye Ermenileri ve dönüş konusunda bkz. Alia Malek, “Armenians Fleeing Anew as Syria Erupts in Battle”, New York Times, 11 Aralık 2012.
Susma Haykır…
Ocak 3, 2013112
Share