Çerkesler, diasporada neden politika yapsınlar? Ve ya neden politikada ağırlıkları yok? Bir hayli düşündüm ama belirgin, önemli bir neden bulamadım. Her ülkeyi yeteri kadar tanımıyorsam da, Türkiye'yi epeyce bildiğimi düşünüyorum. Bir 'yazı' olmaz ise de, bir yazıya 'yataklık' edecek ya da sesli düşünmek için kenar notları yazabilirim diye cesaretlendim. O halde bu yazının sınırlarını Türkiye diasporası ile sınırlı olması düşünülebilir.
Çerkesler Anadolu'nun otonom halkı değildirler. 1864’de yoğunlaşan Soykırım-Sürgün sonucunda Anadolu'ya gelmişler ve yerleşmişlerdir. Geldikleri dönemi düşünür isek, Kafkas-Rus savaşında yenilmişler ve halkın büyük kısmı sürülmüştür. Çerkesler de ağırlıklı olarak, Osmanlı topraklarını seçmişlerdir. Bunun nedenleri başka bir yazının konusu olabilecek kadar çoktur. Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçlarından ikisi, Çerkesleri doğrudan etkiledi. Osmanlı Devleti'nin dağılmasından sonra Yeni Cumhuriyetin kurulması, Anadolu'daki Çerkesleri doğrudan etkilemiştir. Çarlık Rusya'sının yıkılıp Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği'nin kurulması da, Anavatandaki Çerkesleri doğrudan etkilemiştir. Zaten ayrı coğrafyalarda, ayrı sosyal düzlemlerde kurulan ayrı hayatlar; bu gelişmeler ile ayrı siyasi düzlemlere de taşımıştır... Anavatanda kalan Çerkeslerin, tarihsel süreci nasıl yaşadıkları ve sonuçları yine ayrı bir yazı konusu olarak bırakılabilir. Anadolu'daki Çerkeslerin de siyasi ve sosyal hayat düzlemleri yine iki temele ayırmak mümkün. Yeni Cumhuriyete kadarki dönem, Cumhuriyet sonrası durum... İkinci Abdulhamit döneminde devlet yönetiminde ve devlet yönetiminin asıl dayanağı olan orduda ve bürokraside en etkili halk olarak Çerkesleri görebiliriz. Devamen, İtihat ve Terakki'de de etkileri ve güçleri artarak devam etmiştir. Kurtuluş savaşının başlarında, Kuva-yi Milliye'nin planlayıcı gurubun içinde, yine Çerkeslerin ağırlığının olduğunu görürüz. Kurtuluş Savaşı’nın başlarında tek askeri gücün de ağırlığı Çerkeslerdedir, komutanı da Balıkesir Çerkeslerinden olan Ethem Bey'dir. Ancak Kurtuluş Savaşı’nın başlarından itibaren hızla tasfiye edilmişler, Cumhuriyetin ilanını takiben de dışlanmış, ötekileştirilerek sindirilmişlerdir. Hatta ileri gelenlerin bir kısmı sürgün edilmişlerdir. Bu sindirilmişlik/sinme durumu günümüze kadar gelmiş ve hâla devam etmektedir...
Cumhuriyet Burjuvazisi…
Bütün bu süreçleri etnik unsurlar ve sınıfların ortaya çıkışı ve biri birine karşı konumlanışı açısından incelesek açıklık kazanabilir. Öncelikle Türk unsuru dışında Cumhuriyetin tüm kurucu millet ve milliyetleri tasfiye edilmiş ve sindirilmiştir. 'Yeni bir burjuva sınıfı' ve 'Anadolu Pazarı' yaratmak, Türk unsurlar üzerinden geliştirilmesi de devlet politikası olarak benimsenmiştir. Doğası gereği, pazar için 'dil bütünlüğü' olmadan 'merkezi pazar', yani pazar bütünlüğü yaratılamaz idi. Ya da en azından çok daha zor olurdu. Gerek dünya kapitalizminin gelişmişlik durumuna bağlı olarak açılmış mesafe, gerekse yeni oluşturulacak burjuva sınıf için zaman önemli olup, mümkün olduğu kadar kısa tutmak istemişlerdir. Bu nedenle burjuva sınıfının oluşmasından tutun da, devletin tüm temel kurum ve kuruluşların biçiminden başlayarak; sosyal yaşam ve yaşama biçimi dahil her şey, yukarıdan aşağıya 'zor' kullanılarak yeniden biçimlendirilmiş ve yerleştirilmiştir. Kemalist korporotizmin nedenleri ve temeli bu yeniden dizayn değil mi idi ki?...
