21 Mayıs geldi çattı yine.
Öyle görünüyor ki yine iki farkı eylem ortaya konacak Çerkes camiasınca.
Aslında meseleyi bütün yönleri ile detaylandırarak uzun ve dokunaklı bir yazı çıkartabilirim bir solukta.
Fakat benim amacım bu değil.
Bu yazıda benim amacım, ısrarla yaptığımızı düşündüğüm bir yanlışa dikkat çekmeye çalışmak olacak. Çünkü bizler toplum olarak sürekli bir yöntem hatası yapıyoruz bu sürgün ve soykırım konusunda.
Meseleyi duygusal bir biçimde ele alarak vatan millet edebiyatı ile boğmadan, kim daha kahraman, kim daha babayiğit ve kim daha mücadeleci gibi soyut, anlamsız demagojilere girmeden ele alacak olursak sanıyorum şunu söyleyebiliriz:
Mücadelelerde, araçlar amaçlara uygun seçildiği zaman hedefinize ulaşma şansınız vardır.
Öncelikle nerede durduğunuzu, nereye baktığınızı ve ne istediğinizi net bir biçimde, doğru olarak ortaya koyacaksınız.
Daha sonra nereye ulaşmak istediğinizi, yani hedeflediğiniz amacı yine doğru olarak tanımlayacaksınız.
Daha sonra bu hedefe hangi yol ve yöntemlerle ulaşabileceğinizi isabetli bir biçimde tanımlayacaksınız.
Tabii bu yol ve yöntem tercihinde belirleyici olan; karşınızdaki engelleri doğru tanımlayabilmeniz, sizin bu engelleri aşabilme kapasitenizi ve mücadele yeteneğinizi hatasız analiz edebilmenizdir.
Ancak bütün bu koşulların gerekleri yerine geldikten sonra, bir mücadelenin nasıl yürütüleceğine karar verilir ve bayrağı açılır.
Yukarıdaki kurallar ve süreç, spontane gelişen isyanlarla ayaklanmalar dışında istisnasız bütün örgütlü mücadeleler için geçerlidir.
O halde, Çerkes halkı da varlığını koruma, geleceğine ve vatanına sahip çıkma mücadelesi yürütecekse yukarıdaki kurallardan müstesna değildir.
Şimdi dönelim sürgün ve soykırımı anma meselesine.
Rus-Kafkas savaşlarından sonra, soykırıma uğrayan halkımızın vatandan nasıl sürüldüğünü, yollarda nasıl can verdiklerini, bu felaketin nasıl halkımız için bir yıkıma dönüştüğünü hatırlıyoruz hüzünle.
Böylesi felakete uğratılan bir halkın fertleri olarak, her birimizin üzerine düşen bireysel sorumlulukları, geçtiğimiz 21 Mayıslarda defalarca yazdım, o nedenle bu kısmını geçiyorum.
Bu gün, yaptığımız o anmaların kendi içimize dönük amacı; yetişen neslimize geçmişi unutturmamak ve ondan ders çıkartarak geleceğine sahip çıkması için bilinç aşılamaktır.
Dışa dönük amacı ise, halkımızı yok oluşun eşiğine getiren bu felakete dünyanın dikkatini çekmek, halkımızın uğradığı bu yıkımın telafisi için devletler bazında sorumluların gereğini yapmasını sağlamaya çalışmaktır.
Yani kısaca tarif edersek, sürgünün yaralarının sarılması için dönüşün önündeki engelleri kaldıracak, koşulları kolaylaştırıp hızlandıracak bir sürecin önünü açmaktır.
Demek ki sürgün anmalarının dışarıya dönük ana amacı dönüşün yolunu açmaya çalışmaktır.
Muhatabımız da Rusya Federasyonu ve Türkiye Cumhuriyeti'dir.
Eğer bu tespitte anlaşıyorsak, hedefimizi tarif etmişiz demektir.
Şimdi o hedefe giden yol ve yöntemi doğru seçmek durumundayız.
Şu anda önümüzde iki tercih var.
Bir tanesi, kurumlarımız tarafından yıllardır izlenen yol ve yöntemdir.
Bu, pek çok eksiği ve aksayan tarafı olsa da, gerçekleşebilirlik şansı en fazla olan “barışçı ve demokratik yollardan taleplerimizi gündeme getirmek, anayurt ve onun içerisinde bulunduğu devlet ile ilişkileri geliştirerek sonuç almaya çalışmak” biçiminde özetlenebilecek yöntemdir.
Eğer bu yöntemin doğru olduğuna inanıyorsanız; eylemleriniz, söylemleriniz, faaliyetleriniz ve çalışma yöntemleriniz bu amaca uygun olmalıdır.
Yani RF’den dönüşün önünü açmasını, devlet desteği sağlayıp yasal düzenlemeler yapmasını talep edecekseniz, döneceklere sosyal siyasal haklar, ev, yurt, toprak, vatandaşlık, iş,aş, güvenlik talep edecekseniz, bürokratik kolaylıklar talep edecekseniz buna uygun politika yapacaksınız.
Düşmanca bir söylemden, içi boş tehditlerden, gereksiz saldırganlıklardan, halklar arası düşmanlığı körüklemekten ve ilişkileri germekten bir sonuç alamazsınız.
Bütün bunları hissetmekte serbestsiniz. Ama dile getiremezsiniz eğer akıllı ve sonuç alıcı bir politika yürütecekseniz.
Şimdi bu yukarıda söylediklerimi okuyup, usturuplu bir küfür eşliğinde bana diğer yöntemi savunabilirsiniz.
