Ali Şefik Özdemir Bey

Osmanlı Hükümranlığı esnasında Mısır'ın Kahire şehrinde doğan Ali Şefik Özdemir İslam Teoloji Üniversitesi olan Cami-ül Ezher'in Edebiyat bölümünden mezun oldu. Mısır Ordusunda askeri eğitim aldıktan sonra Mısır Hıdivi Abbas İsmail Paşanın sarayına intisap etti ve muhafız birliği komutanlığına atandı. Daha sonra Teşkilatı Mahsusa kendisiyle temas kurdu ve Osmanlı Hükümeti tarafından 1.Dünya Savaşı esnasında Kıbrıs ve Filistin'de İngilizlere karşı direniş düzenlemekle görevlendirildi, Çerkes taburunu kurdu.

Babası Ahmet Cevdet Bey Büyük Çerkes Sürgünü sırasında Bursa'ya ve daha sonra Sivas'ın Kangal İlçesine yerleşmiş daha sonra da Mısır'a giderek 12 Vilayetin bağlı olduğu bir Bölge Valiliği görevini üstlenmişti. Burada Hacehan Hanımla evlenen Ahmet Cevdet Bey, üç çocuk (Ali Şefik, Mustafa Cevdet ve Nazik Hanım) sahibi oldu.

Suriye'de bulunduğu sırada Mustafa Kemal Paşa ile tanıştı ve onun tarafından İngilizlere karşı Türklerden ve Araplardan oluşan direniş örgütünü kurmakla görevlendirildi. Bir yıl süren bir direnişi yönettikten sonra 1920 yılının Haziran ayında Atatürk'e bilgi vermek amacıyla Antep'e geldi ve 8 Ağustos tarihine kadar gözlemcilik yaptıktan sonra 8 Ağustos tarihinde halkın isteği üzerine Genel Cepheler Komutanlığına atandı ve kendisine Milis Albayı unvanı verildi. 197 gün süreyle Gaziantep Savun-masını yönetti, şehrin Gazilik Unvanını almasında büyük katkısı oldu, savunmanın sonunda Milis Kuvvet-lerini yanına alıp Fransız askeri hatlarını yararak Suriye'ye geçti, ertesi gün 9 Şubat 1921 tarihinde Ga-ziantep şehri açlık ve cephanesizlik yüzünden Fransızlara teslim oldu.

Özdemir Bey Suriye'ye geçtikten sonra 1921 yılının Nisan ayında Atatürk'ün emriyle Hatay Savunmasına katıldı ve bu bölgelerdeki Türkmen, Kürt, Arap Aşiretlerini, mülteci Cezayir Müslümanlarını, hatta Alsas Lorenli Rus ve Alman mültecilerini bir araya getirerek Fransız'lara karşı savaş verdi.

TBMM Fransızlar ile anlaşma imzalayınca Irak'ın Musul ve Revandiz Bölgesinde İngilizlere karşı askeri harekât yapmakla görevlendirildi. 1922 yılı ilkbaharından itibaren Elcezire Cephesi harekâtını başlattı, kendi müfrezesiyle ve Kürt Aşiretlerinin (Barzan ve Zeber-Şeyh Mahmut'un Kontrolü altında) katılımı ile Revandizde başarılı oldu, İngilizlere karşı Derbent Zaferini kazandı. Daha sonra İran topraklarına geçerek burada bazı askeri harekâtlara katıldı.

İstiklal Savaşı sona erdikten sonra Mısır'da olan nüfusunu Gaziantep'e getirdi. Müteahhitlik, Tekel İdaresinde Müfettişlik hizmetleri yaptı, Nizip'te Çiftçilik faaliyetlerini (Üzüm ve Fıstık) sürdürdü, TBMM'nin 6.Döneminde Siirt Milletvekili ve 7. Döneminde Gaziantep Milletvekili olarak görev yaptı. Demiryolu tren hattının Gaziantep'e ulaştırılmasında büyük katkıları oldu. 1946-1950 yılları arasında Toprak Mahsulleri Ofisi İdari Meclis Başkanlığını yaptı ve 1951 yılının Mayıs ayında vefat etti. Vasiyeti üzerine Gaziantep Mezarlığına askeri törenle gömüldü.

