Gerçekler için, hayallere ihtiyacımız var.

Nalçik şehir parkında yazın serinlemek için halka açık, yapay gölün kenarında çayla patatesli Çerkes böreği yiyoruz yeğenimle. Henüz altı yaşına girdi ama akıllı. Arkadaşlık ediyor sıkmadan-sıkılmadan bana… Parkın içinden akan suyun bir yerinden kesip, derinleştirilmiş çukura ki bu üç futbol sahası kadar olabilir, suyla dolduruyorlar, Göletin sonunda da fazla su tekrar dere yatağına bırakılıyor. Şimdi kış, su yok, boş. Yağan kar ve biriken su da donmuş durumda ama yazın nefes alma yerlerinden biri. İlgi yüksek. Bir iki tane daha olduğunu duydum. Arada bir yeğenimin, “ne okuyorsun?” sorularına uygun cevaplar vermeye çalışarak, 13 Mart Ankara’da yapılması düşünülen Çerkes mitingine çağrı metnini okuyorum… Orta Doğu’dan taşıp Kuzey Afrika’yı da saran isyan ateşleri… Sonucu ne olursa olsun eylemin tarzı ve insani yanı bakımından akılda kalıcı izler bırakan Mısır; ne olduğu ne olacağı belli olmayan, kan gölüne dönmüş, dönmemişse de buna aday Libya… Ve her Arap’ın kafasında ve sokağında dolaşıp duran ayaklanmalar… Bir tarafta eli kanlı diktatörler bir tarafta Arap dünyası… Diktatör ve kabileleriyle Arap dünyası savaş halinde. Şiddet yukarı, kuzeye doğru tırmanıyor. Irak’ta onarılmaz acılar bırakıp, Çeçenistan-Osetya kapısından Kafkasya’ya girmiş durumda. Promete’nin kalbi sökülerek her gün yaşadığı acıyı Çerkesler birlikte yaşıyorlar yine. Tanrının acılarla dolu torbası bu coğrafyadan geçerken delinmiş sanki… Bu acılı coğrafyanın bir ucunda Kafkasya, öbür ucunda cümle Arap dünyası. Enerji koridorunun giriş-çıkış kapısı. Büyük güçlerin çalışma masasında sürekli açık duruyor gibi Kafkasya’nın siyasi haritası… Cinayetler, gün be gün artan sosyal endişe… Akdeniz’de korku yüklü gemilere eşlik eden yolcu uçakları. Özel jetlerle söyleşiye gidip gelen televizyoncular… Naklen yayın. Sanal ile gerçek karışımı görüntüler ve duygular. Kan, barut, yanık et kokuları, şaman ayinlerine benzer kitlesel gösteriler, çığlıklar ve nihayet petrolün vurduğu herkes. Tüm dünya… Bütün bunlar her mekanda, her konuşan insandan duyduğumuz bir zaman diliminde, Nalçik’de, şehir parkındaki yapay gölün kenarında, abartılı döşenmiş kır kahvesinde çay-börek yemek ne kadar anlamlı ki… Bütün bunların içinden sıyrılıp, aklı berraklaştırıp; hatırlamalar, ön tahminler ve sonuçlar çıkararak yazmak ne derece mümkün bilmiyorum… Mümkün olsa bile nerden başlamalı… Elimdeki çağrı metni ne anlam taşıyor… Gerçekliğin neresinde… Amaç ne? Bunları düşünmeden edemedim. Yeğenimin ’göle taş atalım’ talebi daha gerçekçi gibi… Kafkasya’ya geldiğim ilk zamanlar, Osetya’da üniversite okumuş, Nalçik’e yerleşmiş ev-bark sahibi, annesi Çeçen babası Kabardey ve marangozluk yapan biriyle tanışmıştım. “At binmek, düğünlerde dolaşmak, dağda piknik yapmak için mi yoksa bir şeyler yapmaya mı geldin” diye sormuştu. Soruyu iş yerinde sorduğu için işle ilgili diye tahminde bulmuştum ama hâla sıkı devrimci olduğunu anladığımda, tahminimde yanılmış, kafam karışmıştı… kem… küm… geçiştirdim. Çünkü ben sadece gelmiştim. Daha sonra araşmadığımıza göre, cevabımı beğenmediği açıktı artık. Ancak besbelli ki Çerkesler eskisi gibi politikaya ilgisiz değiller. Çerkesler merkezli politika düşünüyorlar, ya da en azından düşünmeye, bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Bu iyi. Hatta, ‘yapılan her şey doğru mu’ sorusunu bile soruyorlar. Eskiden, ‘yapılsın da ne yapılırsa yapılsın’ yaygın söylem idi. … Elimdeki çağrı metnine dönersem; KAFFED metinle ilgili sitesinde kamuoyuna bir açıklama yaptı. KAFFED’in kamuoyuna açıklamalarında mealen diyorlar ki; Evet, artık Çerkesler politika yapmalıyız. Etkili politika yapma aparatlarını da geliştirmeliyiz. Böylece eski örgütlerimiz politikayla değil, gerçek işleriyle ilgilenirler. Ama politikayı da