Nalçik'de beklenen kar yağışı başladı... Yumuşak yumuşak yağan kar, kendi içinde bir yağış ritmi oluştururken, aynı zamanda doğrusal bir düşüşle yağmadığı için de düzensizliğe örnek verilebilir. Yağan kara, rüzgarın müdahalesi olmadıkça bu böyle; bir tür huzur, gökyüzünün temizlenmesi, arınması... Rüzgarla bu kurgu, kurguya bağlı da algı değişir, Boran olunca da; seyirlik olmaktan çıkarak kaos ve kargaşa duygusuna dönüşebilir... Böyle durumlarda babaannem, 'tanrı yakacağı olmayan fakir fukaraya merhamet etsin' derdi. Nedense kar yağışından çok, yağmur daha çok sevilir. Yağmurun her yerde görülebilen ve daha evrensel olması mı, yaşam için öncelikli ve biricik içeceğimiz olan suyun bir biçimi olmasından mı; yoksa karın her şeyi örtmesiyle, bir görme- algılama bulanıklığı yaratmasından mı bilinmez... şair, ''Yağan yağmur olsun, tek kar olmasın / Ölen garip olsun, tek yar olmasın...'' derken, yardan, yağmurdan yana; garip ve kardan yana olmadığını söyler...
Karın kendi içinde karmaşık ve ritmik yağışından, her şeyi örterek, iyi-kötü her şeyi kapatarak, tek renge, başlangıç, saflık temizlik anlamında da yorumlanan beyaza boyayarak; düşünmek için masumane başlangıç olabilecek ortam çağrıştırdığını varsayarsam, serinkanlı düşünmeme yardımcı olabilir belki de. Zira mesele dolaşıp gelip ölüme, ölümle yaşamın anlamsız nedenlerle iç içe geçmiş ve bir çok coğrafyada günlük ve sıradan olmuş durumda. Bu yazıda ölüm çığlıklarının geldiği yer, yaşlı dünya üzerinde sıcak çatışmaların iç savaşa dönüştüğü, Suriye.
Aşağıdaki çığlık, yüz on beş Suriyeli kardeşimizin Rusya Federasyonu Devlet Başkanı D.A.Medvedev'e, Adıgey Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'na, Adıgey Parlementosu'na, Adıgey'deki dernekler ve Adıgey halkına hitaben yazılmış mektup.
"Son birkaç aydır Suriye Arap Cumhuriyeti'nde siyasi ortam gerginleşti. Her gün çeşitli gruplarla ülkenin iktidar güçleri arasında toplu çatışmalar meydana geliyor, yüzlerce masum insan ölüyor. Biz Suriyeli Adığeler (Çerkesler) son derece zor durumdayız. Her gün kendi hayatımızı, akrabalarımızın ve yakınlarımızın hayatını tehlikeye atmak zorunda kalıyoruz. Ülkede durumun istikrara kavuşması, barış ve güvenlik içinde bir hayat umudu tükendi. Halkımızın bu zor gününde yardım ve kurtuluş çağrısıyla başvurabileceğimiz tek merci Rusya Federasyonu'dur, cumhuriyetlerimiz Rusya'nın içindedir, kardeşlerimiz Kuzey Kafkasya'dadır. Samimi isteğimiz atalarımızın topraklarına dönmek, Kuzey Kafkasya'daki kardeşlerimizle, Rusya halklarıyla barış ve uyum içinde yaşamaktır.
Biz aşağıda imzası bulunanlar, size bizi ata topraklarımıza kabul etmeniz, kaçınılmaz trajediden kurtarmanız, bu zor anda yardım elini uzatmanız çağrısıyla sesleniyoruz. Yardım ve kurtuluş çağrımızın karşılıksız kalmayacağına inanıyoruz."
Suriye'deki kardeşlerimizin yardım çığlığı bu...
Çığlığı çünkü, can ve mal güvenlikleri açısından isimleri açıklanamıyor...