 

 

Belligün Özdemir bey, Gaziantep Belediyesi tarafından hazırlanan Ali Şefik Özdemir Bey anıtı ve parkı açılış töreninde Ali Şefik Özdemir beyin oğlu Belligün Özdemir ile söyleşi  

p>

 

Gaziantep Belediyesi 2012 yılı Ocak ayında Ali Şefik Özdemir Bey için bir anıt ve park açılışı gerçekleştirdi. Federasyonumuzun ve Gaziantep Kafkas Derneğimizin de hazır bulunduğu açılış törenlerine Ali Şefik beyin oğlu Belligün bey de katılmış, açılış sırasında duygulu anlar yaşanmıştı. O nedenle KAFDAV'a da sık sık geldiğini öğrenince görüşmek üzere randevu aldık.

p>

Vakıf başkanı Muhittin Ünal ile Araştırmacı Yazar Av. Sefer Berzeg'in ve Kahramanmaraş ilinin kurtuluşunda büyük katkıları olan Aslan Toğuzata'nın oğlu Mahmut Toğuzata'nın* da bulunduğu karşılıklı sohbet şeklinde süren söyleşimizin bir bölümünü bilgilerinize sunuyoruz.

p>

 

F.K: Bize kendinizi tanıtır mısınız?

p>

Ben Şefik Bey'in üçüncü oğluyum. Rahmetli pe­der 4 kez evlenmişti ve üç oğlu vardı. Mısır'da Abhaz Hilmi Paşa'nın kız kardeşinin halayığı Nazlı Hanım'dan iki oğlu oldu; bu ağabeylerim Mısır'da doğdular. Daha sonra babam Türkiye'de mü­teahhitlik yaparken Malatya'ya gidiyor. Malatya'da an­nemin evinde, dedemin yanında kiracı olarak ka­lıyor. Orada annem Zehra hanımı görüyor ve çok beğeniyor. Aralarında 34 yaş fark olmasına rağ­men, çok güzel de bir kadın olan annemle ev­le­niyor. O zamanlar Malatya'da ilk defa başını açan kadın da zaten annem Zehra hanım imiş, hem de bir müezzin kızı olmasına rağmen. Ondan da üç çocuğu oluyor. Maalesef bu kardeşlerimden bi­risi iki yaşında, diğeri üç yaşında hastalanarak öldüler. Üçüncü olarak ben, 1939 yılında Ankara'da doğdum.

Babam o zaman Siirt'ten milletvekiliydi ve An­kara'da ikamet ediyordu. Ben doğduktan 3 yıl sonra annemle babam ayrıldılar. Bir süre sonra son eşi Gürcü kökenli Belkıs hanımla evlendi. Ben de ondan sonraki dönemi üvey annemin yanında ge­çirdim. Bu Gürcü hanımın da daha önceki ev­liliğinden Timuçin adında bir oğlu vardı. Belkıs Ha­nım bana 8-9 yıl kadar çok iyi baktı, kendi öz ço­cu­ğundan ayırmadı. Öğrenime de iyi okullarda başladım.

Ankara Koleji'nden mezun olduktan sonra Hu­kuk Fakültesine girdim ve 3 yıl okudum ancak oku­lu bitirmeden 1962 yılında askere gittim. O tarihlerde Askeri yönetimin aldığı Eğitim Seferberliği kapsamında yedek subay öğretmen olarak Ordu İlinin birbirine yakın 3 köyünün öğretmenliğini yaptım..

1964 yılında askerliğimi bitirdikten sonra Ankara'ya geldim. İş Bankası'nda 3 yıl kadar kam­biyo memuru olarak çalıştım. Bu arada bankacılık enstitüsüne de devam ediyordum. Fakat benim içim­de yatan bankacılıktan ziyade mütercimlikti. Hava Kuvvetlerinin sınavını kazandım ve 1967 yılında orada mütercim olarak göreve başladım. 21 yıllık hizmetten sonra 1988 yılında Hava Kuv­vetlerinden emekli oldum. 15 yıldır da bir arka­daşımın tercüme bürosunda mütercimlik yapmaya devam ediyorum.