Nedir diğer yöntem?
Rus çarlığının halkımıza karşı işlediği soykırım ve sürgünü haykırmak, meydanlara doluşarak onun bu günkü varisi olan Rusya Federasyonunu lanetlemek, tehdit etmek, bütün dünyaya şikayet etmek.
Uğradığınız zulmü ve bu nedenle içinizdeki nefreti cümle aleme duyurmak,
Konsolosluk önünde binlerce insanı toplayarak sözüm ona Çerkes halkının gücünü ve “omurgalı” duruşunu göstermek.
Şaşıracaksınız ama şu sizin yöntemlerinizin hiç birisine itirazım yok.
Eğer halkımızı anayurduna bu yöntemin taşıyabileceğine inanıyorsanız,
Eğer bu eylemlerinizle Rusya gibi bir devletten sonuç çıkartabileceğinize inanıyorsanız,
Eğer Çerkes halkının gücünün ve iradesinin bu devleti dize getirebileceğine inanıyorsanız,
Eğer dün bizi zor kullanarak vatanımızdan atan bir imparatorluğu, bu gün artık bizim de zor kullanarak yola getirip vatanımıza dönebileceğimize inanıyorsanız,
Eğer bu yöntemlerinize anavatandaki kardeşlerinizden destek bulabileceğinize inanıyorsanız, buyurun hep birlikte o yoldan gidelim.
Ama ne yazık ki bu yöntemin başarı şansı şu andaki mevcut konjonktürde sıfır.
Sadece yüreğinizi ferahlatmış olursunuz.
Sadece “ne onurlu bir duruş sergiledim” diyerek kendi ruhunuzu okşamış olursunuz.
Sadece bir günlük deşarj olmuş olursunuz.
Ama bu yaptığınızın sonuca katkısı sıfırdır, hatta olumsuz ve halkımızın aleyhinedir.
Çünkü barışçı yöntemler ve insani talepler çerçevesinden sonuca ulaşmaya çalışanların çabalarını da sıfırlamış oluyorsunuz.
Şehrin bir meydanına toplanıp “ biz geçmişte büyük acılar yaşadık, sürgün ve soykırıma uğratıldık ama halklar arasında ilelebet düşmanlık yoktur, vatanımıza barışçı yollardan dönmek istiyoruz bunun için de devletlerden destek istiyoruz” diyeceksiniz.
Ertesi gün diğer meydana toplanıp “ bizi sürenlerden intikam alacağız, bütün dünya bizim soykırımımızı tanısın ve düşmanımızı lanetlesin, katil Rusya hesap versin ve Kafkasya’dan çekilsin (ah keşke biz bunu söylemekle çekilse), biz bağımsız devlet istiyoruz vs. gibi bir söylem kullanacaksınız.
Vatan mücadelesi yürüten bir halkın aynı süreç içerisinde aynı konu hakkında bu kadar zıt iki söylemi olmamalı.
Bu iki yöntemi aynı anda kullanmak Çerkeslerin vatan mücadelesinde bir çelişkinin, hedefsizliğin ve organizasyonsuzluğun göstergesidir sadece.
Çünkü ikisi birbirini sıfırlayan tarzlardır ve eylemlerimiz sonuç açısından bize hiçbir getirisi olmayan bir debelenmeden ibaret hale gelmektedir.
Şimdi günlerdir izliyorum insanları.
“21 Mayıs'ta Beşiktaş’tayız, 22 Mayıs'ta Taksimdeyiz” “ önce Beşiktaş’ta sonra Taksim'deyiz” diyor bazıları.
Bu tavır aslında tam da birilerinin itiraz ettiği tavırdır.
Yani hiçbir sonuç beklentisi olmaksızın sadece anmış olmak için 21 Mayıs'ı hatırlamak.
Bu anmalara veya protestolara katılacak her Çerkes evladının şunu çok iyi anlamış olması gerekir:
Soykırım ve sürgünün getirdiği yıkımın telafisi, ancak ve ancak vatana dönerek, vatanda yeniden ayağa kalkarak mümkündür.
Dolayısıyla sürgünün acısını yüreğinde hisseden her insanın nihai hedefi bu sonuca ulaşmak olmalıdır.
O halde eylemlerimiz, söylemlerimiz, politikalarımız bu sonuca hizmet edeceği, katkı sağlayacağı ölçüde doğru ve başarılıdır.
Genç arkadaşların öfkesini anlıyorum. Hatta paylaşıyorum da.
Ama o öfkeyi bu hali ile yansıtmak, meydanlara taşımak, bu öfke üzerine politika inşa etmek bizi hedefe götürmez.
Çok kısaca özetlersek önümüzde iki yol var.
Diyalogu öne çıkartan, demokratik ve insani değerler üzerine inşa edilmiş hak talebi.
Bu talepleri gereği gibi gündemde tutabilen ve sonuç alamayıp sertlik politikalarına yöneldiğinde tehlikeli olacağını gösterebilen bir örgütlülük.
Veya;
Bütün politikaları kan, kin, nefret ve düşmanlık üzerine kurulmuş bir söylem.
Muhatabını da tereddüde düşürüp savunma durumuna sokan ve hiçbir somut sonuca ulaşması mümkün olmayan duygusal ataklardan ibaret anlık eylemler.
Bunların arasında tercih yapmak gerekiyor.
Sabah bir meydanda birisine, akşam öteki meydanda diğerine koşturmak, samimiyet açısından değilse de sonuç alınabilirlik açısından sorgulanması gereken bir tutumdur.

Kafamız Biraz Karışık Galiba
Nisan 16, 2011142
Share