Rus şair Yasenin bir otel odasında bileklerini keserek intihar ederken, kanını mürekkep olarak kullanmış ‘veda’ şirini yazmıştı. Yasenin’in intiharından sonra, Rus Fütürist şair Mayakovski, ‘Otel odalarına mürekkep bırakılırsa, intiharlar azalır’ gibi dizesini hatırladığım ‘Yasenin’ adlı şiirini yazmış, intihar ettiğinde ise, Yasenin’in gidişinden henüz dört ay gibi bir zaman geçmişti… Popüler tarihçi Murat Bardakçı’nın Çerkeslerle ilgili alaycı ve aşağılayıcı makalesi günlük gazete köşesinde yayınlamakla kalmamış, ‘Tarihin Arka Odası’ adlı televizyon programında da bu tavrını sürdürmüş, buna program ortağı olan Erhan Afyoncu ile koro oluşturmuş, program konuklarını da bu koroya katarak, yine program ortağı olan Pelin Batu’yu delirtmişlerdir. Delirtmişlerdi diyorum, çünkü Pelin Batu konuşmaların son kısmında iki kulağını elleriyle kapatarak yorumları duymak istememiştir.
Bu program ilk zamanlar hayli ilgi çekmişti. Tarihin popüler bir dille anlatılarak sevdirilmesi niyetli özelliği ile hayli izleyicisi de oldu. Ünlü tarihçi H. İnalcık ve İ. Ortaylı gibi hocaların katıldığı oldu. Bu programlarda terbiyeli öğrenci tavrıyla yürüttükleri program izleniyordu. ‘Tanınmayan’ konuklar çağırdıklarında zıvanadan çıkmaları, dili ve yorum zorlamaları, stüdyoya at getirip yağlanmış eski sporculara at üstünden keçeye ok attırmaları TV diliyle, reyting (rating) kaybı telaşında oldukları hayli açık görünüyor…
Buraya öncelikli iki not düşmek gerek. İlki, kişilerin bende ve herkeste uyandırdığı intiba. Koro’nun ortak özelliği, Çerkeslerle ilgili bilgisiz değil, zır cahil olmaları. Kulakta kalan duyumlarla ‘kara kucak’ yorum yapmaları. Televizyon ekranının ve günlük gazete köşesi sahipliğinin verdiği şımarıklık, ukalalık ile birleşince, dilin endazesi kaçmış, zıvanadan çıkmışlardır. İkinci not da bu durumda başlıyor. Pelin Batu da aynı bilgisizlik içinde olmasına rağmen, insani değerlerini kaybetmemiş, duyarlılığını yitirmemiş ve kişisel bir sorumluluk olarak, bilgisizliğini bilerek itirazlarıyla konunun dahili olmuştur. Bu notlara ek olarak, Murat Bardakçı, ailesinin Çerkes olduğunu sık sık tekrarlayarak, iddialarını daha ahlaksız bir gerekçenin üstüne de bindirmek istemiştir.
Çok uzun zamandır bu ‘veri’ kullanılıyor Türkiye’de. Bir kaç ‘cins’ bunlar. Aile, soy-sop konusunda sıkıntısı olanlar, mutlaka soyunun bir yerine Çerkes yerleştirirler. Ya dedesi, ya büyük babası, ya anneannesi ya da annesi Çerkes olur bunların… Ya da Murat Bardakçı gibi, ailem Çerkes diyerek, ‘haşa ben has Türküm ama ailem Çerkes’. Yani ben has Türkten daha özellikli Türküm demeye getirir… Bunun nedeni muhteliftir. Ancak kimse soyunda Ermeni, Rum ya da Kürt olduğunu öne çıkarmaz, saklarlar… Çerkesler dışında olsa olsa Arnavut ya da Giritlilik söyleyebilirler… Nedeni anlayışın kendi içinde içkin olarak durur…
Giriş cümlesine dönersem, ben de okuyunca ve izleyince programı, kendimden bir yazı bekledim doğrusu. İki şey bunu geciktirdi. Mutlaka KAFFED resmi bir cevap verecektir. Bunu beklemek. Diplomatik ve uygun bir dille bu cevap verildi. İkincisi de, birazcık yatışmak. Silah taşımayı seven Karadenizliler, sokağa çıkarken silahlarını mendile sararak, uçlarını düğümleyip bellerine sokarlarmış. Düğümleri çözene kadar sinirleri yatışsın diye… Benimki sanırım biraz böyle oldu. Kabardeylerde bir söz vardır, ‘O hak etti ama sana yakışmaz’ derler… Ancak internet sitelerinde ve gazete sayfalarında biraz dolaşınca gördüm ki herkes hem bu sözü pek hatırlamamış, hem de çoğu silahını mendile sarmadan evden çıkmış. Binle ifade edilecek sayıda tepki gösterilmiş. Buna sevinmedim değil, sevindim kendi adıma. Ancak nedeni de düşündürdü… Peki, neden bu kadar tepki gösterdik!? Üstelik bir hayli sert… Pelin Batu bu gazaptan sıyırmış, Erhan ve tuhaf konukları de etkisiz eleman kabul edilip, herkes mızrağını Murat Bardakçı’ya savurmuş genel olarak. Bunu, karşılıklı bir ’hak ediş’ olarak anlamak sanırım yanılgımız olur. M. Bardakçı’nın diaspora Çerkeslerinin ulaşabilecekleri son hallerinin bir öncesinin ‘aynası’ olması bizi çok kızdıran sanırım. Daha çok çaresiz gidişatımızı, kaçınılmaz sonumuzu bize çıplak hatırlattığı için tepkimizi dizginleyemedik gibi… Eşitsiz gelişme ve değişme yasasına göre Bardakçı hepimizi sollamış ve büyük fark atmış görünüyor bize. Biz kızıyoruz ona. ‘Biz henüz senin durumunda değiliz. Neden sonumuzu yüzümüze vuruyorsun!’ diyoruz galiba…
Son derece olgun, gerektiği dozda olan Federasyon Başkanının açıklaması yerinde olmuştur. Gösterilen tepkilerde de yersiz şeyler pek yoktu. Her iki biçimde de gerekli cevabı verildi gibi görünüyor. Tepkiler de bir süre daha devam edecek gibi… Bu yazı biraz ‘içe’ doğru olduğu için yazıyı şöyle bitirebilirim sanırım. “Ama eğer Çerkesler, Çerkes olarak yaşamak istiyorlarsa, bunun yeri Anavatanlarıdır. Anavatanda dilini unutsan da geleneklerini kaybetsen de, Çerkessindir. Çünkü yaşadığın yer Çerkes yurdudur. Burada yaşayanlara da Çerkes denir. Diasporada Çerkes olarak bir süre daha yaşamak mümkündür. Ancak Çerkes kalmak mümkün değildir. Dilini ve geleneklerini unuttuğun andan itibaren artık sen yaşadığın toprakların öznesisin. Seni ayıracak bir yanın ve özgün özelliğin kalmamıştır.’’
Söyleyene değil, söylenene bakılırsa bunları görmezden gelebilir miyiz acaba… Hızla hepimiz Bardakçı gibi olunca da, ne yazacak ne da yazılacak şey kalır…
MANSUR BALCI, 16 MART, 2011, İZMİR
nan
Mansur Balcı