Yaşar Güven – KAFFED Ortak Akıl Toplantısı Yorumu

1.Oturum:

TANIMLAR-TERCİHLER

SÜRGÜN konusunda;

p>

-Kafkas-Rus Savaşlarında, Çerkes soykırımının söz konusu olduğu ve sonucunda sürgün uygulandığı, 1997 yılında, Uluslar arası Çerkes Birliği’nin (UÇB) girişimi ile UNPO (Temsil Edilmeyen Halklar Örgütü) tarafından karar altına alınmıştı. Kararın devamında da Çerkesler’in sürüldükleri topraklara dönebilme hakları, RF ve yaşadıkları diaspora ülkelerinde çifte vatandaşlık haklarının olduğu da tescil edilmişti. 

-Çerkes tarihçi ve araştırmacıların yazdıkları bir yana, bizzat Rus biliminsanları bize dair sürgün ve soykırım gerçeğini belgelerle yazarken, bizzat Çarlık Rusyası askeri külliyatı bu durumu belgelerken bizim duraksıyor görüntüsü vermemiz soru işareti yaratır.

-Birleşmiş Milletler’in 1948’de kabul ettiği, 1951’de de yürürlüğe koyduğu “Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi”, “Soykırım Oluşturan Eylemler”i sıralamıştır.

Sözleşme; sadece katliamları değil, ‘soykırım’a teşebbüsü de cezalandırılması gereken bir suç olarak tanımlıyor. Belli bir etnisiteye ait bir halkın ya da bölgenin homojenleştirilmesi, zorla yer değiştirilme, sürgün edilmesi, uzaklaştırılmasına ise ‘Etnik temizlik’ deniyor. Soykırımın bir türü olan “etnik temizlik”, soykırım sözleşmesinde belirtilen şartları içerirse soykırım suçuna giriyor. Ve soykırım suçunun zaman aşımı yoktur. Belli bir tarihte kabul edildiği için öncesini kapsamaz yorumları var. Önce tanımlanan suç kapsamında olup-olmadığına bir bakmalı. Sonrasında kim nasıl istiyorsa yorumlayabilir.

**

-Çerkesya – Gönül Yaram kitabında Tamara Polovinkina; “Rusya Çarlık yönetiminin 19. yy da Kafkasya’da üstlendiği çirkin rolü ve Adığeler’e karşı soykırım uygulamaları düşünülürse, tarihin acı olaylarını yeniden karıştırmamak ilkesi belki de başlıca argüman olacaktır. Ne var ki biz bu görüşe katılmıyoruz ve söz konusu savaş konusunda şu ilkeyi tercih ediyoruz: ‘Tatlı yalandan, acı gerçek iyidir.’”

“Ahlak açısından ele alırsak, gerçeği saklamak her iki tarafı da aşağılar, özellikle de gerçekten korkanı küçük düşürür, öte yandan bu şekilde gerçeği gizlemek gücün değil, güçsüzlüğün göstergesidir.” diyor.

**

ÇERKES ismine dair:

p>

1864’te Kafkasya’dan Osmanlıya sürgün edilen atalarımız, hangi kimliğe ait olduklarını herhalde doğru olarak tanımlıyorlardı, taze sürgün olarak hafızaları herhalde bugünkünden daha canlı idi. Bir nedenden ortak hareket etme ve Çerkes ismini kullanma kaygısı taşıdılar. Adığesi, Abazası, Oseti ve Çeçeni ile birlikte 1908’de Çerkes Cemiyeti’ni kurdular. ‘Günün koşulları’ genel çerçevesi içinde irdelemeler yapılabilecek olsa da bu gerçek bir kenara not edilmelidir. Bugünkünden daha güçsüz ya da bilinçsiz oldukları için böyle davrandıkları ise sanırım söylenemez.

