Tanış Olmak

“Gelin tanış olalım İşi kolay kılalım Sevelim sevilelim Dünyaya kimse kalmaz.” der Koca Yunus. İnsan beyni çoğu kez kendinden başkasını yabancı olarak algılar. Bu da ona korku verir, acı verir. Bundan olsa gerek yeryüzüne teşrif eder etmez feryadı basar insanoğlu. Yabancı bir yere, yabancı birilerine ve yabancı bir atmosfere teşrif etmiş olmasından dolayıdır bu feryat. Bu yabancı algı sonucu bazen birbirimizle savaşırız hislerimizin buyruğuyla. Zamanla barışırız zoraki olsa da. Ve istemesek de sevişiriz duygularımızın kanatlarına bırakarak kendimizi. Gün olur kaynaşırız birbirimizle. Sonunda bilişiriz. Adıgeler “bilişmek” anlamına gelen “zereş’en” kelimesini kullanırlar tanışmak için. Ya dabirbirimizle insanlaşmak şeklinde tercüme edebileceğimiz “zerets’ıfın / zerets’ıxun”kelimesini. Başka dillerde de mutlaka karşılığı vardır tanımanın, tanış olmanın. Bizler, düşünce diline dayalı bir eğitime başlamadan önce birbirimizle insanileşmemiz, birbirimizle bilişmemiz gerektiğine inanıyorum. Adıgecedeki bu ifadelerden binlerce yıl sonra söylenmiş olsa da yukarıya aldığımız şu Yunusça güzel söz, işi kolay kılmanın yolunu göstermektedir: Tanış olmak. Öyle ya, tanımadığınız birisi ile nasıl diyalog kuracağız. Tanımadığımız birine neyi, nasıl, niçin ve neden öğreteceğiz veya tanımadığımız birinden nasıl öğreneceğiz bilmediklerimizi. Tanış olmanın dışında işi kolay kılmanın bir diğer yolu ise sevmek ve sevilmektir. Bizi yabancı gören, bize gönül kapısını açmamış bir insana neyi öğretmeyi ya da ondan neyi öğrenmeyi düşünebiliriz ki? Öğrenciyi tanımanın da ötesinde, biz kendimizi tanımamız gerekmektedir. Kendimizi tanıdığımız kadar öğrenciyi tanıma kolaylığını yakalamış oluruz. Kalbinde ve beyninde ne olduğunu bilmediğimiz birine neyi, niçin, ne kadar ve nasıl vereceğiz. Öyleyse öncelikle kime? Sorusunun cevabını bulmamız gerekir. Şüphe yok ki kime? Sorusunun cevabı Nart ya da Nefın şeklinde yalın bir ad olmamalıdır. Nart kim? Hangi Nefın? Şeklinde olmalıdır sorumuz. Neyi, ne kadar bilir; nasıl ya da kaç kelimeyle konuşur? Sözcükler, anlam taşıyor mu? Yoksa onlar boşlukta uçuşan tıngırtılar mıdır? Eğitim hayatında tanış olama, durumu elbette ki eğitimcinin metodolojisi açısından önemlidir. Maazallah sonunda hastasına yanlış reçete yazan doktorun durumuna düşeriz. Biz biliyoruz ki insan beyninin algı yolları farklıdır. İnsan öğreti alırken duyularından yardım alır. Ancak her insan bütün duyularından aynı şekilde yararlanamaz. Bizin yöntemlerimiz öğrencinin algı tercihleriyle örtüşmelidir. Hayvanları eğitirken bile zaman zaman kullanılan yöntem olan, vücut dili kullanma, görme ve taklit etme gibi tekniklerden yararlanırız. Bütün bunlar eğitimde tanımanın önemine işaret eder. İnsanlık tarihi kadar eski olan düşünce tarihi hep bu tanıma uğruna büyük emekler harcanmıştır. “Hayvanlar konuşmadıkları için düşünemezler” der Kant. Francis Bacon ise “ Dil aklın ayak izi” der. Kant’a mı inanmalı, Bacon’a mı? Sakın, ne çelişki var, demeyin; çelişki gayet aşikâr. Kant, düşünmeyi konuşmaya bağlamış. Düşünebilmek için önce konuşabilmek gerekir ona göre. Biliyoruz ve görüyoruz ki dilsizler konuşamadıkları halde düşünebilmekte, yazabilmekte ve en önemlisi üretebilmektedirler. Üretebilmek düşünebilmenin yani düşüncenin ustalık eseridir. Peki, Bacon’a ne demeli? Gerçekte “dil aklın ayak izi” midir? Bir Adıge atasözü , “Bzer gum yi lhıqo” yani, Dil kalbin elçisidir, der. Şunu sormak daha doğru olacak sanırım: Düşünce kalbin eseri midir, yoksa aklın eseri mi? Bacon konuşmayı akla bağlarken Adıgeler kalbe bağlamışlardır. Düşünce / gupşıse, konuşma / guşıe, kavrayışı güçlü yani algı gücü / gubzığe, kalp incitme / guxec’, kalp kırmak / gukhute, yumuşak kalpli / gumac’e, sevinme / guş’o, günah/ gonah, merhamet / guc’eğu, kalp kapısı/gupçe, temiz kalp/gu khabze, pırıl pırıl kalp / gunef, şüphe / gutsaf, inanma / guş’oş’ı gibi düşünme ve hissiyatla ilgili daha birçok kelime gu / kalp kelimesiyle başlamaktadır. Adıgecenin en eski bir dil olduğunu biliyoruz. Düşüncekavramı, düşünce tarihi daha uzun olan toplumlarda kalp ile izah edilirden; daha genç ve daha sekiler/ dünyevi toplumlarda ise akıl ile izah edilmektedir. Bacon’u yadsımıyorum, ancak, o ve birçokları düşünme serüveninde kalbin yerini ve önemini yeterince fark etmemişlerdir sanırım. Düşünce kalpte doğar, akılda şekillenir, zekâda estetik kazanır. Her bireysel sözün kişisel bir adresi olduğu gibi, her toplumsal dilin de ulusal bir adresi vardır. Görüntünün kalabalık oluşu toplumsal ruhun yüceliğini ortaya koymaz. Şunu söylemeye çalışıyorum: İnsanı tanımak gerekir. Kalbini, aklını, zekâsını, dilini, gönlünü, fikrini, zikrini, bedenini ve ruhunu... Kısaca Tanış Olmak, insanlaşmak ise; insanlaşmak ta işi kolay kılacaktır. Alaattin Bayram Emekli Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni Adıgece Eğitmeni
Share