"Yanmakta olan ateşi söndürmemek için çok çalışmalıyız."
p>
Tabısh Murat, Adığe halkının kültür ürünlerini; geleneklerini, efsanelerini, masallarını, voredlerini, söylencelerini, hohlarını araştıran, derleyen ve çalışmalarını halkın bilgi ve hizmetine sunan bir araştırmacı yazardır.
Dil," taşıyıcı olma niteliği" nedeniyle bir milletin; kültürünü, sanatını, geçmiş gelecek bağlarını, tarihini, birliğini geleceğe taşır. Murat'ın yapmaya çalıştığı, dilimizin nesiller boyu taşıdığı bu değerleri araştırıp bularak insanlara sunmaktır. Hem geçmişteki hem de bugünkü toplumsal değerlerimizi gelecek nesillere aktarabilmektir.
Onun hareket noktası insanlar, yaşanmış hayatlar, toplumda saygı görmüş, yer edinmiş, önder olmuş kişiliklerin hikayeleri. Hem iyi hem de kötü anılan olaylar hakkındaki söylenceler. Toplumun saklamaya karar verdiği ötelenmiş insan hikayeleri. Eski sosyal yaşamla ilgili ipuçları taşıyan bilgiler. Eski şiirlerde, şarkılarda gizli insani değerler, hikayeler. Halk kahramanlarının hikayeleri, toplumun onlara verdiği değer. Kadınlar, erkekler, kara sevdalar, yaşanmış yaşanamamış, yarım kalmış sevda öyküleri ve daha pek çok değer. İşte tüm bu halk değerlerinin nesilden nesile anlatılarak aktarıldığı bir toplumun araştırmacısı olarak bunları gün yüzüne çıkartan kişilerden birisidir Tabısh Murat.
Yaşanmış ve yaşanmakta olan toplumsal değerleri, bugüne ve geleceğe taşıyabilmek için pek çok kişi ile yerinde görüşmek, söyleşmek, konuşmak gerekiyor. Murat bunu o kadar hakkıyla yapıyor ki sabrı sayesinde üstü örtülü pek çok değer açığa çıkmış oluyor. İnsanların hafızalarında saklı olan ve bazen kendilerinin bile farkında olmadıkları hazineleri dilin gücü ile ortaya çıkarttıkça Murat'ın tüm hücreleri yenileniyor sanki. (Bazı yakınlarımla yaptığı görüşmelere tanık olduğum için bunu gözledim. İnsanı gülümseten bir tutku bu. Hele ki bir de aynı konu ile ilgilenen iki araştırmacı tanıyorsanız, onların tutku dolu ciddi rekabeti asıl görülmeye değer olanı.)
Murat her detaydan bir başka olaya, hikayeye ulaşma umuduyla yaklaşıyor insana. Bir de elinde sahip olduğu dilin sihirli anahtarı ve süper bir hafızası var tabi. Onca yaşlı insanla, onların örtülü hafızasını açmaya çalışarak görüşüp de daha sonra kimin hangi hohu söylediğini, hangi olayı anlattığını tüm detaylarıyla hatırlıyor. Halkına, diline, kültürüne olan tutkusunu öylesine bir hazla yaşıyor ki Murat'ı tanıyınca: “bir meslek bir insana bu kadar mı yakışır?” diyor insan.
Türkiye'deki Çerkes diasporasını orada yaşayan pek çok kişiden daha iyi biliyor. Hem eskiyeni yerleşim yerleri hem yaşamışyaşamakta olan sülaleler hem şu an ki sosyal konumlarıyla yaşamakta olan insanlar olarak.
Otuza yakın yayınlanmış makalesi var. Ayrıca: "Kardenğush Zeramuk'un Seçme Eserleri" (Tsıpıne Aslan Bıkhure MuhammedTabish Murat), "RusKafkas Savaşlarındaki Adığe Voredleri". Baskıda: (Ğut AdemKajer ValeraTabısh Murat), AdığeAbazaUbıh Söylenceleri Bibliyografisi (Tabısh Murat). Bu yıl çıkacak: "Adığe Hohları" (Tabısh Murat). Baskıda: "Türkiye'deki Adığe Köyleri ve Sülale İsimleri Araştırması" (Tabısh Murat) bu yıl çıkacak eserleri mevcuttur.
Bugüne kadar yazarak aktardıklarından çok daha fazlası var elinin altında.Onlar da yakın gelecekte basılı hale gelecektir.