F.K: Babanızı kaç yaşında kaybettiniz?

p>

Babam 1951 yılında vefat etti. Ben henüz 12 yaşındaydım.

Babam, ölmesine yakın, her halde içine doğ­muştu; meclise başvurdu, Hidamat-ı Vataniye'den (vatana hizmet tertibinden) kendine maaş bağ­lattırdı. Babam yalnızca bir kez bu maaşı aldı, ikin­ciyi alamadan vefat etti. Daha sonra bu maaş, en kü­çük çocuğu olduğum için bana bağlandı. Ağabeylerimin yaşları büyüktü ve ikisi de devlet memuruydu.

F.K. Babanız ana dili olan Adığece' yi bildiği halde siz neden öğrenemediniz?

p>

Babam; Kürtçe, İngilizce, Fransızca ve Arapçayı çok iyi konuştuğu gibi Adığece' yi de imkan bulunca dost­larıyla konuşuyordu. Ne var ki, annem za­manında da üvey annem olan Gürcü Belkıs hanımla evliliği dönemlerinde de evimizde Adığece ko­nu­şul­madı. Babamı kaybettiğimde henüz 12 ya­şın­daydım Evde konuşulmuş olsaydı öğrenebileceğim bir yaştı. Ama ne yazık ki konuşulmadı. Babam biraz daha yaşasa ve Adığelik bilincini o yaşlarda kazanabilmiş olsaydım öğrenirdim ve konuşurdum. Ama nasip olmadı.

M.Ü: Sanırım babanız Arapça ve Kürtçe' nin tüm şive farklılıklarını biliyordu.

p>

Babam Mısır'ın İslam Teoloji Üniversitesi Cami-ül Ezher'in Edebiyat bölümünden mezundu. Bu üniversitede Kuran tefsir konusunda da master yapıyordu. Bu pek bilinmiyor. Öyle ki, O zamanlar yani 1940'lı yıllarda Türkiye' de Kuran-ı Kerim'i Türk­çeye çevirerek, tercüme ve tefsir edebilecek sadece üç kişiyi gösteriyorlardı; bulardan biri tanesi Elmalılı Hamdi, diğeri gazeteci Ömer Rıza Doğrul idi. Bunların ikisi de tercüme ve tefsiri yaptılar fakat babam yapmadı. Milletvekili olmasından do­layı işlerinin yoğunluğu engel oldu sanırım. Ancak hatırlıyorum bize her akşam Kuran-ı Kerim'i açardı ve oradan bir ayet, bir sure seçerdi, Arapçasını okurdu. Sonra Türkçeye çevirir ardından da tefsirini yapardı. Çok ileri görüşlü bir insandı, asla bağnaz değildi, çok açık fikirli bir insandı. Annemi çok modern giydirirdi, öbür hanımları da çok moderndi. Si­gara içmezdi, içki içerdi yeri geldiğinde. Arapça ve Kürtçe' yi iyi biliyor olması ile üstlendiği görevler ara­sında da bağlantı olduğu muhakkaktır.

M.Ü: Şefik Bey'in İnönü ailesiyle çok yakın ilişkisi vardı. Sizin adınız da oradan geliyor. Biraz bundan sözedelim.

p>

Atatürk tarafından babama, yapmış olduğu hizmetler karşılığında, Antep'in Nizip kazasının 13 kö­yünde zeytin bağları, üzüm bağları verilmişti. Babam da nüfusunu Mısır'dan Antep'e getirerek oraya yerleşmişti. Atatürk'ün ölümüyle onun yerine İsmet Paşa cumhurbaşkanı seçildikten sonra babam Malatya'ya gelmiş ve orada müteahhitliğe başlamıştı. İsmet Paşa'nın Malatya'ya gelişinde babam da istasyona gidip İsmet Paşa'yı izlemiş, babamın O'nunla arası her zaman çok iyiymiş. İsmet Paşa babamı gördüğünde, Özdemir beyi getirin diye yaverini göndermiş. O kendi gelmez, inatçıdır, sürükleye sürükleye getirin, demiş. Babam zoraki gitmiş yanına. Konuşup sohbet etmişler. Babama hanımını da al Ankara'ya gel hemen, demiş. Babam başüstüne komutanım demiş ve sonra da An­ka­ra'ya gitmiş. İsmet Paşa da onu Siirt milletvekili yap­mış.