Sürgün yıllarında veya Cumhuriyete kadarki dönemde ortaya çıkmış Çerkes burjuvazisinden söz edilemez. Olsa olsa, etkili Çerkes asker ve bürokrat kesimden söz edilebilinir. Zira, zaten Cumhuriyete kadar Osmanlı'da çağdaş anlamda belirgin bir burjuva sınıfı oluşmamıştı. Burjuva sınıfının ve sermayesinin yaratıldığı dönem, Cumhuriyet dönemidir ve bu devlet politikası olarak yapılmıştır. Bu politikanın temeli, tüm diğer millet ve milliyetler tasfiye edilip sindirildiği için, bu sınıfın unsurları Türkler ya da Türk olduğunu belirgin ifade eden ve öyle yaşayan unsurlarla oluşturulmuştur. İzmir İktisat Kongresi ve 1936 teşvik yasaları bu çabaların önemli dönemeçleridir. 6-7 Eylül olaylarında görüldüğü gibi gerek geçmişten getirilen finans güce sahip, ya da yeni oluşan finansal oluşumdan pay isteyen/isteyecek azınlık unsurlar da 'zor' kullanılarak tasfiye edilmiştir... 6-7 Eylül olayları, yeni burjuvazinin oluşturulmasında izlenen devlet politikasının belirgin dışa vurulması olarak düşünülebilir. İzmir İktisat Kongresi ve 1936 teşvik yasaları kadar önemlidir kanımca.
Tüm Cumhuriyet dönemi boyunca Çerkeslerin ülke burjuva sınıfı içinde bir ağırlıkları oluşmamıştır. Ne ticaret burjuvazisi ne de sanayi burjuvazisi içinde. Aydın, entelektüel ortamdan ve devlet yönetim bürokrasisinde de, özellikle asker kesiminden tasfiye edildiği için bir ağırlığı olmamıştır. Dolayısıyla Çerkes burjuvazisinin olmaması, diğer burjuva kesimlerle mücadelesi için, Çerkes seçmenlerden siyasete bir istek ya da davet oluşmamıştır. Dolayısıyla iktidar yanlısı ya da muhalif liberal bir öncülük oluşmamıştır. Bu da Sayıca etkili olabileceği halde seçmenler toplamı olarak birlikte duruşa dönüşmemiş ve bir demokratik güç haline gelmemiştir. Zaten yok denecek kadar az işçi kesimi, diğer mülksüzlerle birlikte köylülük de ne siyasi bilince, ne de milli bilince sahip olmadıkları için, ‘siyasette etkisiz eleman’ sayılan özne olmanın ötesine geçemediler. 'Birlikte davranma' yeteneğini de gösteremedikleri için siyasetin, camia dışında diğer özneleri tarafından da dikkate alınmamıştır. Seçimden seçime oy kullanmış, oy kullanırken de inanç temelinde ya da konjoktüre göre genellikle devletçi bir bakışla oy kullanmaktan öteye gidememişlerdir.