Çerkes : Adığe diyenlerimiz var. Onun dışındaki kabul ise; kapsamına Adığe ve Abaza ya da ek olarak Vubıh ya da başka etnikler dahil edilse de üst kimlik olarak kullanıldığıdır. Ve önemlisi siyasi bir kimliktir. Türkiye’de ve dünyanın birçok köşesinde bilinen ve anılan bir isimdir. Çerkes Teavun sonrası, Cumhuriyet döneminde yasal kısıt ve baskı olmasa idi muhtemelen Çerkes adı ile örgütlenmeler devam edecekti ve iyi de olacaktı. Kimliğe dair siyasi tavırda demokraside uzlaşılabileceğini düşündüğümden, “Çerkes ismini tescilleme” gibi bir girişim olmayacaksa, içini Adığe, Abaza vd. ile doldurma çabasından çok kullanılması önem taşımaktadır derim.  

2. Oturum

DİASPORADA DURUM, BEKLENTİLER VE HEDEFLER

Kimlik sorunu, demokrasi sorunudur ve kültürel-demokratik haklar söz konusudur. Yaşadığımız her ülkenin demokratikleşmesi, kimliğimizin gerçek anlamda ifadesi ve geleceğe taşınması açısından önemlidir. Demokrasi daha fazla demokrasi’ talebi ve tespitiyle demokratikleşmeye katkı sağlanmalı; bunun teorisi ve buna uygun örgütlülükler oluşturulmalı,yerel ve uluslararası platformlarla dayanışma ve güç birliği sağlanmalı.

p>

Çerkesler; Osmanlı ve sonrası Cumhuriyet döneminde asker ve bürokrasi içinde yer aldığı, statükoya yakın durduğu için olsa gerek; kimliğe dair talebi olmayan, sisteme entegre olmuş bir kimlik olarak algılanıyor. Hem devlet hem de demokrasi için mücadele eden kesimler tarafından böyle algılanıyor. Ezberi bozmalıyız. Kimliğimize dair yüksek sesle talepte bulunarak kamuoyu ile paylaşmalı, demokrasi güçleri ile yan-yana durmalı, bütün demokratik yöntemleri kullanarak demokrasi mücadelesinin öznelerinden biri olmalıyız.

Kültürel-demokratik talepler alt-alta sıralandığında görülecektir ki farklı kişiler benzer maddeleri sıralar. Ne ki taleplerin sıralanması yetmiyor; seslendirilmesi, takip edilmesi, her ortamda savunulması, kamuoyu ile paylaşılması, benzer talepleri olanlarla güç birliği yapılması, hak arama yol ve yöntemlerinin kullanılması vb. şeyler söz konusu. Bütün bunlar için doğru strateji, doğru örgütlülük belirleyici önemdedir. Demokratik-kültürel haklar için, öncelikle halkına yani öz gücüne güvenen, en geniş tabana oturan siyasi bir yapı.

Yaşanan savaşlar, sürgünler, Cumhuriyet dönemi hain Çerkes yaklaşımı ve yine sürgün, baskılar vb. hepimizin bildiği onca olayın toplumsal hafızamızdaki etkisi; sürgünden 146 yıl sonra kimlik ve tarih bilinci konusunun çok ciddi irdelenmesini gerektiriyor. Kısaca, ‘duyarsızlık’la tanımlanamayacak bir kimlik sorunumuz olduğu da gündemimizde olmalı ki olası belirlenecek stratejimizde bu da dikkate alınabilsin.

Seçimler ve Partilere / Adaylara yaklaşım konusunda ortaklaşmak önemlidir.

Siyasilerle her tür görüşmede; “memleketin birlik ve bütünlüğü” klişeleşmiş yaklaşımı yerine “özgür irade ile gönüllülük temelinde, eşit ve bir arada yaşanan bir ülke” yani “demokratik ülke” isteği öne çıkarılmalı.

Kurucusu olabileceğimiz ya da merkez karar alma kurullarında, yönetiminde söz sahibi olabileceğimiz, sadece kimlik değil yaşamın her alanını kapsayan demokrasiden yana güçlerle birlikte temsil edilebileceğimiz bir parti hedefi olmalı. Diğer yandan mevcut durumla seçime gidilirse ne yapmalı? Seçimlerde oy verilecek partiyi/partileri/adayları net olarak işaret edemiyorsak, oy verilemeyecekleri işaret etmek net bir şekilde yapılmalı. ‘Herhangi bir partiden aday olan Çerkeslerin tümüne destek’ gibi bir tutum sergilenmemeli. Kimliğimizi açıktan reddeden Türk milliyetçisi partilerden ve farklı kimliklere dair seçim bildirgesinde net ve olumlu açıklamaları olmayan partilerden aday olanlara oy vermeyeceğimiz açıklanmalı. Demokrasi ve bir parçası olan kimlik özelinde, parti tüzükleri ve seçim bildirgeleri didiklenmeli. Oy isteyenlere; “Biz Çerkesler artık varlığımızı ve haklarımızı tanımayan, dilimizi, kültürümüzü koruyup geliştirmek için gerekli şartları sağlamayan, bizi bu ülkenin eşit haklara sahip ama farklılıkları olan yurttaşları olarak görmek istemeyen partilere oy vermeyeceğiz” diyebilmeliyiz.