gerçekçi ve sosyal bir temelde yapmalıyız. Psikolojik rahatlamalar için değil, sosyal hamleler üreterek olmalı. Var olan örgütleri görmezden gelerek, bu güne kadar yapılanları görmezden gelerek her canı isteyen bir şeyler kurarak olmaz. Enerji ve kıt kaynakları akıllı kullanmalıyız… Akıllı önermeler ve taleplerle yapılmazsa politika, hamasete dönüşür, husumet üretir ki bu ne kadar yarar getirir diye ortaya sorular bırakıyorlar… … Kimi zaman hepimizin başına gelir. Bir fikir ürettiğimizde, bizden başka kimsenin aklına gelmeyeceğini sanırız. Aklımıza geleni yapmak istediğimizde de sanki daha önce hiç yapılmamış zannederiz. Öyle güveniriz ki aklımıza, yada o işi yapmaya o kadar çok ihtiyaç duyarız ki; daha önce yapılmışlara bakma gereğini bile duymayız. Öz benci oluşumuz, her şeyin merkezine kendimizi koymamızı zorunlu kılar. Yetmez, kendimizi de buna inandırırız. Öte yandan, ok’u yaydan fırlatınca, onun ıslık sesinin peşine düşen de oluyor. Elimdeki mitinge çağrı metnini kaleme alanlar bu tür duygular içinde gibiler. ‘Bölünmüşlüğümüz güçsüzlüğümüzdür’ diyerek, bölmenin mantığını anlamak kolay değil bence de. Üstelik ‘yetersiz’ dediğimiz çevrelerin gücünü potansiyel ‘gücümüz’ varsayarak… Böyle olunca da hamaset dili iyice ayyuka çıkar. Bu dilin üreteceği şey de husumettir. Gösterdiği uzaklık da işaret parmağının boyundan fazla değil. Anadil ile ilgili eksik kalan bir tek miting miydi? Bu ise bunu var olan örgütlere önermek yerine, örgüt kurup, sanki her şey kendimizle başlıyor muş gibi havalara giren abartılı bir hamaset diline başvurmak, Çerkes kamuoyunu ve bu güne kadar bir şeyler yapanları ve yapılanları en azından hafife almak değil mi? ‘Çerkes kalma kararlılığımızı güçlü bir iradeyle ilan etmek için artık meydanlara iniyoruz’ ‘Çerkes hakları inisiyatifi bu maksatla oluşturuldu. Halkını seven hiç kimse, bu inisiyatifin arkasında kim var diye sormasın’ merakını yenemeyenler de varsa, ‘bu inisiyatifin arkasında sadece Çerkesler, iyi niyetli yürekli Çerkesler var’. Kendi kendimize kahramanlıklar üreterek birbirimizi inandırma geleneğimizi bir türlü bırakamadık. Nedense her şeye önce kendimize yüksek bir paye biçerek başlıyoruz. Daha ortaya bile çıkmamış, kim olduklarını ne yapmak istediklerini bile sorana-soracaklara ‘halkını sevmeyenler’ olarak ilan edecek kadar arsız yargılar üreterek, yıllardır bu işlerle uğraşan ve kendince mesafe kat edenleri ya bilmiyorlar ya da dünyadan haberdar değiller. Tuhaf olan düşüncelerden biri de bu mitingle ‘artık Ankara’da devlet binalarında görünür olunacağı’ gibi hamaset. Güçsüzlüğü abartılı güç gösterisi laflarla kapatmak, kendi isteklerimizi de ‘toplumun istek ve ihtiyacıymış’ gibi paketlemek genel politikanın bilinen zaafları… Yangın yerine dönmüş yaşadığımız coğrafyanın bütün sorunlarına, bu sorunların ‘neresindeyiz?’ diye kendimizi ararken bu tuhaf çağrı ve niyetleri konuşmak, düşünmek ve Nalçik parkında çay ile Çerkes böreği yemek kadar tuhaf geliyor bana da. Bu nedenle, KAFFED’in kararına katılıyorum. …. Söz buraya gelince, KAFFED ile iletişim anlamında bir dil kurulabilir mi acaba… Çerkeslerin, özel olarak da Çerkes örgütlerinin ortak bir hedefleri var mı? Politika yapsın yapmasın herkesi içine alan bir ortak amaç, hedef, moda deyimle yol haritası var mı? Karıncanın amacı hacca gitmekti. Onun hedefi var. Kızıl Elma, Megolaideal, Turan gibi amaçları olanları biliyoruz. Peki Çerkesleri içine alan bir ortak hedef var mı?’ Varlığımızı sürdürmek’ cevabını aşan. Çünkü varlığımızı sürdürmek çok soyut. En azından şu soruya yanıt vermeli. Peki ne yapmalıyız? Varlığını sürdürmek amacı somutlaşmaz ise yok olmanın uyku haline dönüşmez mi?... Ortak bir amaç ve yol olmayınca yukarıda söz etmeye çalıştığım miting ve çağrı metni örneğinin ortaya çıkması değil, ortak amaca hizmet edip etmemesinden bakabileceğimiz. Böyle olunca da yapılan işler üzerinden tartışılmak zorunda kalınıyor. Aslında husumet olmaz ise de kırgınlık üreten durum niyetten çok, durumun kendisi… Ortak bir amaç niyetiyle ilişkileri sıklaştıran, ortak aklı bulmaya çalışan (çalışmalar da var). Bunlara şahsen yüksek değer biçiyorum. Belki de bunların yanında herkesin anlayacağı ve kimseyi dışarıda bırakmayan, kolayca anlaşılan ve yaygınlaştırılabilen ortak bir amaç konuşulamaz mı? Bulunamaz mı? Her Çerkes, hangi coğrafya ve zaman diliminde olursa olsun ‘yapacak bir şeyleri içkin olarak taşıyan’ bir ortak hedef-amaç-yol… Her davranış veya kalkışmanın ‘sağlamasını’ verecek duruş ve niyet… Belki de sorun burada gibi. Ankara’da miting yapmak isteyenler de, diğer tüm çabalar gibi ortak bir kanalda akmayan, kendi kanalını yaratmaya çalışan kalkışma değil mi? Unutmamak gerekir ki küçük ve büyük işler ortak bir yataktan aynı yere akmazsa sonuç alıcı çaba değil, kişileri tatmin eden çabalar olarak kalır. Bunlar da sosyolojik değil, psikolojiktir. Bizim sosyolojik çabalara ihtiyacımız daha çok sanırım… Hayallerimizi ve düşlerimizi ayrı ayrı yaşayabiliriz, ama ne zaman hepimiz aynı hayali ve düşü görmeye başlarsak o zaman ‘bir ortak amaçtan‘ söz edebiliriz…En çok ihtiyacımız olan bu değil mi dersiniz? … sonuç yerine: Ortak amaç-hedefin merkezi diaspora mı olmalı? Yoksa, Anayurt mu olmalı? Anayurt olmalı.1 Diaspora Çerkesleri’nin tamamı yada tamamına yakını Anayurt’a göç eder mi? Sanmıyorum…2 Anavatan’da nüfus sorunu var mı? Evet.3 Anayurt’da nüfusun sosyal ve ekonomik olarak gelişmesi ve güçlenmesi sorunu var mı?Evet.4 Diaspora Çerkesleri’nin varlıklarını sürdürebilmeleri için kendilerini her bakımdan besleyeceği, yeniden kendilerini, dillerini ve kültürlerini üretme sorunu var mı? Diasporadaki faaliyetler buna yetiyor mu?Asimilasyonun gücü, hızı ve etkisi zamanla doğru orantılı artıyor mu? Evet.5 Sonuç olarak, diaspora nüfusunun anavatana dönük düşünür olması, anavatana doğru akan, var olmanın artık başka bir coğrafyada olmayacağı fikrinin akıllara kazınması ve anavatana doğru bir nüfus hareketinin ‘ortak bilinç’ haline getirmek, öncelikli politik görev olabilir mi? Gerek bunun olabilmesi için, gerek ise ihtiyaçtan dolayı; anavatan nüfusunun sosyal ekonomik açıdan güçlendirilmesi, anavatanın çekim merkezine dönüşmesi için çaba harcamak ortak bir iş-amaç-ideal olabilir mi?Evet.6 Bu ortak amaç anavatan Çerkesleri tarafından benimsenmeden, onların seçtiği yönetimlerin de amacı olamayacağı açık. Bu iki kanalın oluşturulması mümkün ve zorunlu mu? Evet.7 Kısaca, herkesin birey olarak ya da bir araya gelerek yapabilecekleri şeylerin olduğu; yapılan her şeyin değerli olup, ortak amaç kanalından ortak denizimize dökülen bir hayat kuramaz isek, şikayetler içinde eriyip gitmekten kurtuluşumuzun olmadığı artık çok açık. Anavatanın sosyal kültürel, ekonomik ve nüfusun niteliğini geliştiren, nüfusun niceliğini arttıran çekici ve cazip hale getirmek, bu çekim alanına doğru diasporadan bir nüfus akışının engellerini kaldırmak, olanaklarını yaratmak ortak bir ideal olabilir mi, olmalı mı?Evet.8 Keşke yukarıdaki miting niyetinin ‘sağlamasını’ yapabileceğimiz bir ortak üst duygumuz, ortak idealimiz olsaydı… Çağrı metninin dili öyle olmazdı. Metni yadırgayanların dili de… Boş göle taş atan yeğenimi izlerken ve bütün bunları düşünürken çayım soğudu. Boş göle taş atmaktan da çok hoşlanmayan yeğenim, artık gidelim dedi. Aklımın bir yerine ilmik atıp ayrıldık oradan. Nalçik’de karlı ama ılık bir hava var. Kendine özgü suskunluk mu sükunet mi? Anlaşılmayan, fakat unutmaya çalıştığı acılarını, kaygılarını ve özlemlerini yaşadıkları caddelerden geçerek, Lenin Caddesi’nden yavaş yavaş iniyoruz şimdi… Umudum var mı?Evet…9 Mansur Balcı, 26 Şubat 2011, Nalçik
Share