Türkiye’de Yeni Eğitim Sistemine Geçerken Adığece ve Diğer Yayaşan Diller

Yukarıdaki başlığa bakıp buna hemen bir cevap verilmesi gerekiyorsa, elbette bu cevabın olumlu olması beklenemez. Bu olumsuz cevap sadece Adığece için değil diğer yaşayan dillerin hepsi için de geçerlidir. Anadolu’da yaşayan dillerden bahsediyoruz. Abazaca, Adığece, Arapça, Arnavutça, Boşnakça, Çeçence, Ermenice, Gürcüce, Kürtçe, Lazca, Osetçe, Rumca, Türkçe, Zazaca vd. Önümüzdeki yeni öğretim sürecinden itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hükümranlığı altındaki tüm yerlerde yaşayan dilleri okutmak, devletin bir ödevi olacaktır. Bu konudaki yasal sürecin de tamamlanması durumda devlet kendisini “Yerel Dil ve Lehçeleri” okutma yükümlülüğünü yerine getirme zorunluluğuyla donatmış olacaktır. Doğrusu, yakışanı, İslami ve insani olanı, hakkaniyete uyanı, medeni ve kardeşçe olanı, demokrasiye uyanı, her nereden bakarsanız bakın, budur. Devletin resmi dili ise belirlenmiştir ve Türkçe olarak devam etmektedir. Dahası olacaksa Adığeleri ilgilendireceğini hiç sanmıyorum. Şu an konumuz da o değildir. Şimdi de Anadolu’da yaşayan dilleri, yeni eğitim sistemi çerçevesinde, kısaca değerlendirmeye çalışalım. Yukarıda dilleri sıralarken alfabetik sırayı takip ettim. Değerlendirme sırasında ise aynı benzerliklere sahip olanları bir gurup olarak ele almaya çalışacağım. A. ARAPÇA ve TÜRKÇE: Türkçe benim branşım. Adığece anadilim… Farsça, Fransızca ve İngilizcenin dışında Arapçayı da yedi yıl okumuş biri olarak, burada bir şeyler söylemek isterim elbette. Dil eğitiminin kolay olmadığı bir geçek. Yukarıda sıraladığımız ve Anadolu’da yaşayan tüm diller arasında eğitim açısından en avantajlı olan diller Arapça ve Türkçedir. Çünkü bu dillerle sadece devler dili olmaktan öte birer imparatorluk dili olarak çalışılmıştır. Arapçanın geçmişte ve günümüzde eğitim dili olma gibi ayrı bir avantajı da vardır. Ayrıca İslam dünyası içerisinde Arapçanın Kur’an dili olması nedeniyle de ciddi bir avantaj daha yakalamaktadır. Zira Kur’an-ı Kerimi doğru anlamanın ilk yolu Arapçayı doğru bilmekten geçmektedir. İslam dünyasının ortak dili niteliğindeki Arapça, yeryüzünde ciddi bir kullanım alanı bulmuştur. Bu nedenle Arapçanın okutulması sürecinde, materyal ve öğretmen sıkıntısı yaşamayacağı kesindir. Ayrıca Arapçayı diğer dillerden çok daha fazla öğrenci tarafından da tercih edilecektir. Bu durum çok yakın gelecekte Osmanlıcanın da önünü açacaktır. Kaldı ki bu gün dünyada 250 milyonun üzerindeki Arap halkı bu dili işlemektedir. Arapça bahsini şu hatırlatma ile geçelim: Arapça bugün için, geniş kullanım alanına, kurallı gramer yapısına ve zengin kelime hazinesine sahiptir. Ancak bazı terminolojik anlamlar her dilde olduğu gibi anlam kaymalarına, anlam genişlemelerine, anlam değişimlerine ve hatta anlam bozulmalarına uğramıştır. Kur’an-ı Kerimdeki birçok terimin bugün yanlış veya farklı yorumlanmasının bir nedeni tamda budur. Bir kelimenin doğru anlamını bulmak için kelimenin kökünü ve kök anlamını bulmak ve bilmek gerekmektedir. Fonetik ve etimoloji çalışmaları yapılırken ses ve kök dili olan Adığecenin zengin yapısından yararlanılmaması linguistic açısından ciddi bir eksikliktir. Arapçadaki bu büyük avantajı, Türkçe, hatta dünyadaki birçok dil için daha zayıftır. Böyle olmakla