Derlediği hazineleri çevresindekilerle sözlü paylaşımına da hayran herkes. Duruşu ve toplumsal kaygıları olan bir kişilik. Onun gibi gençler çokça yetişmeli dileği ile biraz da kendi açıklamalarıyla tanıyın istedim Murat'ı:
Kendini ve aileni Nart okurları için tanıtır mısın?
p>Nalçik, Zeyıkho (Hatukşıkhoy) köyündenim. Ailemle beraber halen köyümde yaşıyorum. 32 yaşındayım. Dedem Adıgeyli Tabısh sülalesinden bir Abzeh iken daha önceleri meydana gelen bazı olaylar nedeniyle Kabardey'e gelip yerleşmiş ve buradan evlenmiş. Annem de aynı köyden Şogenlerin kızı.
Murat'ın eşi Dinara Şurdumların kızı ve o da aynı köyden. Üç çocukları var, ikisi erkek biri kız. Eşi Dinara Adığe Psalhe gazetesinde çalışıyor.
p>Bir erkek kardeşim var. KBC Devlet Üniversitesi Matematik bölümünde öğretim görevlisi ve Test bölümünün de sorumlusu. Kardeşim, gelinimiz ve onların iki çocuğu da olmak üzere, annem, babam hepimiz bir arada köyümüzde yaşıyoruz. İş yerlerimiz Nalçik'te olduğu için de mesai günlerinde şehire geliyoruz.
Liseyi köyümde bitirdim. KBC Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesi Adığece bölümünde ve öğretmenlik mesleğini yapabilmek için de paralel olarak Pedagoji bölümünde okudum. Aslında hukuk eğitimi almak istemiştim ama o zamanlar iş olanakları nedeniyle ve biraz da babaannemin etkisiyle Adığece bölümünü seçtim. Şu anda hayatta olmayan babaannemin Adığelikle ilgili yoğun birikimleri öğrenim hayatım boyunca bana önemli katkılar yaptı. Aslında her sözü bir ders gibi olduğu için yaşamın her anında hatırlanacak şeyler aldım ondan. Onu minnetle anıyorum.
Çalıştığın kurumdan ve görevinden söz eder misin?
p>Rusya Bilimler Akademisi’ne bağlı KBC Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Adığe Söylenceleri (hikayeleri) bölümünde yetkili olarak çalışıyorum.
Üniversite sonrası enstitüye yüksek lisans yapmak üzere geldim ve aynı zamanda da burada çalışmaya başladım. İkinci mesleğim olan öğretmenliği de 7 yıl süreyle bir ortaokulda, Adığece dil dersi ve habze dersleri vererek yaptım. Öğretmenliği bırakmadan çocuklarla zaman geçirmeyi çok istiyordum ama zamanım her iki işi birlikte yürütmeye yeterli olmadı.
Enstitüye ilk girişim rahmetli Tshıpıne Aslan sayesinde oldu. Üniversite sonrası sürekli olarak Aslan'la beraber çalıştım. Tshıpıne Aslan aldığı her ünvanı ve geldiği her makamı sindirebilmiş bir insandı. Onun bana ve işime yaptığı katkıları saymakla bitiremem. Her konuda paylaşımcıydı. Yapabileceklerini insanlardan esirgediğini hiç görmedim. Rahmet ve saygıyla anıyorum.
Adığe söylenceleri, hohları ile ilgili araştırmalar, derlemeler yapıyorum. Özellikle bundan sonra; "Adığece çocuk masallarını", "Ajıgeri Kuşukupşı'na ait kahramanlık hikayelerini", "Adığe söylence tarihini", sürekli kafamda ve ruhumda yeri olan "Uzunyayla söylence hazinesini" hazırlamak istiyorum.
Diaspora ile tanışman nasıl oldu?
p>Türkiye'ye ilk olarak 2005 yılında, Adığelerin söylencelerini hikayelerini derlemek üzere gittim. İstanbul'da bir ay kadar kaldım. Daha sonra 2006 yılında KAFFED'in daveti ile Adığece dil eğitimi vermek üzere Ankara'ya gittim ve bir ay kaldım. O zaman da eğitimden arta kalan zamanlarda insanlarla yaptığım görüşmeler bana daha sonrası için yol gösterdi. İşte o zaman benim işimde aradığım ve bulacağım hazinenin farkına vardım. Asıl "diyaspora ve ben" hikayem ondan sonra başladı. 2007'de İstanbul'da ve Düzce'de yaşlılarla görüştüm. İstanbul'da görüştüğüm Taukho Nadiye adındaki büyüğümüzün bana anlattığı şeyler için: "Bunlar nerede yaşandı." diye sorduğumda: "a muğor Uzunyayla muğoras.." dedi. İşte o ninenin dili ve hikayeleri, haberleri Uzunyayla'yı farketmeme neden oldu. Bununla beraber Kabardey'e dönüş yapmış olan soydaşların çoğu da Uzunyayla'dan oldukları için doğal bir yönlendirme gelişti. Daha sonra 2009 yılında Adıgey'den meslektaşım Paştı Madina ve bize yardımcı olmak üzere beraberimizde gelen Çetao Nadir ile birlikte Uzunyayla'ya gittim. Orada kaldığım sürece Tokmak Sacit'in ve eşi Zekiye'nin özverili yardımlarıyla tüm Uzunyayla'yı gezdim.