Ben 29 Ekim 1939 günü doğdum. Ben doğar doğmaz babam köşke gidip ve İsmet Paşa'ya bir oğlum oldu, adını siz koyun diyor. O da bugün cum­huriyet bayramı Cumhur koyalım diyor. Mevhibe hanımı Cumhur adı çok var, başka bir şey olsun, Ulu Önder koyalım mesela diyor. İsmet Paşa'nın annesi Cevriye Hanım, bugün belli bir gün" Belligün" olsun diyor. Tamam diyorlar ve böy­lece benim adım da Belligün oluyor.  

Babam 1939 - 42 yılları arası Siirt, 1942 - 46 yılları arasında da Antep milletvekilliği yaptı.

Babam Fevzi Çakmak Paşa'yı çok severdi. Fevzi Çakmak, çok dindar ve ileri görüşlü bir in­sandı. Babam da dindar insanları çok sevdiği için büyük bir saygısı vardı Fevzi Çakmak Paşa'ya. Ziyaretine gittiği bazı zamanlar da beni de gö­tü­rür­dü. O sıralar Çakmak Paşa'yla İsmet Paşa arasında bazı anlaşmazlıklar vardı. Çakmak Paşa'yı zorla emekli etmişlerdi. Babamı sevmeyen bazı kişiler İsmet Paşa'ya giderek; "Özdemir bey bizden kopacak, Çakmak Paşa'nın yanına gitti, Paşa parti kuracak onu da yanına alacak", demişler. İsmet Paşa'da soruşturmadan, söylenenlere inanmış ve 1946'da babamı Antep'ten milletvekili adayı olarak göstermemişti. Fakat İsmet Paşa çok geçmeden hatasını anlanlayarak bunu telafi etmek amacıyla babamı bu kez 1946-50 yılları arasında Toprak Mahsulleri Ofisi yönetim kuruluna aza olarak atadı. 1950 yılında İsmet Paşa babamı çağırarak, "seni Antep'e milletvekili olarak tekrar istiyorum" dedi. Fakat o sıralar Celal Bayar ve Menderes de babamın peşinde idiler. Onlar partiden kopup başka parti kurmuşlardı. Sürekli eve birilerini gönderiyorlar ve babamı ikna etmeye çalışarak, "sizin partinin devri bitti" diye konuşuyorlardı. Babam ise, "ben CHP'liyim ve İsmet Paşa'ya da ihanet etmem, sizin partinize geçmem", diyerek önerileri geri çeviriyordu. Daha sonra babam CHP'den adaylığını koydu. Ancak Antep'ten bir heyet geldi ve "CHP'nin kazanma şansı zayıf siz bağımsız aday olun, biz size kazandıralım", dediler. Babam İsmet Paşa'ya ihanet etmeyi hiç içine sindiremedi, adaylığını yine partiden koydu ve seçimi de kaybetti.

F.K: Babanızın görüştüğü Çerkes büyüklerinden hatırladığınız isimler var mı?

p>

 

Meşhur İsmail Berkok Paşa vardı. Bize de çok sık gelirdi. Kamil Polat Bey (Kilis bölgesi komutanı) babamın çok iyi dostuydu. Kamil bey uzun yaşadı, evine çok sık giderdim. Dini konularda iyi bir uzman olan Tevfik Çiper  gibi Çerkes kökenli baş­ka insanlarla da temaslarımız oldu tabi ki. Bir de Çer­kes vali vardı görüştüğü. Babam Ankara'da vefat etti ama Antep'e defnedilmesi yönünde va­siyeti vardı. Bu nedenle Antep'e defnedildi.