beraber Türkçe, Osmanlı İmparatorluğu döneminde eğitim ve edebiyat dili olmasa da halk arasında yaygın kullanılmıştır. Türkçe, Cumhuriyetle beraber önemli bir restorasyon yaşamış olması da oldukça önemlidir. Her şeye rağmen Türkçe, karma dil olma özelliğini bir süre daha sürdüreceğe benzemektedir. Geçmişte Türkçenin eğitim dili olamayışının önemli bir nedeni toplumun yazıya geç geçmesi ve insanların uzun süre konargöçer olarak yaşamalarıydı. Sınırlı sayıda günlük kelimelerle konuşan göçer toplumlar, yerleşik hayata geçip bilimsel dünyayla tanışmaya başladı zaman başkaca toplumlardan aldığı bilgilerle beraber o bilgileri ifade eden kelimeleri de ödünç olarak almıştır. Yerine de yenisini koyamadığı için ödünç kelimeleri kendi ses yapısına uydurarak içselleştirmiştir. Sanayi devrimiyle birlikte, doğu dilleriyle harmanlanan Türkçe, bu kez bir benzerini Avrupa dilleriyle yaşamıştır. İmparatorluk dili olmasına karşın Türkçe, Batı dillerinden gelen terminolojiler bir karşılık bulamamıştır. Ancak bazı kelimeleri olduğu gibi alırken bazı kelimeleri de kendi ses yapısına uydurarak tevarüs ettirmiştir. Aslında Türkçe, günümüzde bu özelliğinden hatırı sayılır bir güç almaktadır. Çünkü farklı dillerden aldığı %48’e varan kelimeleri kendi potasında içselleştirmesini bilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığının Türkçe eğitim müfredatında dilbilgisinin bölümlerinden biri olan etimolojinin okutulmamasının bir nedeni bu olsa gerektir. Bakanlık bu tutumundan vazgeçmediği sürece, Türkçe de bu yapısından kurtulamayacaktır. Bunun ayrı bir çalışma konusu olması nedeniyle bu kadarla yetinelim. Günümüze gelince Türkçe, devletin tek resmi ve eğitim dili olmasından kaynaklı ciddi bir avantajı yakalamıştır. B. BALKAN DİLLERİ: Arnavutça, Boşnakça ve Pomakça ise yakın zamana kadar Farklı Devlet toplulukları içerisinde daha egemen bir dille birlikte okutulmakta idiler. Geçmişte bu dillerin bir yerlerde okutulmuş olması önemli bir avantajdır. Günümüzde kendi dillerinin gelişmesi için artık bir başkasına bağımlılıkları söz konusu değildir ve ya çok azalmıştır. Türkiye’de bu dillerin okutulacak olması önemli bir hadisedir. Bu diller için Arnavutluk, Bosna Hersek ve Bulgaristan devletlerinde öğretmen temini ve materyal sağlamak mümkün olacaktır. Öte yandan bu dilleri ko0nuşan insanların dağınık yaşıyor olmaları yeterli sayıda öğrenci oluşturulamamasına neden olacaktır. C. RUMCA ve ERMENİCE: Rumcaya ve Ermeniceye gelince, bu dillerin de birer devleti vardır ve her ikisi de devlet dilidir. Devlet dili olmak demek günümüzde bütün akademik, askeri, hukuki, bilimsel ve sanatsal, sivil ne varsa her alandaki terminolojiye bir karşılık bulmak, yeni nesillerin ABC’ sini o dilde okutmak demektir ki işin en önemli noktası da burasıdır zaten. Bu açıdan Rumca ve Ermenice de Adığece kadar eski olmasa da köklü birer dil oluşları, gelişmişlik ve materyal açısından oldukça avantajlı bir durumdur. Dezavantaj tarafı ise Türkiye’de az sayıda insan tarafından konuşuluyor olması ve bu insanların da Türkiye’de dağınık olarak yaşamalarıdır. Diğer önemli bir dezavantaj ise Rumca ve Ermenice konuşan ve fakat Müslüman olmuş Ermeni ve Rum asıllı birçok vatandaşımızın bu gün kendi dillerini okuma konusunda mahalle baskısını hissetme ihtimalidir. Ancak bu, insanların daha