Çerkes adaylar için ön koşul, ‘kimliği ile siyasetin içinde olmak ve özelde kimliklere dair yaklaşımını yazılı deklare etmek’ olmalı.

2011 genel seçimlerinde partilerden umut yoksa bağımsız adayımız olsun, Çerkes kimliği ile.

**

Seçim dönemlerinde siyasilerin kurumlarımıza ziyaretlerinde ‘geleneksel misafirperverlik’ adı altında gereksiz abartılardan kaçınılmalı, misafirperverliğimizin kullanılmasına engel olunmalı.

Anayasa yine gündemimizde olacak. Çerkesler olarak taleplerimiz, katkımız ne olacak, bunun çalışmasına bugünden başlamalıyız. Demokratik Açılım gündemindeki yetersizliğimiz değerlendirmeli ve aktif olarak gündemde yer almalıyız. 

p>

Ülkenin toplumsal yaşamını belirleyen temel belge olan Anayasa’nın, toplumun bütününün talep ve beklentilerini karşılayabilmesi ilkesini öne çıkarıp; insan hakları ve özgürlüklerini esas alan, (asker ve sivil bürokrasinin siyaset üzerindeki egemenliğine son veren, her tür vesayeti reddeden, kültürel hakları güvence altına alan, vatandaşlığı etnik kimlik – dil ve dine dayandırmadan tanımlayan, düşünce - ifade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldıran, anadillerde eğitim hakkı sağlayan) demokratik, özgürlükçü, sivil ve eşitlikçi yeni bir anayasa talebinde ısrarlı olmalıyız. Yasaksız Türkiye istemeliyiz.

Özel durumumuz nedeniyle Kafkasya’ya dair taleplerimiz de gündemde olmalıdır:

Çifte vatandaşlık, Abhazya ile doğrudan deniz ve hava yolu ulaşımının açılması, Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlığının tanınması, Gürcistan'a askeri desteğin kesilmesi, vd. gibi.

Gençler çok önemli. Artık kent ve metropol gençliği söz konusu. Onlarla diyalog gerek, yaşam biçimlerini, beklentilerini anlamaya çalışmak gerek. Çerkesler olarak iç dinamiklerle yaşamımız sürebilse idi ne olurdu pozisyonumuz bilemiyoruz ama değişecekti, gelişecekti bir şeyler. Özü değişmeden kent yaşamına uygun bir şeyler olacaktı muhtemelen. İradi müdahale gerek belki. Bu vb. toplantılarda yaş ortalamasının düşürülmesi de bir hedef olmalı.

3. Oturum:

ANAVATANDA DURUM, BEKLENTİLER VE HEDEFLER

4. oturumun kapsamında olmakla birlikte bu oturumda gündeme geldiği için dönüş konusunda söylemek istediklerim:

Anavatandan bir ses, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti Adığe Xase Başkan yardımcısı (Zamir Şukhov) dönüş konusunda;

“Cumhuriyetlerimizde; diaspora ile ilişkileri düzene koymak, geri dönüş yapacaklarla ilgili çalışmak, her türlü sorunda onlara yardımcı olacak devlet organlarının olması gerekiyor. Çerkeslerin yaşadığı ülke yönetimlerinin de, Türkiye, Suriye ve Avrupa ülkeleri, benzeri organlar oluşturması gerekiyor. Çerkeslerin tarihi vatanlarına geri dönüşüne her iki taraftan öncülük yapılması gerekiyor. Sivil toplumun görevi bu meseleleri gündeme getirmek, devletin görevi bunları çözmek.” diyor.