Suriye'de, kelimenin tam anlamıyla, kan gövdeyi götürüyor. Vahşi bir iktidar mücadelesi yaşanıyor. Günlük ölüm bilançosu yirmi ile elli arasında değişiyor. O da dışarı yansıdığı kadarıyla. Suriye'de yönetim tam bir klan diktatörlüğü. Bir tür oligarşik yönetim. Son derece acımasız istihbarat örgütleri, keskin nişancıların insan avı yaptıkları, ordu birliklerinin hedef gözetmeksizin ağır silahlarla saldırı altında tuttuğu yerleşim bölgelerinde, savaş yasalarının, evrensel insan haklarının ve vicdanın ertelendiği karşılıklı bir katliam yaşanıyor. İdeolojik olmaktan çok inanç birliği-karşıtlığı üzerine inşa edilmiş bir iç savaş. Şiiler'in yönetimine karşı ayaklanan sünniler. Orantısız bir iç savaşta, kimlik kartları başta olmak üzere, hemen hemen hiçbir hakkı olmayan, sayıca Araplar'dan sonra gelen azınlık olan Suriye'nin paryası kabul edilen Kürtler, aynı saiklerle olmasa da yönetime karşı savaşan saflardalar. Devlet içindeki Çerkes ileri gelenleri kanalıyla yönetimce ikna edilmeye çalışılan Çerkesler, belirgin bir saf tutmamış görünüyor. Doğrudan ayaklanmacıların yanında yer almadıkları gibi, belirgin iktidar yanlısı da değiller. Bu durum, kim kazanırsa kazansın sonuçta kaybetmektir. Dışarı sızan haberlere göre, bir kısmı bir süre sonra 'düzenin yeniden sağlanacağına' inanıyor. Bir kısmı ise, kendi kaderine terk edilmiş, ne yapacağını bilmiyor. Bir kısmı için de bu koşullarda anavatanlarına göç gündeme gelmiş durumda. Bu anlamda yüz on beş Çerkes, göç etme istekleri ile yukarıdaki mektubun sahibi ve imzacılarıdırlar. Sayıları açısından bakılırsa, sorun bundan çok daha öte gibi görünüyor. Durum bireysel ya da grupsal göç değil, toplu bir göç kapsamındadır diye düşünülebilir.
2.
Kabardey Balkar Cumhurbaşkanı Arsen Kanoko'nun, geçen hafta sk-news.ru'ya verdiği demeci ve düşündürdükleri, konuyla ilgili. Kabardey Balkar Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Arsen Kanoko'nun yaptığı açıklama, özetlenen biçimiyle şöyle; "Kabardey Balkar Cumhuriyeti'nden çıkmış olan kişilere serbestçe Rusya Federasyonu'na dönme hakkının verilmesi konusunda Cumhuriyet Parlamentosu Rusya Cumhurbaşkanı'na başvurma kararı aldı." "Bir çok kişi, kan kardeşlerimizin repatriyasyonuna (anavatana dönüşlerine) karşı çalışmalar yürütüyor. 'Büyük Çerkesya' klişesi icat ediyorlar, oysa koskoca Rusya'da sadece 140 milyon nüfus var ve yakında çalışacak kimse kalmayacak, Vietnam ve Çinden bile göçmenler davet ediyoruz'' diyor. Bunların kimler olduğundan söz etmiyor. ''Rusya yanlısı, çalışkan, anadillerini ve adetlerini korumuş yurttaşların ülkeye dönmelerinden korkmamak gerek."derken (çeviri: Huaj İbrahim), Rusya yanlısı olmak ne demek, pek açıklamıyor. Ancak, yazıya göre Kanoko diasporadaki Çerkesler'in anavatanlarına dönmesini, şimdilerde kalifiye, ileride her tür iş gücü sıkıntısına katkı olarak mı görüyor acaba? Çerkesler'in sürgün edilişlerinde Osmanlı Yönetimi'nin fikriyle örtüşüyor. Osmanlı Yönetimi'nin de görüşü, Çerkesler'in savaşçı yeteneklerinden yararlanılarak bozulan Osmanlı ordusunu toparlamak ve o zamanlar ihtiyaç olan, demiryolu inşaatlarında bedava-ucuz işgücü sağlamak idi... Böyle de olmadı mı?
