Hasan Efendi, şehrin merkezindeki büyük parkın bekçisiydi. Buraya aileler pek gelmezlerdi. Buranın müşterileri, yakındaki resmi daireler ve özellikle gecekondu mahallelerinden gelen işsizlerdi. Hasan Efendi, resmi dairede çalışanlardan memnundu.
+''+"Normal insanın hali başka canım, normal insana can kurban" derdi. Bunlar, mesai saatleri dışında gelip gazetelerini okurlar,sohbet ederler sonra kalkıp giderlerdi. Diğerleri öylemiydi ya! Onlar işsiz güçsüz takımıydı. Yaz aylarında bile, ayakkabılarında hiç eksik olmayan çamurlarıyla gelirler, hep bir ağızdan bağırarak konuşurlar, beşer onar kümelenirler, işçi arayan biri geldiğinde hepsi birden konuşurlardı. Bunlar; sıraların üzerinde yatarlar, ekmek, peynir, domates gibi yedikleri şeyleri hep sıraların üzerinde bırakırlardı.
Hasan Efendi, bunları hiç sevmezdi. Elinden gelse,hiç birini içeriye almayacaktı. Hatta bu yüzden, amirlerine çıkmış; "Bunları içeriye almayalım. Parkın etrafını telle çevirelim. Ben kapıda dururum, normal insanlardan başkasını almam" demişti. Ama, amirleri kabul etmemişler; "Olmaz, şehrin merkezinde turistlere ayıp olur." Demişlerdi.
Güneşli bir bahar sabahıydı. Sabah erkenden,yükünü almaya başlayan park, artık kalabalık sayılırdı. Hasan Efendi, günlük denetimini yapıyor "uygunsuz bir şey" görürse düzeltiyordu . Her nasılsa, boş kalmış bir sıranın üzerine bir adam uzanmıştı. Hasan Efendi bunu görünce söylenerek hemen o tarafa seyirtti. Ama adama yaklaşınca duraksadı. Bu öyle işsiz güçsüz takımından birine benzemiyordu. Üzerinde kalın, siyah bir palto vardı.
Çantası ve şemsiyesi yanı başında duruyordu. Hasan Efendi, rahatsız olmalı diye düşündü ve sıraya yaklaşıp sordu:
-Efendi, rahatsız mısın?
Adam kafasını çevirdi. Karşısında, bekçiyi görünce doğrularak:
-Hayır!
-Niye yatıyorsun peki?
-Ne o! Yatmak yasak mı yoksa?
-Yasak ya.
Adam gülerek, eliyle yanı başındaki ağaçları gösterdi.
-Bu ağaçlara dokunmakta mı yasak?
Hasan Efendi, önce bir durakladı. Sonra, gözü, "sıralara uzanmak yasak." "Çöp dökmek yasak" yazılarına takıldı. Ağaç konusunda bir yasak yoktu ama,serbestlikte yoktu. O zaman, yasak olmalıydı.
-Yasak ya! Ağaçlara ellemekte yasak.
Adam oturduğu yerden kalktı.
-Bak bekçi başı, seninle bir anlaşma yapalım. Sen yasak olmayan bir kelime söyle bana. Ben sana beş milyon lira vereyim.
Hasan Efendi bu söz üzerine şaşırdı. Adamı şöyle bir süzdü. Efendiden birine benziyordu. Yarı inanmamış bir şekilde;
-Benimle şaka yapma bey.
Adam gayet ciddi.
-Yok şaka falan yaptığım yok. Deyince,
Hasan Efendi, bir an düşündü. Denemekle ne kaybederdi sanki? Beş milyon lirada az para değildi. Hem çok basit bir şeydi. Bir kelime söyleyecek beş milyon lira alacaktı. Adama dönerek:
-Alırım ama beş milyon lirayı! Dedi.
Adam elini cebine attı. Beş milyon lira çıkardı
-İşte para dedi, yeter ki sen kelimeyi bul.
Hasan Efendi, adamın caymasından korkarak, aklına gelen ilk sözü söyledi hemen.
-Yürümek.
Adam güldü.
-Olmadı,Hasan Efendi. Konuşmak yasak olmaz olur mu? Herkes istediği yerde, istediğini konuşabilir mi? Ne olur o zaman memleketin hali? Yasaklardan hiç mi haberin yok senin?
Hasan efendi;
-Oturmak, dedi.
Ama , adam öyle bir anlattı ki. Hasan Efendi şaşırdı kaldı. Ooo!.. Meğer, ne çok oturma yasağı varmış. Öyle benzeri yerde oturulamazmış. Sonra oturma grevi, oturma boykotu derlermiş. Bilmem kaç seneden başlarmış. Bundan sonra Hasan Efendi iyice kaptırdı kendini. Aklına ne gelirse söylüyordu. Ama adam hepsinin bir yasağını bulup çıkarıyordu.
Şimdi başlarına kalabalık bir grup toplanmıştı. Hasan Efendi'nin hiç sevmediği bu işsiz güçsüz adamlar bekçinin, bir adamla ateşli ateşli konuştuğunu görünce gelmişler, onlarda tartışmaya katılmışlardı. Hasan Efendi, ilk önce onların geldiğine sinirlenmiş, ya parayı onlar alırsa diye düşünmüştü. Adamların söylediği her sözcükte önce bir irkiliyor, ama onun yasak olduğu anlaşılınca, çocuklar gibi seviniyor, hemen kendisi bir kelime söylüyordu. Adam hepsinin sözlerini tek tek dinliyor, sonra hepsine ikna edici bir yanıt veriyordu.
Artık tartışma iyice kızışmış, kalabalık artmıştı. Derken biraz sonra bir polis geldi. Kalabalığın yasak olduğunu söyledi ve dağıttı. Ama Hasan Efendi adamın peşini bırakmadı. O kelimeyi mutlaka bulacağını söyledi. Adam da;
- Anlaşma geçerli. Bul kelimeyi al beş milyon lirayı, dedi.
Bundan sonra; eski Hasan Efendi gitti, yerini hep düşünen, kendi kendine konuşan bir Hasan Efendi aldı. Parka gelen hemen herkese soruyor, ama verilen yanıtların hiç birinden tatmin olmuyordu. Biraz düşünüp, söylenen her kelimenin yasağını artık kendisi buluyordu. İşin ilginç yanı, artık bir kelimenin yasak olduğunu öğrenmek, kendisini daha çok sevindiriyordu. Yasak olmayan bir kelime bulup parayı alsa , belki bu kadar sevinmeyecekti.
Artık Hasan Efendi'nin adı; "Yasak Hasan Efendi" diye çıkmıştı. Nihayet bir gün, "görülen lüzum üzerine" Hasan Efendi'nin işine son verildi.
Şimdi;Yasak Hasan Efendi, bir kahvede çaycılık yapıyor. Herkes tanıyor onu. O kelimeyi bulma hayalinden de vazgeçmiş değil. Hemen her gelen "bir çay" demeden önce, Hasan Efendi'ye bir kelime söylüyor, Hasan Efendi de ardından yasağını yapıştırıyor.
Sahi, siz biliyor musunuz o kelimeyi? Yazın bana, alın beş milyon lirayı.
+'
'+Adnan Özveri