‘Dönüş ve Nüfus’ konusuna dair; Adığeleri baz alarak:

‘Nüfus sorunumuz var’ tespiti yaparken, 140 milyonluk devasa RF içindeki Adığey’e götürebileceğimiz bir ya da birkaç yüz bin kişinin belirleyici bir öneminin olabileceğini düşünüyor olmalıyız. Demokrasi olmadıkça nüfusun bir önemi yoktur. Dönüş hakkını kullanmak çok önemli ve doğru bir argümandır. Bunun için özel önlemler de gerekmektedir. Ancak sorunu çözmenin başat yöntemi olarak sunulması yanlıştır. Adığe varlığının Adığey’de yaşatılması 120 bin civarında % 20 oranında nüfusa karşın “denklik yasası” gereği, pozitif ayrımcılıkla gerçekleşmiştir. Yani demokrasi böyle bir şeydir.

Nüfusu demografik dengeleri değiştirmek ve çoğunluğu sağlamak için arttırma girişimi öne konmamalı. Dönüş hakkının kullanılması, tarihsel haksızlığın bir sonucu, adalet arayışının bir parçası, bu anlamda çok önemli ve olması gereken olarak benimsenmeli.

İlk oturumda sözünü ettiğim gibi, Uluslararası Çerkes Birliği’nin 1997 de UNPO’ya başvurusu ile aldırdığı kararlar önemlidir ve takibi gereklidir. UÇB İstanbul kongresinde kararların takibi sonuç bildirgesine de yansımıştır.

Anavatandan iki isim Adığe Cumhuriyeti’nden Kültür Bakanı Çemişo Ğazi ve Adığe Xase Başkanı Hapay Arambiy aynı şeyi söylüyor: “Cumhuriyetin adını oluşturan halkın dilinin, hangi milliyetten olursa olsun, cumhuriyetin en büyük makamındaki kişi (Cumhurbaşkanı) tarafından bilinmesi gerektiğine ilişkin önceki anayasal düzenleme yeniden getirilmelidir.”

Diaspora anavatandan gelen bu sese kulak vermeli ve destek olmalıdır.

**

RF’ye bağlı cumhuriyetlerimiz ve bağımsız devletlerimiz yani anavatanımız nedeniyle, Kafkasya, Gürcistan ve RF’deki her gelişme bizi yakından ilgilendiriyor.

1917 Ekimi’nde Rusya’da; güzel bir gelecek hedeflendi. Özelde Kafkasya’da da etniklerin nüfusuna bakılmaksızın, kimlikleriyle yaşamlarını sürdürebilme olanaklarının yaratılması için bir başlangıç yapıldı. Dünyada örneği olmayan, teoride olanı uygulama çabalarıydı bunlar. Bugün bir anavatandan, anadilden vb. söz ediyorsak, o günlerin yadsınamaz önemi vardır. Eleştirel yaklaşımlarımız olsa da.

Değişen süreç sonucu Birlik 1990’larda dağıldı. Bir gecede dünyanın en zengin insanları oluştu. Paylaşım ve pazarlık amansız, iktidar ise çok önemliydi. Dağılış sonrası, ağır bir bürokrasiden çıkan geniş ve kalabalık bir RF içinde, sivilleşmenin zaten çok zor olacağı anlaşılabiliyordu. Bir de baskı olunca.. Hala sivilleşmeden söz edilemez. Muhalefetin çok zor olduğunu ve ciddi bir baskı olduğunu biliyoruz.

Özellikle Putin döneminde, Ruslar açısından yerlerde sürünen onurları için bir dizi şey yapılırken demokrasi ötelenendi. Muhalefet sindirildi. Batıya olan borçları ödeyen, ekonomik, askeri ve siyasi açıdan RF’nin sahip olduğu gücü çevresine hissettiren, tek kutuplu dünyanın RF’ye rağmen olamayacağını yeni ittifaklarla gösteren ve SSCB mirasını tek başına devralabileceği işaretlerini veren Putin, kendisine verilen desteği bilerek çok rahat hareket etti. Beslan olayı bahanesi ile belli ki hazırlığı yapılmış rafta duran idari düzenlemeler hemen gündeme getirildi ve uygulamaya konuldu. Yeni idari düzenleme, merkezden idari birim başkanı atanması vb. uygulamalar gerçekleştirilerek demokrasi ve özgürlükler ertelendi.