sağlıklı düşünmeleri konusunda bir güzellik getirecektir. İnsanlar Müslüman olmayan bir Türk’ü görebildikleri gibi, bir Rum’un da Müslüman olabileceğini görecekler ve toplumların daha sempatiyle birbirlerine bakmalarını sağlayacaktır. D. KÜRTÇE VE ZAZACA: Öyle sanıyorum geçmişte Kürtçe ve Zazaca devlet desteği konusunda en dezavantajlı bir durumdadır. Kürtçenin bugün fanatik taraftar bir kesiminin oluştuğu gerçektir. Kürtçe önemli bir nüfus avantajına sahipken, Zazaca aynı konumda değildir. Her iki dil de kendi eğitim kadrosunu kurma ve materyal sağlama konusunda sıkıntı yaşamayacaktır sanırım. Bu iki dilin, Türkçe alfabesini çok az bir değişiklikle kullanıyor olması eğitim kolaylığı açısından önemlidir. Okumasını öğrenmiş bir çocuğa dili anlatmak daha kolay olacaktır. Türkiye’deki ve Avrupa’daki Kürt enstitüleri de materyal konusunda ciddi bir ihtiyaca cevap verecektir. Kürtçenin tarihinde medrese dili olma tecrübesi de Kürtçe için ciddi bir avantajdır. Ayrıca günümüzde kürkçe TV ve radyo sayısı da hatırı sayılır bir gelmiştir. Dahası Türkiye’nin hemen her yerinde bir vatandaş Kürtçeyi konuşacak birilerini bulabilmektedir. Türkiye’de her dil için böyle bir şans yoktur. E. KAFKAS DİLLERİ: a. Abhazca ve Gürcüce: Abhazya ve Gürcistan yakın geçmişe kadar Rusya’ya bağlı olmaları nedeniyle Rusçanın etkisini ciddi bir şekilde hissediyorlardı. Her şeye rağmen bu gün için Abhazya’nın ve Gürcistan’ın ayrı bir devlet oluşları, Abhazcanın ve Gürcücenin gelişmesi açısından önemli bir avantajdır. Gürcistan yönetiminin ırkçı ve inkârcı baskılarından kurtulan Abaza dili de kendi kararını kendisinin verecek olmasından kaynaklı önemli bir avantaj yakalamıştır. Türkiye’de ihtiyacı duyulacak dil eğitmenlerinin karşılanması ve dil materyallerinin hazırlanmasında Abhazya ve Gürcistan Cumhuriyetlerine önemli görevler düşmektedir. Umarım ki bu durum yani Abhazya’nın Türkiye ile eğitim işbirliğine girmesi, bazı çevrelerde “Eksen Kayması” olarak algılanmaz. b. Adığece: Eksiklerim vardır benimde herkes gibi. Ancak geldiğim nokta gramer düzeyinde ve etimoloji açısından hatırı sayılır bir yer. Adığeceden bahsediyorum; anadilimden. Anadilim olması sebebiyle de biraz söz söyleme hakkına sahip olduğumu düşünüyorum. Adığece ve diğer Kafkas dilleri Rusya Federasyonu içerisinde bu dilleri konuşan milletlerce kendi Cumhuriyetleri içerisinde okutulmaktadır. Bunun ötesinde her cumhuriyette en az iki resmi dil mevcuttur. Eğer bir cumhuriyette birden çok toplum, hatırı sayılır bir sayıya sahipse o cumhuriyette ikiden çok resmi dil de olabilmektedir. Örneğin Karaçay Çerkessk Cumhuriyetinde Rusça, Adığece, Abhazca ve Karaçayca olmak üzere tam dört resmi dil mevcuttur. Adığey’de, Adığe çocuklar tüm dersleri, ilk üçüncü sınıfa kadar Adığece okumakta ve Rusçayı da beraberinde okuyabilmektedirler. Dördüncü sınıftan itibaren ise çocuklar, eğitimlerini Rusça almakta, beraberinde Adığece de okuyabilmektedirler. Bu nedenle Kafkas kökenli dillerin Kafkasya da okutulması sebebiyle yazı dili olması açısından önemli bir avantaja sahiptir. Ancak çoğu cumhuriyetlerde yerel halklar nüfusunun azınlıkta olması ciddi bir Rusça baskısını birlikte getirmektedir. Özellikle iletişim, medya ve internet gibi alanlarda Rusça egemenliği yeni kuşakları ciddi şekilde etkilemektedir. Milli