Yamçılı Söyleşiler: Bir Radyo Deneyimi

"İletişim Çağı" son yılların çokca edilen lafı. Hemen her alanda (Körfez Savaşı'ndan dünya borsa piyasalarına kadar) kullanımı ve yüksek teknolojisi ile çağımıza damgasına vuran iletişim. Herhangi bir konuyla (diyelim kültürle) ilgili bilgiye ulaşmak isteyen ve yeterli donanıma sahip birinin yapacağı şey, parmaklarını tuşlarda gezindirmek gibi basit bir işleme indirgendi. Gerekli maddi yükü karşılayabilenler için, bilgiye ulaşmak - bilgiyi ulaştırmak artık çok kolay. Böyle bir olanağı kullanarak gerçekten gereksinim duyduğumuz tanıtım ve kamuoyu oluşturma alanlarında yapılabilecek şeylerin olduğu açık.

+''+

Tanıtım ve kamuoyu oluşturma adına klasikleşmiş araçlar da önemini yitirmiş değil. Radyo ve televizyon yaşamın köşebaşlarındaki yerlerinde, böyle olmaya da devam edecek.

* * *

Abhazya savaşı ile Kuzey Kafkasyalılar olarak, yaşadığımız coğrafyalarda 1864 sonrası nerede olduğumuzu (olmadığımızı) daha iyi anladık. Ne George Dumezil gibi dil emekçilerinin çalışmaları, ne de soyut "Çerkesler iyi insanlar, güzel kültürleri var" imajı yeterli olmadı. En yoğun yaşanan Türkiye'de dahi "neresidir Abhazya, kimlerdir Abhazya?" diye yola çıktık. Medya uzun süre bocaladı; Abhaz-Abaza-Abhaza-Türk Abhaza-Ayrılıkçı Abaza... kararını verinceye kadar günler geçti. Araştıranlar doğruyu buldu, araştıma zahmetine katlanmayan veya siyasi çıkarlarına denk düşmeyen, gerçekleri yansıtmak istemeyenler olayları diledikleri gibi yorumladı. Bizler ise önemini geç algıladığımız kamuoyu oluşturma adına adımlarımızı bocalayarak attık. Bir süre yığınları pasifize etmeye yönelik lobicilik çalışmalarına yoğunlaşıldı. Devletin zirvesi ile yapılan görüşme kitle desteği ile gerçekleşince anlaşıldı ki bir gücünüz varsa dikkate alınıyorsunuz.

Abhazya savaşı sonrası yaşanan Çeçenistan savası ise Kuzey Kafkasyalıların, etniklikleri ve kültürleri ile birarada olamayacakları siyasal çevrelerle birlikte anılmasına yol açtı. Nedenler uzun uzun tartışılabilir, ancak bir gerçek var ki medya bayrak ve kukla yakarak siyasi şov yapanları Çeçenistan savaşı ile özdeşleştirildi ve kamuoyu bu doğrultuda yönlendirildi. Çeçenistan'da insan hakları ihlallerini Rusya Federasyonu gözlemcileri onaylarken, Türkiye'de medya Avrasya ile ilgili "terörist mi, eylemci mi?" sorgulamasını sürdürdü günlerce.

Abhazya savaşı koşullarında insanların ilgisizliğine, taleplerimize karşı soğukluğuna bakarak "vay be" çekerken, 1864'den bu yana nerede kaldığımızı sorgulamıyorduk. Çeçenistan savaşında etnik kimliğimizi dahabaştan reddedenlerin siyasi şovları medyada yer alır ve kamuoyu bizleri siyasi angajmana tabi tutarken, biz gazete elimizde söyleniyor veya televizyon karşısında kendi-kendimize homurdanıyorduk. Doğrusu sesimizi yükseltme gereği de duymadık, sessiz sitemlerimizle geçiştirdik olayları.