Yeni vatandaşlık yasası yürürlüğe girdi. Yeltsin dönemi çifte vatandaşlık uygulaması kaldırıldı. Biz bu konuda; “hızlı hareket edip herkes müracaatını yapmalı idi”, “neden müracaat etmediniz, tepside fırsat sunulmuştu” diyerek tartışırken, bizim gibi halklar açısından uygulanması gereken doğal bir hakkın engellendiğini ve UNPO kararlarını benimsediğimizi söylemeyi, yani tepki vermeyi es geçtik. ‘Verilenle idare etme kolaycılığı ve giderek talep etmez hale gelmek’, bu bizim yöntemimiz olmamalı.  

RF’de Putin ile başlayan dönemde; Yeltsin’ in “istediğiniz kadar özgür olun” yaklaşımı, “istediğimiz kadar –merkezin istediği kadar- özgür olabilirsiniz” yaklaşımı ile yer değiştirmiştir. Sürekli geri adım attırma, hakları budama yaklaşımına karşın, imkansız gibi görünen taleplerin olabilmesi, geri adım atmaya tahammülün olmadığının göstergesidir, bu durumu yüksek sesle ifade etmektir.

4. Oturum:

DİASPORA-ANAVATAN İLİŞKİLERİ VE ETKİLEŞİMİ

Ana vatan ve diasporanın birlikte hareketinin gerekli olduğu, bıçakla ayırır gibi birbirinden ayrılamayacağından tespitle; bazı dileklerim var:

*Anavatandaki cumhuriyetlerin ve diasporada farklı ülkelerin, dolayısı ile oralarda yaşayan Çerkeslerin kendilerine özgü sorunları olduğunu ihmal etmeden; 

*Birbirimizin gerçeklerinden şeffaf bir şekilde bilgilenmek ön koşulu ile;

*Eleştirinin ilerletici ve ön açıcı olacağını düşünerek, öneride bulunarak, yani birbirimize karışarak ama her aşamada haddimizi bilerek,

*Anavatan dahil her yerde, Çerkes kimliğini yaşatmanın ve geleceğe taşımanın önündeki tehditleri görmezden gelmeyerek ve önemsizleştirmeyerek,

kısaca hassas bir ayarla birlikte yürüyebilsek..   

Türkiye’de bizler; genelde diaspora ve diaspora-anavatan hiç değilse asgari müştereklerde buluşabilsek, sabırla ilerleme sağlamayı ilke edinsek. Her ilerlemenin tabanda/halkta yaratacağı olumlu etkilerle yeni ileri adımlar atsak, yukarıdan aşağıya etkilerle kimlik bilinci yükselse ve giderek aşağıdan-yukarıya katkı ve etki güçlenebilse..

Açılış konuşmasında Mitat beyin değindiği konuya dair; ABD Kafkasya’da, Gürcistan’dan sonra Adığeler ile ilgili. Adığe kartını Gürcistan üzerinden kullanmak üzere harekete geçti. Soykırımı tanıma girişimlerini biliyoruz. İnsani açıdan ve adalet için mi, RF yi Kafkasya satrancında sıkıştırmak için mi, ya da bilemediğimiz “dengeler” nedeniyle mi? Göreceğiz diyelim. Bu arada ABD Çerkeslerinin aktivitesi, genel çerçevede uluslar arası örgütlenmede umut verici olarak görülmeli. Onlarca ülkede yaşayan Çerkeslerin birbirleri hakkında eleştiri hakları tabi ki saklıdır.

8 Ağustos savaşında, Gürcistan yanlış adımını düzeltebilir, Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığını tanıyıp uluslar arası kamuoyunu şaşırtabilir ve RF yi köşeye sıkıştırabilirdi. Şimdi görev RF’de. Bugünün RF si, dünün Çarlık Rusyasının Kafkasya’da yaptıklarını kabul etmeli ve özür dilemeli. Putin, II. Dünya savaşında yaşananlar için diz çöküp Polonyalılardan dilenmiş özrü pekiştirirken incileri dökülmedi; Willy Brandt Almanya adına Yahudilerden özür dilediğinde onun da incileri dökülmemişti. RF bu tescili Gürcistan’a ya da bir başka ABD güdümlü ülkeye bırakmamalı.