61 Anayasası, 68 Baharı...
Altmış bir Anayasasıyla, Türkiye'de görece demokratikleşme döneminde Çerkes gençlerinin siyaset sahnesine katılmaya başladığı görülür. 68 baharı da denilen ve tüm dünyada esen özgürlükçü politik rüzgarda Çerkes gençlerinin, her siyasi mihrakta görülebildiği gibi ağırlıklı olarak sol ve Aşırı Türk Milliyetçi saflarda yoğunlaştığı görülür. Fakat, Çerkes kimlikleri hiç ön plana çıkmayan bu gençlerin, milli temelde talepleri de yoktu. Bir kısmı, bu taleplerin savundukları siyasi programın doğası gereği 'içkin' olarak taşıdığı düşüncesinde idi. Ancak o dönemde sol örgütlerin değil Çerkeslerle ilgili, Kürtlerle ilgili çözüm politikaları yoktu; olan da etkili ve çekici değildi. Bu durum, Kürt gençlerinin Türkiye solundan çekilerek kendi siyasi düzlemlerini oluşturmaya sevk etmiştir. Üstelik bunu batıda değil, bizzat Kürdistan topraklarında düşünmüşler ve Doğu/Güneydoğuya çekilmişlerdir. Aşırı Türk Milliyetçilerin safında olan Çerkesler ise zaten kendilerini 'Çerkes Türkü' olarak düşündükleri için, çok başka siyasi bir dünya görüşünde idiler. Türk milliyetçilerinin saflarında bulunmalarında etkili öğe, daha çok sola karşı durmak olarak düşünülebilir. Birçoğu Komünizmle Mücadele Derneklerinde politikaya başlamışlar, ya da bunların etkilediği ikinci kuşak. Bunların dışında mikro milliyetçi Çerkes gençleri ise etkili değillerdi. Kendi kapalı dernek dünyalarında kapalı devre yaşamışlardır. Bütün bu nedenlerden dolayı Askeri darbeler döneminde Çerkesler ve dernekleri üzerinde Çerkes oldukları için özel bir baskı olmamıştır. Kısmen 80 darbesinde tek tük Çerkes 'Çerkes olduğu için' sorgulanmış, hapsedilmiştir. Yani, Kafkas-Rus savaşı yenilgisi sonunda girdiği 'büyük ağabeye karşı çıkmama' şokundan ya da sendromundan hiç çıkamamıştır. Günümüzde de çıktığını söylemek pek doğru olmaz sanırım.
Derli toplu söylenecek olursa Cumhuriyet döneminden başlayarak Çerkesler siyasetten ve Cumhuriyetin kazanımlarından tasfiye edilmiştir. Varlığı inkar edilmiş, dışlanmış ve asimilasyona tabi tutulmuştur. Buna karşı, Çerkeslerinde ne milli çıkarlar düzleminde bir talepleri, ne de sınıfsal düzlemde bir talepleri ve kazanımlardan 'pay' istekleri olmamıştır. Kaldı ki bunu istemek için ne uygun donanıma ne de yeterli öznelere sahip değildiler. Dolaysıyla politika sahnesinde 'büyük güçler' düzlemine çıkamamışlar, genel anlamda bireysel siyasetçiler olarak her kesimde görülmüşlerdir. Politik düzlemde sayıları otuz kırk binle ifade edilen Ermeniler, onlardan da az Süryaniler kadar ağırlıklarının olmayışının temelinde, 'birlikte duruş' gösteremiyor olmalarıdır diyebiliriz...
İçe Kapanmak...
Bu durum, önümüzdeki Haziran ayında yapılacak olan genel seçimler itibarıyla baktığımızda da değişmemiştir. Ne sanayi burjuvazisinin 'kanatları' ya da 'öbekleri' arasında bir Çerkes toplam ağırlığından ya da lobisinden söz edilebilir. Ne de Çerkes nüfusu bütünlüklü bir profil ya da duruş gösterememiş olması nedeniyle, dengeleri etkileyecek ulusal düzeyde, hatta yerel düzeyde bile bir 'oy' kontrol niteliğine sahip değildirler. Bugün Çerkesler içinde ya da Çerkesleri arkasına alıp politika yapmaya çalışanların tamamına yakını, aydın ve bürokrat, kısmen de öğrenci kesimdir. Derneklere 'ayni' ya da 'nakdi' para yardımı yapan bu dönemde içlerinden Parlamento'ya girmeye heveslenen bireyler de, niyetlendikleri partilerde itibar görmemişler, aday yapılmamışlardır. Durum böyle olunca, var olduğu kadarıyla yapılan politikanın zemini 'mikro milliyetçi' söylem üzerinden yürümesine devam etmektedir. Tüm Kafkasya'yı tek yönetim çatısında birleştirmeyi savunan farklı milliyetçi görüş de var ancak, diğeri kadar yaygın olduğunu söylemek zor. Bu durum her zaman olduğu gibi tekrar içe dönmesine, geleneksel ilişkilerine kapanmasına neden oluyor. Mikro milliyetçilik, milliyetçilik gibi bireyi 'politik kör' etmez ise de, 'politik şaşı' yapar. Dolaysıyla ortalıkta dolaşan söylemlere bakarsanız kör değil ise de şaşı ya da gördükleri bulanık bakışın ötesine geçemiyor... Anadil ile eğitim, Çerkesce televizyon/radyo talebiyle Ankara ve İstanbul'da iki miting yapıldı. Çok enteresandır ki miting sonrası yorumlar ve ya sözcülerin yazıları iktidarı eleştirmemişler, ‘KAFFED’'i eleştirmişlerdir. Hatta normların ötesinde suçlayarak, hakaret ederek. (Köhnemiş bir "hak arama" mantalitesiyle Ankara bürokrasisinin kaşarlılarına bel bağlayan bürokratik Çerkes anlayışının, bu hakların elde edilmesine en ufak bir katkı sağlamayacağını, bunu anlamamakta ısrar edenleri uyarmak için önemli bir adımdı 12 Mart Çerkes Hakları mitingi.) Eleştirinin dozu dehşet. Hani bağırarak konuşunca haklı zannedenler gibi. Ankara mitingi sözünü ettiği 'kaşarlanmış Ankara bürokrasine ' duyurmak için değil mi? Yazıda var.