Cumhurbaşkanından, daha içerden konuşması beklenirdi. Bu demecin cümle aralarındaki anlam; sanki başka bir ülkenin devlet başkanının görüş bildirmesi gibi. Anavatanlarından sürülmüş ve soykırıma uğramış Çerkesleri, potansiyel iş gücü olarak görmek toplumuna yabancılaşmanın belirgin dışa vurumu değil mi? Diaspora Çerkesleri'nin tarihsel olarak anavatanlarına dönmeleri, akrabalarıyla kucaklaşması ve tarihsel haklarının iadesi bir lütuf, bir sadaka değil evrensel bir haktır. Üstelik gasp edilmiş, bu gün de geri verilmeyen bir haktır. Gasp edilmiş bu hakkın koşulsuz olarak iade edilmesi de uluslararası hukukta tartışılmaz bir zorunluluktur.
Kanoko; '' Diasporadaki Çerkesler, yaşadıkları ülkelerde yoğun asimilasyon altında hızla dillerini, kültürlerini ve geleneklerini kaybetmektedir. Dünyaya dağıtılmış ve sahipsiz kalmış, yok olmamak için çığlıkları kesilmeyen kardeşlerimizin anavatanlarına dönmeleri, anavatanlarıyla ve kardeşleriyle kucaklaşması ertelenemez, tartışılamaz bir haktır; Kafkasya Cumhuriyetleri olarak bizlerin de kardeşlerimizle kucaklaşmak için bu hakları ve koşulları sağlamak öncelikli görevimizdir'' demeliydi... Yoksa, belli olmayan bir zamanda ortaya çıkması muhtemel iş gücü açığını kapatmak için Vietnamlı veya Çinli işçilerin yerine istihdam sorununa indirgemek yakışmamıştır... Dilim varmasa da 'dervişin fikri, zikridir' metaforu buraya uygun gibi...
3.
Gupse Altınışık çevirisi ile Nart Dergisi'nin 81. sayısında yayınlanan, PERIT Derneği tarafından Rusya Parlamentosu'na gönderilen mektuba bakıldığında, Anavatanlarına dönen veya dönmek isteyen Çerkesler'in sürülmüş ve soykırıma uğramış dedelerinin torunları ya da çocukları olmalarından kaynaklanan her hangi bir yasalaşmış hakları yoktur. Kafkas halklarının, Kafkas/ Rus Savaşı'nda Çerkesler'in varlıklarını, kültürlerini ve topraklarını savunma çabasının emperyalist/yayılmacı Çarlık tarafından ezilerek soykırım ve sürgün edildiğini, Rusya Federasyonu eski Devlet Başkanı Yeltsin tarafından kamuya yapılan bir konuşmada resmen kabul edilmiş olmasına; Adıgey ve Kabardey Cumhuriyetleri Yerel Parlamentoları'nda on civarında yasa ve yerel kararlar hazırlanarak kabul edilmesine rağmen, Kafkasya'ya gelerek oturum almak, yerleşmek veya vatandaş olmak isteklerinde; bir Alman, bir İngiliz ya da her hangi bir Afrikalı millet ya da devlet vatandaşından farklı bir yasal hakka sahip değildirler... Hatta bu isteklerine hafif kuşkuyla bile bakılır...
(Kafkas Cumhuriyetleri'nin bazılarında yeşil pasaportları sorun olduğu için, Türkiye'ye gelip iade edip mavisini alanların olduğu biliniyor...) Yurt içinde veya yurt dışına sürülen milletlerin 'haklarının iadesi öneri ve yasalarının', hemen hemen kimsenin ismini olumlu anmadığı Yeltsin zamanında yapıldığı görülür. Ancak bu yasaların bölgelere göre uygulanmasındaki özel politika nedeniyle, Kafkasya kapsam dışında kalmış gibi şimdilik. Bundan yararlanan bir çok azınlık oldu. Başta Kabardey'deki Balkarlar'ın geri dönüşü olmak üzere, Tatarlar, Çeçenler gibi... Putin döneminde ise bu haklar gündeme gelmemiştir. Oysa Putin'in yüzde yüzlere yaklaşan yükseklikteki oyu da Kafkasya'dan alıyor/almış olması anlamlı değil mi?...
4.