duyguların yükseltilmesi dile katkısı olacağı bir gerçektir. Ancak diğer yandan kendi topraklarında azınlığa düşmüş cumhuriyetlerde bu durum güvenlik sorununu beraberinde getirecektedir. Kafkasya’daki Adığelerin bir milyonu bulmayan nüfuslarının kendi topraklarında üç ayrı cumhuriyetle temsil edilmesi ise ayrı bir sorundur. Bu farklı yapılanma, cumhuriyetlerin siyasi farklılığından öte, kültürel ve dilsel farklılığı da körüklemektedir. Böylece kendi aralarında birlik sağlayamayan Adığeler her geçen gün Rusçanın çoğunluk baskısına maruz kalmaktadır. Ağız farklılıkların sanki ayrı bir dilmiş gibi sunulması, farklı ağızlarda yazılmış eserlerin bir başka aksanı kullanan kişilerce okunmasına da engel teşkil etmektedir. Değişik bir ifadeyle, herhangi bir Adığe Cumhuriyetinin resmi Adığece aksanıyla basılmış bir eserin, başka bir Adığe cumhuriyetindeki bir Adığe tarafından okunma ihtimali oldukça zayıftır. Bu durum o dilin gençlerinin demoralize olmalarına neden olmaktadır. Ne var ki Adığe dillerinin halkın sokakta konuştuğu şekliyle yazılıyor olması, dildeki bazı yanlış kullanımlarının da tevarüs ettirilmesine sebep olmuştur. Bu aşamada Adığe dillerinin Türkiye ayağında yapılabilecek en doğru şey, herhangi bir aksanı tercih etmeden Adığeceyi, yanlışlarını ayıklanarak, dilin etimoloji ve morfoloji çalışmalarına dayalı doğru tespitler yaparak, yeni ve tek aksan oluşturulmalıdır. Buna bağlı olarak hazırlanacak yeni kitaplar ilk sınıftan itibaren ortak bir eğitime uygulanmalıdır. Bu çalışma Adığe dilinin herhangi bir aksanını konuşanlardan tamamen bağımsız olarak işletilmelidir. Onlar elbette ki kendi aksanlarını kullanmaya devam edeceklerdir. Ne var ki bunun gerçekleşmesi için Adığelerin kendi aralarında yeterli bir birliktelik yoktur. Ayrıca bunun hayat bulması için de Rusya’nın mutlaka buna destek vermesi gerekecektir. Ancak Kafkasya’daki Adığe Cumhuriyetlerin bu projeye destek vermesi durumunda bunun Türkiye’de gerçekleşme ihtimali daha yüksektir. Çünkü Türkiye’de yaşayan Adığelerin daha çok asimile olmuş olmaları nedeniyle oluşturulacak ayıklanmış yeni aksana geçiş daha kolay olacaktır. Bunun için de en az 20-25 yıl gibi bir süreye ihtiyaç vardır. Ancak böylesi bir çalışmanın mutlaka Anayurt Kafkasya ayağı olmalıdır. Aksi takdirde mevcuda yeni bir aksan daha eklemekten öteye gitmeyecektir. Üzülerek söylemelim ki buna da karşı çıkanlar oldukça çok olacaktır. Hem de “ Bu adam ne demek istiyor? Ulusal getirisi nedir?” diye düşünmeden. Bu bahsi şu hatırlatmayla kapatmak istiyorum: Hatko Ömer Seyfettin ve arkadaşlarının, Genç Kalemler Dergisinde belirlediği “dil birliği” tarzı bir yol Adığeler için artık ihtiyaç olmaktan öte bir zaruret. Yirmi yıl önce bir türlü İstanbul ağzıyla konuşamayan Anadolu insanını tamamı, bugün eski aksanını dahi taklit edememektedir. Ama bugün, mükemmel bir İstanbul Türkçesi doğmuştur. Bizim asıl konumuz Adığe dilinin Türkiye ayağıdır. T.C. Devleti tarihinin önemli adımlarından birini atıyor. Adeta halkını rahatsız etmiş olan geçmişiyle ilgili ne kadar olumsuzluk varsa hepsiyle hesaplaşıyor. Bütün halklarla barışmak, bütün ülkeyle kucaklaşmak istiyor. Statükocular / tutucular istemese bile. Türkiye, Sovyet Rusya’nın yirmi yıl önceki Glasnostunu ve Prestorikasını yeni yaşıyor. Şahsi kanaatim ve beklentim odur ki