(Ankara'nın "duayen bürokratları"ndan "adam atlatma, kaygan zeminde sörf yapma, konunun çevresinde dolaşıp hiçbir iş yapmama" gibi her türlü "politik" konuda muhteşem bir kurs aldığı belli olan Çerkes bürokratları, kırmızı alarm veren Çerkes Hakları konusunda hiçbir adım atmamalarını faş eden bu eylem) diyerek eyleme abartılı altı boş güzellemelerden sonra; (Ama bu tecrübeli bürokratlar polemikçi düşüncelerini yine İstanbullu safdillere yaptırdılar.) Aşağılayıcı göndermeden sonra, (Şimdi insan düşünmeden edemiyor. Acaba "demokrasi icat oldu, derin etkileme sistemi bozuldu" diyenler "Bari bu iktidara yaptırmayalım, CHP'ye nasip olsun" anlayışındalar mı?) Çerkesler için meselenin hangi partinin çözeceği neden önemli olsun ki? Yani CHP çözmesin mi? (Ama Çerkes örgütlenmesindeki majör gücün öteden beri CHP yancılığı yaparak bu talepleri duyurmaktan, dillendirmekten kaçınması, hatta bastırarak uyutması) diyince takke düşüyor. AKP ağzıyla kaleme alınan bu yazının başlığı da (Sıcak Patates ve CHP Yancılığı). Yani iktidar yancılığı.
Benim şahsen CHP ile ya da AKP ile hiçbir gönül bağım olmadığı gibi, bu konularda da iki partiye de güvenim yok. Ama bu yazıyı yazana açık sormak istiyorum, senin AKP ile mesafen ne? İktidardan hak talebiyle yapılan bir eylemin sonuçları ile ilgili bir yazıda hak talep edilen iktidara değil de, camia içindeki kuruma ve bireylere saldırmanın nasıl bir yalnızlaşma ve içe kapanma acaba?... İktidardan kişisel beklenti yoksa eğer, onun karşısında sinmişliği iyi anlatıyor. KAFFED de eleştirebilirlerdi. ’keşke ortak bir dil bulsaydık. Eylemimiz daha güçlü olabilirdi. Önümüzdeki dönem bunun bir yolunu bulmalıyız’ mealinde yapıcı birleştirici bir eleştiri. Düşmanlık yaymak değil. Ancak iktidara karşı miting eylemi yapıp, dönüpKAFFED’e ve bireylere saldırmanın tek amacı olabilir; konsolidasyon… Seksenli yıllarda İzmir’de, yerel bir edebiyat dergisi kurmuştuk. Bir sohbet sırasında Melih Cevdet Anday’a dergiyle ilgili niyet, fikir ve plan anlatıldığında, ‘ kendinize bir düşman seçin her sayıda onunla dövüşün, ona saldırın’ demişti. O sizi konsolide eder… İnsiyatifçi arkadaşlarla yöntem açısından ciddi benzerlikleri var bu anlayışın. Bir de, KAFFED’in ikincisini yaptığı ‘ortak akıl toplantısını’ küçümsemek, alaya almak, oraya katılanlara saygısızlığın yanında; çağrılmamış olmanın kıskançlığı ve fesat duygusunun saklanamamış hali olması çok belirgin…
Gelmiş geçmiş en büyük ve kapsayıcı diasporadaki Çerkes örgütünün eksiklerini tamamlamak, geliştirmek ve büyütmek için çalışmak gerekmez mi? Yapıcı eleştiri yerine yıkmaya çalışmak hangi mantığın ürünü olabilir. Bunların peşinden kapılıp gidenlerin, niyetleri ve neye/kime hizmet ettiklerinin farkındalar mı acaba…Çok emin değilim.