KAFFED'in (Kafkas Dernekleri Federasyonu) Suriye'deki gelişmeleri ve anavatana dönmek isteyen kardeşlerimizin sorununu Rusya Federasyonu Elçiliği düzeyine ve Türkiye Parlamentosu'nun bazı alt komisyonlarına, bireysel vekillere taşımış olması ile iyi niyetli bir çaba içinde olduğu görülüyor. Ancak , Türkiye'nin hangi gerekçelerle olursa olsun, bu işte taraf olması önemli. Ocak ayı sonlarında Türk Dışişleri ile Rusya Federasyonu Dış İşleri Bakanları görüşmesinde gündeme geleceği umudumuzu büyütmek isterim.
Öte yandan KAFFED de sorunu 'dönüşe istekli olanlarla' sınırlı tutuyor görünüyor. Toplamını kapsayan öneri, tedbir ve çözüme sahip değil sanki. Bunu anlamak mümkün. İşi, güç oranında omuzlanması doğal sayılmalı. Gerçekçi gibi görünüyor. Ancak, kriz son derece büyük. Bu büyüklükteki bir krizi yönetmek ve çözmek için asgari düzeyde olsa bile bazı olanaklara önceden sahip olmak gerekir. Bir bakıma bir buçuk asırlık diaspora Çerkesleri'nin anavatanlarına dönmeden varlıklarını sürdüremeyeceği, asimilasyon karşısında güneşli günde kar gibi erimekte olduğu hepimizin ortak bilinci ve ortak düşüncesi.
Bu günlerde anavatana dönüş için hevesli Çerkesler'den de pek söz edemeyiz. Ancak, Suriye'deki durum, Suriye'deki Çerkesler için bir toplu dönüş olanağı, hatta kardeşlerimiz için bir zorunluluk durumunda olduğu da düşünülmeli sanırım. Bu başarılırsa, büyük bir emsal olacağı düşünülmesi gerekmez mi. Sorun yukarıda anlatılmaya çalışılan; Suriye'deki gerilimin korkutucu boyutu içinde, Çerkeslerin sahipsiz kalmış olması. Çerkesler'in bu krizin içinde yer alış biçimi.
Oysa geç kalınmadan, tüm dünya Çerkesleri, Suriye'deki kardeşlerimizin yanında durmalı ve cesaretle taraf olmalı. Buna uygun yapılanmaya gidilerek, her olanağın harekete geçirmesi çabasına girmelidir sanırım. Bu çaba için KAFFED, tüm diasporayı kapsayacak şekilde, iş ve amaç üzerinden yeniden örgütlenmesi gerekebilir mi acaba ... Akla gelen iş ve önlemlerin bir kısmı şunlar olabilir.
1.Gerekli yasal düzenleme. Kafkasya Cumhuriyeti'nde özel, Rusya Federasyonu'nda genel anlamda, gerekli yasal düzenlemelerin yapılması gerekir. 2.Gerekli olan para. Kafkasya Cumhuriyetleri'nin bütçelerinden bu konuya ayrılmış/ayrılacak para ( fon ) ayrıca KAFFED tarafından ulusal ve uluslararası boyutta yürütülmüş/yürütülen maddi kampanya sonunda oluşturulmuş bir fon yok sanırım. Bu konuda acilen adım atılamaz mı acaba?. 3. Süreci yürütecek hukuksal ve siyasi destek kurum ve kuruluşların oluşturulması. 4. Anavatan'a göç edeceklerin tam bir bilançosunun çıkartılması işini yürütecek kurum ya da kurumları oluşturmak. 5. Bu sürecin sonunda göç edecek Çerkesler'in kazanılmış hak ve kazançlarının güvence altına alınması için gerekli yasal düzenlemelerin sağlanması işi... 6. Anavatanlarına dönecek sürgündeki yurttaşlara verilmek üzere ayrılmış, arazi, arsa gibi olanakların sağlanması için Anavatan Cumhuriyetlerle görüşmeler 7. Anavatan'a dönecek ailelerin çocuklarının dil ve eğitim sorunları için çözüm üretmek. 8. Dönen/dönecek ailelerin geçimlerini sağlamak için istihdam olanaklarının araştırılması... Cumhuriyetler ve KAFFED bu konularda bir çalışma yapmalı sanırım.
Sovyetler Birliği dağılalı, yirmi beş yıla yakın zaman oluyor.