Türkiye bunu başaracak ve bölgesinin çekim merkezi haline gelecektir. T.C. Devleti ile R.F. devletinin halkları bazında en çok diyalog kuracağı konuların, dil, eğitim, kültür, turizm ve ticaret olacağı kesindir. Türkiye’nin azınlıklar için gösterdiği muhabbetin bir benzerini Rusya da kendi içindeki Müslümanlara karşı gösterebilmelidir. RF, Müslümanlar konusundaki duyarlılığı aşırı noktasındadır. Bu iki devletin yakınlaşması her iki ülkenin de lehine olacaktır. Adığe nüfusunun yüzde doksanının diasporada, yine Adığe nüfusunun yüzde sekseninin Türkiye’de yaşadığını düşünürsek halklarımız ciddi bir şekilde Adığece diyaloga geçmiş olacaktır. Bu da en az diğer konular kadar Adığeceye hizmet edecektir. Bütün bir Kafkas dünyası Türkiye ile Rusya’nın çatışmasından değil yakınlaşmasından memnuniyet duymalıdır. Bu dünyanın çıkarı asla savaşta değildir. Türkiye’deki Adığelerin etkin ve önemli bir kesimi yerel dillerin Türkiye’de okutulacağına pek inanamadılar sanki. Bu nedenle de pek sağlıklı söylemler geliştirilemedi. Yerel dil sahibi vatandaşlarımız ve sivil toplum örgütlerimiz, Adığece için “Hangi bölgede hangi aksan ağırlıkta ise o aksan okutulsun” söylemi Türkiye’nin içinden çıkamadığı batağın ta kendisi olmasa da bir başka versiyonudur. Seksen yıldır uygulanan mantık o değil mi? Ne demek hangisi çoğunluktaysa o okutulsun?” O zaman Türkçe çoğunlukta olan yerlerde Türkçe mi okutulmalı? Adığecenin ağız taraması yoluyla dil birliğine karşı çıkanlar bölgesel baskı kurmaya yönelmiş olur ki bu da doğru değildir. Bir kez daha söylüyorum: Adığecenin ağız birliği sağlanmalıdır. Diğer taraftan dolaşım serbestliği olan ve memuriyette atama sistemi işlek olan bir ülkede yaşıyoruz. Artık Uzun yayla, Düzce, Balıkesir gibi bölgesel ayrımlar yapmak mümkün değildir. Öyle durumlar olacaktır ki Kabardey ağzı Adığecenin yoğun olduğu bir yerde Adığey ağzını kullanan bir öğretmen olabilecektir. Ya da tam tersi durum söz konusu olacaktır. Peki, ne yapacağız? “Hayır, ben çocuğumu farklı bir aksanla anadilimi okutmam” mı, diyeceğiz. Derneklerimizdeki dil etkinliklerine katılımın az olmasının nedeni de tam budur işte. Mikro milliyetçilik belasını aşmadığımız sürece adam olamayacağımızı bilmemiz gerekir. Kimseyi itham etmiyorum ancak Cesur Yürek filmini çok manidar buluyorum. Her denk gelişinde seyrederim ve her seyrettiğimde, kral yapılmak istenen zatın halkını başka krallara nasıl peşkeş çektiğini de büyük bir ibretle seyrederim. Sonunda hep kendimizi hatırlar, hayıflanırım. Çünkü dünya alemi düzeltmek için canlarını ortaya koyan pek çok kişilerin, talan edilmiş bu aziz millet için herhangi bir konuda herhangi bir adım atmadıklarını görüyoruz ve biliyoruz. Türkiye Adığeleri artık kendi edebiyatlarını yaratmalı, kendi dilleri konusunda söz söylemelidir. Adığe Dil Birliği gibi bir Psağe’yi (erek, hedef) önüne koymalıdır. Bunu Ana yurtta olamayacağı, en az bu gün için, bir gerçektir. Bu büyük ülküyü yapacaksa Türkiye Adığeleri yapacaktır. Sırası da tam da şimdidir. Bunun ilk basamağının Bahçeşehir Üniversitesinde yürütülen Adığece hazırlama çalışması olmalıdır. Adığecede “gitti” demek için bir aksanımız “quağe” derken bir diğeri “ğ” sesini “a” sesine dahil ederek uzun okumakta ve “quâs” şeklinde telaffuz etmektedir. Peki, hiçbir şeyi feda etmeden “quağes” desek, doğrusu