politika yapıyor(mış) gibi…
Siyaset sahnesine çıkamamak, kenarda top sektirir gibi politika yapmak, içe kapanmak, politikayı, ‘mış’ gibi yapar haldeyiz. Çocukluğumuzda sokakta oyun oynarken düşer, dizimiz acırdı. Kalkar, dizimizi ovuşturarak ve aksayan ayağımızla yine oyuna devam ederdik. Aksi halde, oyundan çıkarılırdık. Çerkeslerin politika yapma tarzını ve çizgisini iyi anlatıyor sanırım. Başta KAFFED günün koşulları ve ihtiyaçlarına göre mutlaka yeniden kendisini re organize etmelidir. Misyonuna uygun temsil gücünü hakikat hale, fiile taşımalıdır. Öte yandan, sokaklarda yüksek sesle politika yaptığını söyleyenlerin giderek enerjileri düşmez, azalan bir ivmeyle seçimlerden sonra sessizliğe gömülmez umarım. ‘Tam zamanı, seçimlerde sesimizi duyuralım’ diye çıkış yapmak, geçici politik heves duygusu veriyor olması, konjüktürel politikaların gidebileceği adım da sayılıdır çünkü. Gündem belirlemeyen, var olan gündemde yer tutmak için de yeterli ‘güç’ sahibi değildir kimse… Seçimlerden sonra yapılan en iyi işe dönülür gibi görünüyor. Biri birini suçlayarak didişmek. Politik sahanın kenarında top sektirmek… Her yeni oluşum doğası gereği eskilere saldırarak kendisini çoğaltmaya çalışır. Bu 'doğa’, kapalı devre politika yapmanın abc si değil mi zaten…
Yaşadığımız yüzyıl bilgi transferinin ve iletişimin hızı inanılmaz boyutlarda olduğu yüzyıl. Her şey ışık hızıyla gelişiyor, değişiyor. Yaygın eğitim, örgün eğitim kadar önemli olmuştur. Hatta yaygın eğitimle tamamlanmayan, desteklenmeyen örgün eğitim eksik kalmaktadır. Çerkesler de bu değişimden etkilenmektedir. Çerkeslerin çoğunluğu kentlerde yaşamaktadır artık. Dilini önemli derecede kaybetmiş, geleneklerini yeteri kadar yaşayamıyorsa da, ciddi Çerkes nüfusundan söz edilebilir. Önümüzdeki seçimlerde Çerkeslerin belirgin bir tavrı var mı? Benim gör bildiğim kadarıyla yok. Ortak bir Çerkes seçmenleri duruşu eğilim olarak bile olsa belirgin hale getirilemedi. Her birey kendi ideolojisi ya da ideolojisizliği temelinde oyunu kullanacaktır. İki türlü seçmen vardır derim ben. Biri siyasi oy kullanan; Yani oyunu bilerek izleyerek, karşılaştırma yaparak kullanılan tercih. Öbürü ise sıradan seçmen. Bilinçsiz, rüzgarın gücüne ve hızına bağlı olarak kullanılan tercih. Çerkeslerin toplam duruşu açısından bakıldığında ikinci grupta olduklarını söylemek zor değil. Ancak internet ortamında örgütlenmiş onlarla ifade edilecek sayıda oluşum, resmi olarak kurulmuş, onlarca dernek, vakıf ve federasyon var. Bunlar tek başına, ortak ya da kısmi ortaklıklar temelinde bir tavır belirlemeyecek mi hâla? Pek umudum yok ama, bu şimdi değil ise ne zaman?