F.K: Peki babanız kendi ailesinden, sülalesinden bahsetti mi hiç? Kendi babasından…

p>

Hiç hatırlamıyorum. Yalnız Mısır'daki amcası Cev­­det beyden ve halası Nazik hanımdan söz­ederdi. Çünkü babam Teşkilatı mahsusa vasıtasıyla savaşa katılmak için Mısır'dan ayrılarak İstanbul'a getirilirken, çocuklarını amcasına bırakmış. Seyfettin'i daha sonra annesi Nazlı Hanım almış ve İstanbul'a getirerek oraya yerleşmiş, babam da ona Bos­tancı'da bir ev almış. Küçük ağabeyim ise Mısır'da okudu, Mısır elektronik kolejini bitirdi. Babam çağırınca küçük ağabeyim de Türkiye'ye geldi. hiç Türkçe bilmiyordu. Çok iyi bir mühendisti, ancak muadeleti kabul edilmedi.

S.B: Babanız Balkan harbine katılmış olabilir mi acaba?

p>

Evet, kendi el yazmalarında var, Balkan ve Trablusgarp harplerine katılmış.

S.B: O zaman M. Kemal'le oradan bir tanışıklık olmalı.

p>

M.Ü: Gaziantep'te rütbesi neydi?

p>

Milis albayıydı. Önceleri yarbay diyorlardı, son­radan da süvari albayı deniliyor oldu.       

M.Ü: Mısır'dan askeri eğitimi mi var?

p>

Evet, askeri eğitimi de var ve Prenses Fatma'nın da emir subayıydı. Bir gün Prenses Fatma'yla bir bot gezisine çıkmışlar. Aniden bir fırtına patlamış ve Nil kabarmış, prenses suya düşmüş. Boğu­la­cak­ken babam atlayıp Prensesi kurtarmış. Prenses babama yakınlık duymuş ve evlenme teklif etmiş. Babam da "ben ülkeme döneceğim" diyerek teklifi kabul etmemiş. Prenses de madem döneceksin diyerek halayığı Nazlı hanımı evlenmeleri için ba­bama vermiş.

M.Ü: Düşünüyorum da batı cephesinin oluşu­mun­da; kolordu, tümen, alay ve tabur komutanı gibi rüt­be­lilerle milletvekili oldukları halde cephelerde sa­vaşanların önemli kısmı Çerkes, güney cephesinde de yine öncülerin başlıcaları öyle. Ama ne yazık ki ta­rih kitapları yazmıyor.

p>

B.Ö; Adana, Ceyhan, Saimbeyli gibi kazalarda Çerkes çoktur. Kamil Polat, babam Ali Şefik, Aslan Toğuzata bey, Bedri Başakıncı bey ilk akla gelen öncülerdir. Başkaları da vardır.

Orada görevli Fransız komutanı, sonradan yazdığı kitabında Çerkesler hakkında çok güzel ifadeler kullanıyor. Antep savunmasında 7000 Çerkesin fiilen görev aldığını Fransız kuvvet komutanının kitabından öğrendim..

S.B: Maraş'ı savunan subaylar arasında bir de Mahmut bey var, Çerkes değil mi?

p>

M.T: Mahmut Bey de Çerkes'dir ve babamındos­tuy­du. O Maraş savaşı sırasında jandarmanın si­lahlarını gizlice Kuva-i Milliyecilere dağıttı. Benim is­mim de on­dan gelmiş olabilir. Mahmut Bey o ta­rih­lerde yüzbaşı rütbesindeydi..

p>

F.K. Belligün bey, bize zaman ayırdığınız ve so­ru­la­rımızı yanıtladığınız için teşekkür ederiz.    

p>

Asıl ben teşekkür ederim. Hepinize iyi günler dilerim.

 

Filiz Kaplan

Nart Dergisi 84. Sayı

 

+''+nan+'



'+Filiz Kaplan

Share