Kanlı Olimpiyat Yaklaşırken

Önümüzdeki dönem Çerkesler için ciddi gerginliklere, saflaşmalara ve kartların yeniden dağıtılacağı yeni bir oyuna gebe görünüyor. Olimpiyatlar yaklaştıkça, durumun hem muhatabımız için hem bizim için adeta bir sinir harbine döneceğini söylemek bir kehanet olmaz sanırım. Görünen o ki, Rusya devleti dünyanın önünde bir sınava dönüşen bu olimpiyatları ne pahasına olursa olsun gerçekleştirecek. Bizim cephemizden görünen ise, Çerkes dünyasının her zaman olduğu gibi hamasi nutuklardan, içi boş söylemlerden öte bir adım atıp bu süreçten bir kazanç sağlayamayacağı yönünde. Bu konu gündeme geleli 5 yıl oldu aşağı yukarı. Peki biz ne yaptık bu 5 yıllık süreçte? Soykırıma ve sürgüne uğrayan halkımızın kemikleri üzerinde yapılacak bu olimpiyatlara karşı müşterek bir tavır geliştirebildik mi ? Bütün cemiyeti içerisine alan bir ortak karar üzerinde anlaşabildik mi? Sorunumuzu dünyaya duyurmak, sorunumuzun çözümü konusunda taleplerimizi muhatabımıza duyurmak konusunda ortak bir yol-yöntem-politika belirleyebildik mi? Maalesef tüm bu soruların cevabı koskoca bir hayır. Bir kesimimiz sadece karşı olmak üzerine kurulu, görüşme - uzlaşma süreçten istifade etme gibi kaygılardan uzak, sadece “istemezük” nutuklarından ibaret bir kampanya yürütüyor. Bir kesimimiz, bölgede başka hesaplar peşindeki bir takım güçlerin dümen suyunda ne istediğini dahi bilmeden sabahtan akşama günübirlik bir politika yürütüyor. Bir kesimimiz Olimpiyatların hikmetinden kerametinden dem vurarak, bu sayede başımıza nimet ganimet yağacağını iddia ediyor ve destekleyen bir politika yürütüyor. Peki, kurumlarımız ne yapıyor dersiniz? Onlar için de durum yukarıdaki manzaradan pek farklı değil. Diaspora tarafı kısmen daha net bir karşı duruş sergiliyor, ana vatan tarafı ise meselenin çok net farkında olmakla birlikte kendi koşulları gereği kısmen görmezden gelerek, kısmen konuyu önemsizleştirerek suya sabuna dokunmadan durumu idare etmeye çalışıyor. Şimdi yukarıda saydığım bütün bu kesimler olimpiyatlara karşılar, yine bu kesimlerin çok önemli bir kısmı bizim bir sürgüne ve soykırıma tabi tutulduğumuzun da farkında. Yani hepimiz aşağı yukarı sorunu net olarak biliyor, doğru olarak koyuyoruz. Cevapsız soru şu: Bizim bu olimpiyatlara karşı topyekun takınacağımız tavır nedir? Taleplerimiz nelerdir? Bu konuda yürüteceğimiz ve üzerinde uzlaşılmış politikamız nedir? Yani, falan grubun filan grubun yaklaşımından ziyade; koşulları analiz ederek, karşımızdakinin gücünü ve kendi gücümüzü tartarak, gerçekleşebilirliğini ve uygulanabilirliğini göz önünde bulundurarak hangi yaklaşımı benimsemiş bulunuyoruz? Hiç… Koskoca bir hiç… Artık kabul edelim ki, bizim bu olimpiyatları engelleyecek gücümüz yok. Rusya devleti de, kendisi için adeta bir onur meselesi ve dünyaya karşı bir sınava dönüşen bu olimpiyatları ne pahasına olursa olsun yapacak. O halde bu süreci akıllı yönetelim. Bizi bu süreçten azami kazançla çıkartacak talepler-politikalar geliştirelim. Ve bir defa, hiç olmazsa hayatımızda bir defa kendi küçük pencerelerimizden bakmaktan vazgeçip, geniş çerçeveden meseleye bakalım. Büyük bir aile, aynı sesi çıkartabilen büyük bir koro olalım. Tüm ömrümüzde bir kez olsun hamaseti bırakalım, aklı havada boş söylemleri, en iyisini ben bilirimciliği bırakalım ve bir çatı altında tek bir güç olalım. Zaman akıp gidiyor ve biz yine geç kalıyoruz. Biz bu olimpiyatları engelleyemeyiz. Ama bu olimpiyat sürecinde, bizi felakete sürükleyene ne yaptığını fark ettirebilir, yaralarımızı sarmasını uğradığımız haksızlığı gidermesini talep edebiliriz. Tam da dünyanın önüne çıkacakken muhatabımızı bu konuda pazarlığa zorlayabiliriz. Eğer barışçı - demokratik ve insani taleplerimize bir cevap alamazsak, o zaman sorunumuzu dünyanın önüne taşıyabilir uğradığımız haksızlığı uluslar arası arenaya getiririz. Fakat görünen o ki ne bu tür bir hazırlığın sahibiyiz, ne bu tür belirlenmiş bir yol haritamız var, ne bir politikamız ne de bir talebimiz var. Biz sadece olimpiyatlara karşıyız. Hepsi o kadar. Fazla zaman kalmadı artık. Ya bir araya gelir ortak bir ses oluruz. Ya da böyle darmadağın gidersek önümüzdeki süreç bizi daha da fazla parçalar. Eğer böyle giderse, bu sinir harbi Rusya ile Çerkesler arasında geçeceği kadar, Çerkeslerin kendi aralarında da baş gösterecek. Diaspora Çerkesleri ile Anavatan Çerkesleri arasında, şimdilik nezaketen sineye çekilen farklı bakış açıları ve yaklaşımlar zaman yaklaştıkça gün yüzüne çıkacak, bunun getireceği ayrışma ve birbirini kontrol etme çabaları da zirve yapacak doğal olarak. Son günlerde sık sık dillendirilen, DÇB seçimlerinin taa Moskova’dan izleniyor olmasının ve yerel idarecilerin söz birliği ederek DÇB için ortak bir aday çıkartmalarının hikmeti de burada aranabilir isteyenler için. Şunu asla unutmayalım; Diaspora Çerkesleri anavatanı göz ardı ederek, ana vatanın Moskova karşısındaki çaresizliğini göz ardı ederek bu konuda atıp tutmakla, sorumsuz ve kendileri için risksiz yöntemler dayatmakla bir yere varamazlar. Ana vatan da diasporayı yok sayıp diasporanın bu konudaki hassasiyetini görmezden gelerek, salt bu günün somut şartları üzerinden meseleye bakıp, geçmiş söz konusu olduğunda kör sağır rolü oynayarak hiçbir yere varamaz. Bu meselede; diaspora daha sorumlu, anavatan ise daha cesur ve onurlu bir duruş sergilemekle mükelleftirler. Daha fazla geç kalmadan, kendi gücümüze dayanarak kendi koşullarımızı analiz ederek bu hayati meselede politikamızı belirlemeli, izleyeceğimiz yol ve yöntemi netleştirerek cemiyetin önüne koymalıyız. Yoksa tarih bunun hesabını sorar er ya da geç. Kasım, 2012
Share