Mecliste grubu olan partiler, belirli bir seçmen yüzdesi olan partiler seçim programlarını ve adaylarını yayınladılar. Çerkeslerin ihtiyaçlarına ve taleplerine uygun ciddiye alınır maddelerle karşılaşamadık. Listelerde de Çerkes adaylar göremedik. Hayal kırıklığı değil, beklenilen de zaten buydu. Ne yaptın da ne beklersin? Yine de iktidar partisinin ana muhalefet partisinin ve diğer partilerle birlikte, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku adıyla seçime katılan Kürtlerle, Türk sosyalistlerin, neler yapmak istedikleri ciddi değerlendirmeli. Ve cesareti olan ve önyargısından sıyrılabilmiş Çerkes seçmenleri ve Örgütleri merakla beklemekteyim… Ciddi bir adım atılır mı dersiniz? Umudu olan var mı?
Sonuç yerine: Öncelikle Türkiye’deki Çerkesler, sorunlarının büyüklüğü oranında ‘büyük güçler’ arasında politika yapacaksa, ona uygun düşünce, duruş ve güç üretmek zorundadır. Her sınıf ve kesim bulunduğu öbek içinde sınıfsal çıkarlarının yanında milli çıkarlarını da dillendirmesi, talep etmesi gerekir. Sınıf, kesim ve yerellerde etkili güç odakları haline gelmelidir. Yetmez, genel anlamda Çerkesler bir ‘birlik profili’ göstermek, bu profile de inandırması gerekir. Bir yerde ağırlık koyduklarında, altı şimdi olduğu gibi boş değil; bir ‘gücü’ temsil etmeleri, ya da tüm toplumu buna inandırması gerekir. Bunun için öncelikle aktivistler ve kurumlar arasında kullanılan dil ve ilişkiye dikkat etmek gerek sanırım. Yıkıcı, aşağılayıcı yazılar yayınlamak hiç marifet değil. ’İnsan su içeceği kuyuya tükürmez...’ Tükürmemelidir de. Milliyetçi duyguları okşayarak, kaşıyarak kişisel tatminlere de dikkatle yaklaşmak gerek. Sadece Devlet'den talepte bulunmak konusunu biraz düşünmeliyiz. Bizi tamamen asimile etmek amacıyla yoğun asimilasyon politikalarından vazgeçmeyip uygulayan Devlet’e tüm umudumuzu bağlayabilir, güvenebilir miyiz? Evet diyenler, o zaman devlete milli sorunun çözümü için neden güvenmediklerini tekrar düşünsün. Güvenmiyorsak ise de, peki biz ne yapıyoruz? Örneğin, Çerkesler anavatanda da izlenebilecek bir televizyon kanalı kurmak için örgütlenmelidir. Buna Radyo ve kapsayıcı örgütleyici etkili bir süreli yayın eklenebilir. Yine Devlet’den, ‘sosyal devlet olduğunu iddia ettiği‘ oranda taleplerimiz de olmalı. Ancak çözüm gücünü içimizden çıkarmadığımız takdirde, kimsenin ciddiye alacağını beklememek gerek. Bütün Çerkesleri kapsayan böyle bir kampanya, ek faaliyetlerle başarılırsa; -ki kampanyalar her zaman özne üretir ve örgütleyicidir- işte nispeten bir güç olduğumuzu hissettirebiliriz… Daha da önemlisi, bizim bir gücümüzün olduğunu görür ve toplumsal güven kazanırız… Kimlik ve sosyal hakları kurmak korumak ve devletten destek istemek, politik bir duruştur. Bu duruş ekseninde ‘hak ve görevler’ üzerinden toplumumuzun konsolide olması gerek sanırım. Çerkeslerin politikleşmesini, var olan partilerin birinin yanında yer almak ya da içinde olmak anlamında yorumlanamaz. Bugün düşünülüp olgunlaştırılması gereken anlayış tam da budur. Politik bir güç olarak bir birlik ve duruşa ulaşılırsa, politik odaklar o zaman sana gelecektir. Ya da sen gittiğinde , dış kapıda karşılanırsın. Şimdi olduğu gibi aracılar kullanarak ayak üstü görüşmeler boyutunda değil…Besbelli ki siyasette ayak değiştirmemiz gerek. Bunu bu seçimlerde yapmayacak isek ne zaman?
Bir Orta Afrika Ata Sözü, ‘’Maymunlar konuşmasını bilirler ama, insanlar bizi çalıştırır diye konuşmazlar…’’ der…
MANSUR BALCI, 25.4.2011, NALÇİK
Konsolidasyon…
Nisan 25, 2011166
Share