Diaspora'dan ne tür beklentilerle gittin, neyle karşılaştın, ne buldun?
p>Uzunyayla'ya gitme hazırlıkları yaparken, orada görüşmeyi umduğum insanların isimlerini öğrendikten sonra, tam da gitmeme denk gelen tarihlerde Nalçik'te, tesadüfen Kayseri derneğinden bir yetkiliyle karşılaştım. Gidiş amacımı ve niyetimi söyleyerek bildiği isimleri benimle paylaşmasını rica ettiğimde: "Sana ne haber ne de hikaye anlatacak, ne dedemiz ne ninemiz kaldı! Bir allahın kulunu bulamazsın, boşuna gelip de oralarda zaman harcama!" dedi. Çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Ancak her şeye rağmen kesinlikle gitmeye karar verdim. Şimdi ise iyi ki de gitmişim diyorum.
Uzunyayla'da kesinlikle aradığımı buldum! Orada yaşayan pek çok kişinin göremediğini gördüm ve bulup çıkarttım.
Birbirinden değerli 170 kadar insanla konuştum, söyleştim, dinledim. Dedelerle de ninelerle de daha genç insanlarla da görüştüm. Kamerayla görüntü vermek istemeyeni ses kayıt cihazıyla onu da istemeyeni kendim not tutarak dinledim. İki aydan fazla kaldığım bu sürede çok verimli çalışmalar yaptım ve derlemeler elde ettim. Peşinden Ankara'da da 3 hafta çalıştım. Toplumumuz için ciddi bir kaynakla geri döndüm. Yani aradığımı buldum.
Adığelik, habze, tarih, söylence gibi toplum salsosyal konuları biz burada basılı yayınlardan okuyarak, televizyon ve radyolardan görerek, duyarak öğreniyoruz, biliyoruz. Oysa diasporadaki soydaşlarımızın yaşamlarındaki herşeyi sadece onların ağızlarından, tanıklıklarından duyuyordum. İnsanların orada yaşadıkları zamanlara denk gelmedim belki ama onların eskiye özlemleri o kadar oluk oluk akıyordu ki onların ağızlarından bunlara tanık olduğum için hem çok mutlu hem de çok üzgün ayrıldım.
Hiç ummadığım kadar zengin bir söylence, hikaye, haber, anı, hoh, vored hazinesi derledim. Bunlarla ilgili çalışmalarım bittikçe peyderpey insanlara sunacağım. Bizim gördüğümüz, bulduğumuz Uzunyayla hikayeleri yaşamakta olan son neslin bize sunduklarıyla sınırlı. Ondan öncesine rahatça ulaşamıyoruz. Sadece bu konuda biraz beklentilerim eksik kaldı.
Diasporada kaldığın sürece aklında yer eden, unutamadığın olaylar, anılar varsa bizlerle paylaşır mısın?
p>Malak'ta çok verimli görüşmeler yaptıktan sonra Jamırzey'e (Hayriye) gittiğimizde bir sokağın başında "Soykırım Çocukları" yazılı ok şeklinde bir tabela gördüm. Çok duygulandım ve şaşırdım. Köyde aradığımız kişiyi de bulamadık ve bir eve girdik. Avludaki çeşmenin üzerinde "21 Mayıs Çeşmesi" yazıyordu. İşte o şiir, o tabela ve o çeşmenin adı ruhuma zihnime öyle kazındı ki hiç unutmadım. Bunları yapan kişi anadilini konuşamayan ancak milleti için kaygılanan bir insandı.
Söğütlü (Hathkoy) köyünde hoh söyleyebilecek birilerini aramak üzere gittiğimizde köyün misafirhanesinde beklemeye başladık. Anavatandan birisi gelmiş diye duyan, Hıtların kızı ve Tambilerin gelini olan Nahide adındaki 78 yaşındaki nine torununu önüne katıp gelmişti. İşte o nineden de çok güzel şeyler öğrenip, kaydettim. Burada beni etkileyen şey; heku den gelen birisi var diye duyduğunda, kendiliğinden gelip benimle görüşmesiydi. Aslında görüştüğüm herkesin bende anısı kaldı. Hiçbirisinin anlattığı bir diğerine benzemiyordu. 170 farklı insan ve hepsi tek tek değerliydi benim için.