Yukarıda sözü edilen şeylerin düşünülmesi ve oluşturulması gereken zaman şimdi değil, çok daha öncelerden olmalıydı. Sürgündeki vatandaşlarıyla ilgili yeteri kadar kaygı ve endişe taşımayan Anavatan Yöneticileri, Suriye olayı gibi sıcak gelişmeler nedeniyle olsa bile, durumu geçiştirmenin ötesine geçemeyecek tedbir ve çağrılar toplumsal yeniden yapılanmamızı sağlayamayacağı düşünülmelidir. İzmir Ekonomi Üniversitesi'nde İletişim dersleri veren arkadaşım Doç. Zafer Yörük anlatmıştı bu yaz sonu. Zafer, Londra da siyaset bilimi eğitimi aldığı sırada, İngiliz vatandaşı Jane ile evlenmişti. Jane'ı biz de tanımış pek de sevmiştik. Zaferin kayınpederi, İngiliz bir kadınla evlendiği için Yahudi cemaati tarafından inanç ve sosyal yapıdan tecrit etmiş bir Yahudi'ydi. Öte yandan, Yahudilerde aile soy ağacı kadın üzerinden yürütülür. Buna rağmen Jane ve kardeşleri yedi yaşına geldiğinde İsrail Hükümeti bunları Londra da bulmuş ve tüm kardeşlere, İsrail pasaportu ve vatandaşlığı vermeyi önermiş... Onlar da kabul etmişler... Bizim böyle yönetimlerimiz ne zaman olacak bilmiyorum ama, şimdilik, Anavatanına dönmek isteyen sürgündeki bir Çerkes'i herhangi bir yabancıdan ayıracak yasal hakların ve düzenlemelerin sağlanması bile büyük bir adım olacaktır...
Sonuç yerine: Yukarıda sözü edilen sorunlar ve çözümler için senkronize hareket etmesi gereken devletler ve kurumlar çok açık.
Adım atılacak mı acaba. Musibetin nasihatten daha öğretici olduğu metaforuyla, Suriye'deki bu durum bize bir çıkış yolu öğretecek mi bilmiyorum, ama umuyorum.
Yağan karın ritmik karmaşası zihnimi terk etmemiş. Ritmine bağlı düzenli sesler çıkardığı için kimi zaman yağmuru dinleriz, kar yağışı ise daha çok seyirlik... Bilinçaltımda dinlenen ve yığılan ne varsa ayaklanmış ve bu yazıya dönüşmüş ise, sürgünde yaşamak zorunda olanların sahipsiz kalmışlığın dayanılmaz çaresizliği, denize düşenin yılandan medet umması saflığı içindeki çabaların karmaşasından başka ne olabilirdi ki... Ben bunları yazmaya çalışırken, hatta düzeltme sırasında kaç Suriyeli yaşanan kör çatışmada öldü; bunun kaçı Çerkes diye düşünmeden edemiyorum. Yeryüzünün neresinde olursak olalım, güvenli evimizde, bir yemekte, eğlenirken, yolda yürürken Suriye'deki kardeşlerimiz aklımıza düşmeli ve kaygılanmalı; yapabileceğimiz bir şeyler olmalı duygusunu, isteğini ve görevini aklımızda dolaştırmalıyız. Bu toplumsal bilince ulaşmadığımız sürece gelecek kaygılarımızın, yuvarlanan kar topu gibi büyüyeceğini bilmeliyiz...
Ölümün en anlamsızlarından biri, tarafı olmadığın bir çatışmanın arsasında kalarak, arada ölmek... Bunun adı pisi pisine ölmek, kim vurduya gitmek değil mi... Kar yağışı dünyadaki kara lekeleri kapatarak saf beyaza çevirmesi gibi kalbimdeki kaygıları, kör noktaları ve kararan kısımları kapatsa, beyaza boyasa, daha çok sevecektim. Yağmurlara da küsmeden... Herkesi, gücü, yetkisi ve işgal ettiği makama bağlı olarak, ayna karşısında vicdanlarıyla yüzleşmeye çağırıyorum...
MANSUR BALCI, 27. OCAK. 2012 NALÇİK
Suriye’de… arada ölmek!
Ocak 27, 2012156
Share