**  

Genel anlamda merkezi örgütlenmeleri engelleyici yanları nedeniyle resmi ideoloji taşıyıcıları örgütlenmelerden uzak tutulmalıdır. UÇB’nin sivil ve demokratik özünü korumak amaçlı, anavatan cephesinin şeffaf biçimde sivilleştirilmesi talep edilmelidir. Demokratik talepleri dillendiren ve bunun için halkına - öz gücüne güvenerek yol alan bir UÇB güven verecektir.

Kafkasya özelinde yapılan muhalefetin yeterli olduğu, ötesinin ilişkileri gereceği, anavatanda yaşayanların zarar görebileceği ve hatta çatışma nedeni olabileceği imasıyla mesaj verildiği oluyor. Oysa mevcut muhalefetle çatışma arasında öylesine farklı muhalefet(ler) söz konusu olabilir ki. Demokratik yol ve yöntemlere de tahammül yoksa zaten ciddi sorun var demektir. Muhalefeti minimize etmeye yönelik olan “çatışma mı istiyorsunuz?” ve “önce dönüş yap yerleş sonra konuş” gibi yaklaşımlar gözden geçirilmelidir.

Diasporadan bakışta; dönüş hakkı kullanılarak yerleşilecek, yaşamın geri kalanının sürdürüleceği RF konusunda; “hangi RF” sorusunun sorulması doğaldır. Faşizm, demokrasi, sosyalizm, kapitalizm, .. ? Hangisi? Acımasız dünyada bir ‘abi’ gerekliliği nedeniyle her ne olursa olsun mu? RF’nin iyi bir şey olmasına katkı sunmayacak mıyız? Bu konuda düşüncemiz olmasın mı?

5. Oturum:

GELECEK BEKLENTİSİ- GELECEK PLANLAMASI 

Tarihin en kötü acılarını yaşamış bir halkın fertleri olarak bizler daha fazla acı, kan, gözyaşı istemeyiz. Düşmanlıklarla işimiz olmaz. Ama gerçekleri dile getirmek, kimliğimizle yaşamak ve kimliğimizi geleceğe taşımak isteriz. Göz göre göre halkımızın yitip gitmesine kayıtsız kalamayız. Tarihe karşı sorumluyuz. Çocuklarımız ve torunlarımıza dünden daha kötüsünü bırakmamalıyız. Olması gerekeni demokratik yol ve yöntemlerle talep etmek ve bunun için dünya örneklerinden yararlanarak örgütlenmek ve pozisyonumuza uygun en geniş cephe ile işbirliği yapmak durumundayız.

Ülkeler ve uluslar arası ölçekte, temel sorunun analizinin yapıldığı, sorunun çözümü için yol haritasının oluşturulduğu, yaşanabilecek güncel sorunlara da bu temel çerçeve üzerinden çözüm oluşturabilecek, kitlesel katılımlı, demokratik, özgürlükçü, merkezi siyasi bir yapılanma gerekli. Yani; dünyayı ve özelde Kafkasya’yı tahlil ederek strateji oluşturacak bir siyasi irade gerekli. Kültürel ve diğer örgütlülükler ise tartışmasız gereklidir ve siyaseten ulaşılması hedeflenen çözüm için önemlidir.

Genel çerçevede; yaşadığımız her yerde, anavatan dahil demokratikleşmede öznelerden biri olmak için gerekeni yapmak, kimlik bilincini yükseltmek, dönüş ve çifte vatandaşlık haklarını tescillemek, planlı-programlı dönüşler için alt yapıyı hazırlamak ve gerçekleştirmek, kısaca kendi geleceğimizi yazmak hedef olmalı.

İç dinamiklerle oluşan, habzeden aldığı güçle toplumsal iradeyi bölgesel olarak örnekleyen düğün ve silah konusundaki inisiyatifi de örnek alarak, bir Çerkes manifestosu hayal ediyorum:

-Yerleşim yerleri yoğunluklarına göre iller ya da bölge bazında ülke birimleri oluşturulur.