da budur, küçük kraliyetlerimiz mi yıkılır? Söylemek istediğim duruma örnek tamda budur. Yeri geldiğinde de bazı alışkanlıklarımızdan vazgeçmek zorunda da kalacağız. Örneğin, Türkiye’deki bazı Kabardey konuşmalarda çoğul eki olarak “he” kullanılmaktadır. Diğer Adığelerde ise çoğul eki “xe” olarak kullanılmaktadır. Peki, ne yapacağız? Hangisi doğru? Adığecede ince “h” sesi olmadığından doğrusu elbette ki “xe” olarak telaffuz edilen olacaktır. Öyleyse herkes çoğul ekini öğrenirken “xe” olarak öğrenecektir. Bu konuya başka bir örnekleme ile netlik kazandıralım. Adığecede soru eki (-a) sesidir. Türkçedeki –mi soru ekine karşılık gelir. Adığece “gitmeyecek misin?” demek için Kabardey diyalektlerinde “wuqonu-a?” veya “wuqonu-kh-a” deriz. İkinci telaffuzdaki “kh” sesi kaynaştırma harfidir. Adığey diyalektiğinde ise “wuqonı-b-a? Şeklindedir. Burada da “b” sesi kaynaştırma harfi olarak araya girmektedir. Bazı durumlarda sonuç almak pekte kolay olmayacaktır şüphesiz. En azından böylesi bir çalışma, bu mantıkla hazırlanacak materyaller Adığecedeki diyalekt farklılığını azaltacaktır. Hemşerilerimiz ise nasıl istiyorsa öyle konuşmaya devam edecektir. Bir dilin geleceği toplumun insafına ve toplumun yanlışlarına terk edilemez. Adığecenin Türkiye ayağındaki diğer önemli konu, ses sayılarında yapılan tasarruftur. Süslü ifadelerle anlatılan önemli yanlışlar dilin dumura uğramasına sebebiyet vermektedir. Kimsenin de böyle bir hakkı ve yetkisi yoktur. İhtiyaç duyulduğu zaman kullanabileceğimiz belirlenmiş bir Adığece Latin alfabemizin olmayışı yanlışı daha da körüklemektedir. Bazılarımız ifade etmese de Latin harflerini kullanırken 29 harfin dışına çıkmadığını görüyoruz. Adığecenin 66 sese sahip olduğunu göz önüne alırsak bu, Adığecenin dışında yeni bir dil demektir. Örneğin örf anlamına gelen xabze kelimesini yazarken “x” harfini kullanmamak adına habze (it dili demek olur) ve ya khabze (temiz anlamı çıkar) yazmaktadırlar. Peki, neden “X” harfiyle yazılmalıdır? Çünkü Kiril ve Latin alfabelerinde “X” aynı sesi sembolize etmektedir. Bir kısım dil çalışanlarımız ise, tek sese tek sembol, düşüncesinden ayrılmadıkları için 29 harfe ilaveten bir yere kadar harf üretmekteler, bir yerden sonrada 20 ye kadar varan ses tasarrufunda bulunmaktadırlar. Bu durum da kabul edilebilir bir durum değildir. Buraya kadar ki konular üzerinde ciddi düşünülmesi gereken konulardır. Kısa vadede yapılacaklar farklıdır. Bu gün biz ne yapmalıyız? 1. Adığey ve Kabardey cumhuriyetleri yetkilileri ile TC. Devletinin görevlendireceği yetkililer bir araya gelerek materyal hazırlanması konusunda iş birliği yapılmalı. 2. Eğitim sürecinde aksan olarak Adığey ve Kabardey aksanları esas alınmalıdır. 3. Derneklerimiz dil bilen öğretmen, hoca, devlet memuru ve ya üniversitelerde görevli en az dört yıllık fakülte mezunlarını toplamalı konu değerlendirmesi yapmalıdır. Bu kişilerle ilgili geçmişte tecrübe edinmiş kişilerden 2-3 haftalık seminer çalışmaları istenmelidir. 4. Hazır elde olan materyaller çeşitli yollarla finanse edilerek çoğaltılmalı ve derse girebilecek kişilere acilen ulaştırılmalıdır. 5. Kaynak bu yolların dışında anayurttan hazır materyaller alınarak devler eliyle, Türkiye’de baskıya girilmesi en sağlıklı ve en kestirme yol olacaktır. 