Görüştüğün, dinlediğin kadınlar ve erkekler olarak ya da yörelere göre bir değerlendirme yaptığında neler söyleyebilirsin?
p>İzmir ve Manisa'nın dışında Adığe ve Abazaların yaşadığı hemen her yerde bulundum.
Uzunyayla'da yaşamış ve yaşamakta olan insanların davranışlarına ve dünya görüşlerine baktığımda, anavatanda eskiden yaşamış olanların gölgelerini gördüm. O zamanlar varolan ve bizlere aktarılmaya çalışılan değerleri, habzeleri gördüm. Hem insanların fiziksel özellikleri hem de yaşattıkları değerler bu söylediklerimi çok tipik bir şekilde temsil ediyordu. Tabi ki istisnai durumlar vardır ama o insanların oluşturduğu atmosfer heku havasıydı.
Düzce'ye adım attığım andan itibaren otogarda öylesine rastladığım insanlara "Adığe misin?" diye sordum ve hemen hepsi Adığe idi. Hoş bir rastlantı mıydı bu bilemiyorum ama oldukça etkilendim. Ancak anadillerini bilmiyorlardı. Düzce'yi dil konusunda zayıf bulmama rağmen habze konusunda gerçekten çok takdir çok ettim.
Genellikle Ubıhlerin yaşamakta olduğu Balıkesir Manyas bana çok ilginç geldi. Shapsığca konuşuyorlar dile de hakimler ancak diğer yörelerden biraz daha farklılar.
Çorum'da beni çok şaşırtan: "Heku'de Adığe yaşıyor mu?" sorusunu duydum. Belki diğer yörelerde yaşayan Adığelerden ayrı kaldıkları için daha çok bilgiye ihtiyaç duyuyorlardı. Bana sordukları çok fazla sayıdaki sorudan bu izlenime kapıldım. Milletimizi en iyi temsil eden "samimiyeti" orada yoğun olarak hissettim. Ancak bugüne kadar korudukları habzelerinin önüne dini koymaya başladıklarını da gözledim. Din iyi, güzel de mensubu olduğun milletin değerlerini koruyamadıktan, taşıyamadıktan sonra, bu değerlerle birlikte insanı yaratan Allah'a nasıl hesap verilir? Bence bu durum insanın kendini, varlığını inkar etmesinden farklı değildir. Çorum'da dine uygun değil düşüncesiyle artık Çerkes düğünlerini de kaldırmaya çalıştıklarını duydum. Buna da ayrıca üzüldüğümü belirmek isterim.
Anadolu'da Maraş (Gilakhstaney) gibi yerleri görebileceğimi ummazdım. Büyüklerle konuşurken, anlattıkları hikayeleri, haberleri dinledikçe, yabancı bir toprakta olsa, hiç değilse bu yeşilliğe bu berekete sahipler diyor insan. Türkiye'deki Adığelere dikkatlice baktığımda, her bir yörede bir diğerinden farklı olarak Adığelik değerlerinden bazılarının biraz daha öne çıktığını, daha belirgin olduğunu fark ettim. İşte bu değerlerden olan "misafirperverlik" Maraşlı’larda hakkıyla vardı. Bir çok konuda Uzunyayla'dan daha farklı olduklarını gözlemledim. Maraş'ta yaşayan Adığeler kendileri de Kabardey oldukları halde: “Uzunyayla Habze Kabardey Habze" şeklinde bir ayrım yaptıklarını duydum. Habzelerdeki bazı katılıkları yumuşatarak uyguluyorlar. Çok katı kurallarla kendilerine eziyet etmiyorlar. Örneğin, sofra düzeninde başköşe, tartışmasız olarak, thamade ile en yaşlı misafire aittir. Bu habze Maraş civarında böyle basitçe uygulandığı halde; Uzunyayla'da; yaşa göre, toplumdaki itibarına göre, misafir olarak geldiği yere yakınlığına göre (anne tarafından akrabalık derecesine vs.) gibi birçok nitelik sofra düzeninde belirleyici oluyor. Yani daha çok detay, daha çok kural var. Kısaca Maraş civarında habzeler kolaylaştırılarak uygulanıyor diyebiliriz. Bundan habzeye uyulmuyor anlamı çıkartılamaz. Tabi ki herkesin bakış açısı farklı olabilir. Bu söylediklerimden kimsenin kırılmasını, alınmasını kesinlikle istemem. Ben henüz yeni başladım bunları fark etmeye ve incelemeye. Şimdiye kadar fark ettiğim şeylerden bazıları burada belirttiklerim. Bundan sonra daha detaylı olarak gözlemler yapacağım.