-Yerleşim yerlerinin her birinde toplantı organize edilerek köy ve ilçe bazında temsilciler seçimi yapılır. (Her yerleşim yerinden asgari bir temsilci olmalı; yaklaşık nüfusa göre sayı düzenlemesi yapılabilir.) 

-Yerleşim yerleri temsilcilerinin katılımı ile il ve/veya bölge bazında toplantılar düzenlenerek temsilciler seçilir. (Sayının belirlenmesi için yöntem oluşturulabilir.)

-İl ve/veya bölge temsilcilerinin katılımı ile ülke bazında Kongre toplanır ve ülke genelinde Koordinasyon ve Yürütme Kurulları oluşturulur. Diaspora genelinde bir uzlaşı ile belirlenmiş sayıda ülke temsilcileri seçilir.

-Her toplantıda ülke bazında ve diaspora genelinde oluşturulacak strateji için görüş alış-verişi yapılarak, tartışma ve ikna ile ortaklaşılan konuların netleşmesi sağlanır.

-Ülke bazında ortak strateji belirlenir. Uluslararası arena ve anavatana dair düşünceler, Uluslararası Diaspora Kongresi için taslak kabul edilir.

-Ülke temsilcilerinin katılımı ile Uluslararası bir Kongre gerçekleştirilir. Uluslararası Koordinasyon ve Yürütme Kurulları oluşturulur. Diaspora geneli için ortak strateji belirlenir. Dünya kamuoyuna “Çerkes Manifestosu” deklare edilir.

Diaspora, eş zamanlı organizasyonlar, etkinlikler, yerine göre protestolar yapabilecek merkeziliğe ulaşabilmeli. Kendi içinde tartışan, daha doğru şeyler için eleştiren, ama birlikte de üretebilenler bir güç odağı olabilmeli. Güçlü Çerkes diasporası anavatanın elini güçlendirecek, RF üzerinde de etkili olacaktır. 

Bu oturumun içeriğinde olan medya konusunda; diyasporik toplumlarda iletişim organlarının tümü çok önemlidir. Türkiye özelindeki dağınık yerleşim pozisyonumuz için de çok önemlidir. Ülke genelinde yayın yapabilen tv ve radyo gibi devlet olanaklarının da kullanılmasını gerektiren konular yasal güvenceye kavuşturulmalı ve devlet desteği talep edilmeli, ancak özerk bir yapı olması şartı ile. Gazete ve dergi gibi yayınlara ise destek verilmelidir. En azından köstek olunmamalıdır. Türkiye’de 70 bin civarı Ermeni yaşar, gazeteleri Agos haftalıktır ve 5 bin tirajı vardır. İki ay peryotlu dergi Nart 2 bin basar, aylık gazete Jıneps 1500. Bunu bir düşünmeli.

Nereden nereye geldi dünya. Kaç devlet vardı, sayılar son yıllarda nasıl arttı? Çekoslovakya, Yugoslavya ve SSCB’yi anımsayalım hemen. Tahmin edebilir miydik bütün bu olanları? Biri tahmin yürütse idi “hayal kurma” mı derdik acaba? Uzağa gitmeden bağımsız Abhazya’ya bakalım. Düşünür müydük Abhazya’nın bir gün bağımsız olacağını? Dengeler alt üst oluyor.

Birçok konuda farklı düşünüyor olabiliriz. Ama bir gerçek var; hazır bir çözüm reçetemiz yok, ya da herkesin reçetesi kendine gibi bir durum var. Bıkmadan usanmadan tartışarak ve birbirimizi ikna ederek, bunu şeffaf bir şekilde yaparak, ortak aklı oluşturarak, yol haritamızı yapmalıyız. Dünyayı yönetenlerin senaryolarını okumaya çalışırken, onların senaryolarında figüran olmak yerine kendi senaryomuzu oluşturmak hedefimiz olmalı. Bizim Kafkasya için, Çerkesler için istediğimiz şeyler ‘hayal’ olarak değerlendirilebilir. Varsın hayal edelim, evet, ‘gerçekçiyiz ama imkânsızı istemek’ durumundayız.

Yaşar Güven, Aralık’10


nan



Yaşar Güven

Share