6. Velilerimiz çeşitli yollarla çocuklarına anadillerini okutturmaları konusunda bilgilendirilmelidir. 7. Bir süreliğine derneklerimiz oyu oynamayı azaltmalıdır. 8. 2013 mutlaka Adığe Bze seferberliği ilan edilmelidir. 9. Yerel diller ve Lehçelerinin okutulmasını teminat altına alacak olan yasanın yayımlandığı gün YEREL DİLLER VE LEHÇELERİ GÜNÜ olarak ilan edilmesi için çeşitli girişimler yapılmalıdır. En azından bizler öyle kabul etmeliyiz. 10. Velilerimiz şimdiden okullarımıza giderek konuyla ilgili gelişmeleri takip etmeye başlamalıdırlar. TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNDEN BEKLENTİLERİMİZ: Türkiye’de Adığece ve diğer yerel dillerin okutulacak olması her yönüyle alkışlanacak bir olaydır. Adığecenin ve Abhazcanın, hatta diğer yerel dillerin, cumhuriyet tarihi boyunca yakaladığı ilk büyük hadise budur. Bu sevindirici bir durumdur. Ancak bu dilin okutulmasında eğitim ve materyal sıkıntısının olacağı bir gerçektir. Gelecekte devlet mutlaka dil eğitimcilerini yetiştirecektir. Ancak acil eylem planı olarak MEB’in yapması gerekenleri birkaç maddede sıralamak mümkündür. 1. Öncelikle Milli Eğitim Bakanlığı, Yerel Diller Başkanlığı ihdas etmelidir. Arkasından Yerel dilleri bilen hocaları tespit etmelidir. MEB bu projede yerel dilleri bilen öğretmenlerden yararlanacağı kesindir. Bu açıdan Adığece bilen öğretmen ve öğretmen adaylarından isteyenlerin mutlaka üçer haftalık hizmet içi kurslarına alınması faydalı olacaktır. 2. Diğer taraftan Kafkasya’daki cumhuriyetlerle ve ilgili diğer cumhuriyetlerle işbirliği yapılarak materyal hazırlanması yoluna gidilmelidir. 3. Okulların açılmasını beklemeden okul müdürlükleri aracılığıyla tüm öğrenci velilerine, her sınıf bazında, herhangi bir yerel dilin ailesinde bilinip bilinmediği; veliye çocuğunun herhangi bir yerel dili okutmak isteyip istemediği sorulmalı ve istek ve ihtiyaçlar tespit edilmelidir. 4. Türkçedeki alfabe yapısıyla, farklı dillerdeki alfabe yapıları farklılıklar gösterebilir. Alfabenin kullanılmasında her dilin kendi alfabesin kullanmasına fırsat sağlanmalıdır. Nasıl ki Arapçayı, Çinceyi öğretirken Türkçe alfabesi yerine o dilleri kendi alfabeleriyle öğretiyorsak aynı yol izlenmelidir. 5. En önemlisi bu ve benzeri konular için önümüzdeki birkaç ay içinde kamuoyunun hazırlanması elzemdir. 6. Okullardaki güvenliğin önemsenmesi açısında İçişleri Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı güvenlik konusunda iş birliği geliştirmelidir. 7. Okul Aile Birlikleri aracılığıyla kardeşlik ve güvenlik arttırıcı seminerler yapılmalıdır. Bu konu mutlaka Rehberlik servislerinin daimi gündemi olması sağlanmalıdır. 8. Demokrasi dersleri ile diğer derslerde, “Başkası olmadan kardeş olunmayacağı” ve “Dillerin insanlığın ortak mirası” olduğu mutlaka ders konusu olarak işlenmesi gerektiği okullara bildirilmelidir. 9. Ayrıca farklı folklor ekiplerinin Okul Aile Birlikleri aracılığıyla okullara davet edilerek programlara dâhil edilmesi sağlanmalıdır. 10. Herkese istediği farklı dili okuma fırsatı verilmelidir. 11. Törenlerde, okul duvar yazılarında vb. yerlerde farklı dillerin kullanılmasına fırsat verilmelidir. Yakın gelecekte herkes, yarınki Türkiye’yi dünkü Türkiye’den daha çok sevecektir. Modern hayatta diller konuşulmalarıyla değil yazılmalarıyla gelişmektedir. “Söz uçar, yazı kalır.”
Share