Büyük şehirlerde yaşayanlar içinde genel bir değerlendirme yapacak olursam, düğün ve cenazelerini hakkıyla yapıyorlar diyebilirim. Ayrıca şehir hayatının insanları birbirlerinden uzaklaştırdığını gözledim. İnsanların davranışları, düşünceleri de küçük yerlerde yaşayanlara göre farklılaşmış haliyle. Çevrenin etkileri yoğunlaşmış ve asimilasyon daha belirgin olarak gözleniyor.
İnsanlara göre bir değerlendirme yaparsam; görüştüğüm Hathkoy ninelerinden, Kabardey ninelerine nazaran daha rahat malzeme temin ediyordum. Söyleyeceklerini söyledikten sonra da hafızalarını zorlayarak daha fazlasını vermeye çalışıyorlardı. Genelde kadınlar önce çekinceyle yaklaşıyorlardı. Biraz sohbet ettikten sonra ise bildikleri, hatırladıkları benim için hazine değerindeki bilgiler, anılar, duyumlar dökülüyordu ağızlarından.
Erkeklerde ise Kabardeylerden daha fazla şey toparladım. Yaşam tarzları, sosyallikleri olsa gerek bunun nedeni de.
Anavatana dönüş konusundaki diasporadaki gözlemlerini anlatır mısın?
p>Ben önceleri diasporada yaşayan herkesin anavatanına gelmek istediğini düşünürdüm. Ancak 2006 yılında, Düzce'nin Haçemziy (Köprübaşıömerefendi) köyünde rastladığım bir yaşlıya: "Anavatana gelmek istiyor musunuz?" diye sorduğumda bana: "Vatanımızı seviyoruz, ancak bizler burada doğduk, büyüdük, buraya kaynaştık. Vatanla aramızda sadece Karadeniz var ve bir kıyısında onlar bir kıyısında biz burada yaşıyoruz. Yani bir vatanda yaşıyor sayılırız." demişti. İşte o zaman anladım ki benim sandığım gibi değildi durum. Bu ifade biraz daha gerçeğe yaklaşmama neden oldu. Demek ki herkesin dönmesini beklemem yanlış olacaktı. Gelebilenler gelecek ancak çoğu insan da kalacaktı.
Dünya küçüldü, mesafeler kısaldı. İnsanların iletişimi arttı. Anavatan da onca badireden sonra bir şekilde ayakta kaldı. Ben Adığeyim diyebilenler varoldukça gelip gitmeler de olacaktır. Hatta gelip yerleşenler de olacaktır.
Dileklerini, hayallerini bizimle paylaşır mısın?
p>Bence Adığeliği kendine yakıştıran herkesin anavatana bir katkısı olmalı. Diasporadaki yaşam gerçeğini de kabullenmekle beraber millet olarak tek varoluşun ancak anavatanda mümkün olabileceğini düşünüyorum, buna inanıyorum.
Türkiye'de 4000 'e yakın sülale adı derledim. Bu sülale isimlerinin çoğu anavatanda artık yok. Bu isimlerin anavatanda da varolabilmesi için o ailelerden birilerinin gelip yerleşmesini, burada bir yaşam kurarak isimlerini devam ettirmelerini, burada kök salmalarını çok isterdim.
Anavatan ile diaspora arasında hala sağlıklı bir iletişim kurulamadığını düşünüyorum. Hem dönüşe katkısı için hem de dilimiz ve kültürümüzle varolabilmemiz için gençlere çok görev düşüyor. Gençlerin anavatanla, evlilik yoluyla, iş veya başka nedenlerle de iletişim kurmaları çok önemli. Umarım vatan hep varolur ve dönen insan sayısı da çok olur. Ancak bu şekilde bizi bekleyen tehlikelere engel olabiliriz.
Yanmakta olan ateşi söndürmemek için çok çalışmalıyız. Bunun için de sadece iyi dileklerle iş bitmiyor. Çaba ve gayret lazım, özveri lazım. Herkesin gücü ne ise yapabileceklerini hayata geçirmesi lazım.
Tez konum olarak Uzunyayla'yı seçtim. Bu konuda daha çok işim olduğunu biliyorum. İnsanlarımıza Uzunyayla hazinesini aktarabilmek için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacağım.
Milletimiz için amaçlarına kolaylıkla ulaşabilmeni umuyor ve başarılar diliyoruz.
NART DERGİSİ 83. SAYI
'+Gupse Altınışık