* * *

Kültürlerin korunabilmesinin, tanıtılabilmesinin ve geleceğe taşınabilmesinin yolu savaşlar değil, terör eylemleri hiç değil. Toplumların kendi içlerine dönük yaşamaları veya sorunların çözümü için yüksek düzeyde temaslar da değil. Görsel tanıtımın yeterli olmadığı da açık. Beğeniyle izlenen Kafkas folkloru-düğünü, iştahla yenen Çerkes tavuğu insanların kafasında Çerkes Ethem'e galip gelemiyor.

Savaş koşullarında, savaşın acılarinı dindirmek için birşeyler yapmak istediğimizde ise, yeterli çalışmayı önceden yapmadığımız için olaya tanıtımla başlamak zorunda kalıyor, enerjimizin-maddi olanaklarımızın önemli bir bölümünü bu alana sevk ediyoruz.

1864'den bu yana yaşanan coğrafya özelinde nerede kaldığımız tabii ki sorgulanacak. Özellikle yaşanan savaşlarla bu süreç başladı. Öncelikle "etnik kimliğimizle" ayakta durarak kültürümüzü geleceğe taşıyabileceğimiz konusunda uzlaşmamız ve bunun için gerekenleri yapmamız, ertelenemez bir anlayış olmalı. Etnikliğimizle bağdaşmayan şeyler ortaya çıktıkça reddetmek yerine, bu ülkede herkesin yararlandığı olanaklar değerlendirilmeli ve etnikliğimizle ilgili gerçekler birlikte yaşadığımız insanlara aktarılmalı. Böyle bir çalışma birilerinin hoşuna gitmeyebilir. Ancak gerçeklerden hoşlanmayacak birileri varsa onlar düşünsün. Bizim bir de bunu düşünerek yitirecek zamanımız kalmadı.

* * *

İstanbul'de amatörce yürüttüğümüz radyo çalışmasına değinmek için kaleme alınan yazının sınırlarını zorlamadan toparlamaya çalışalım. Abhazya savaşı ile birlikte kendimizi tanıtabilmek, Türkiye kültür mozayiğinin etniklerini tanımak gibi bir anlayışla yola çıktığımızda gördük ki doğru yoldayız. Yaşadığımız ülke insanları Çerkes, Abaza, Çeçen gibi kavramlara çok yabancı değildi. Biryerlerden duyulmuştu, ancak ne olduğu belirsizdi. Yıllarca siyasi otoritelerin ve belli siyasi çevrelerin pompaladığı gibi "kardeşti" onlar. Ama Kafkas Türkleri miydi, kökenleri neydi, Çerkes Ethem kimin nesiydi, Abhazlar ayrılıkçı mıydı, Çeçenler Türkiye'deki Kürtler gibi miydi, vb pekçok soru ortadaydı. Benzer şekilde biz Lazları, Süryanileri, Boşnakları... tanımıyorduk.

Kendimizi kendimize değil başkalarına anlatabilmek gerekiyordu. Etnik kimliğimizle yola çıkıp gerçeklerden söz edeceğimiz için de kurumsallaşmak gibi bir kaygı taşımadık. Doğruları genelleştirebilir, özeldeki düşüncelerimizi altını çizerek aktarabilirdik. Öyle de yaptık. Böyle bir çalışma yeni arayışlarla sürerken Ekim 1996'da radyo yayınına başladık. İstanbul'un geniş bir kesimi, Yalova ve Biga çevresinden dinlenebilen Çevre Radyo (FM 105.7), Türkiye'deki etniklerin kendilerini ifade etmesi için çağrıda bulundu. Radyoda program yapan Laz arkadaşlarımızın da desteğiyle biz de Yamçılı Söyleşiler'e başladık. Ekim 96'dan bu yana her çarşamba 20:00-22:00 arası program sürüyor. Sansürü olmayan bir yayın anlayışına sahip radyo. Kuzey Kafkasya'yı ve yerleşik halklarını, kültürünü, 21 Mayıs'ı, Tevfik Esenç'i ve yitip giden anadili, faili meçhul Mahmut Özden'i, İstanbul'deki kültür derneklerimizi anlattık, tanıttık. Özelde savaş yaşayan Abhazya ve Çeçenistan'a geniş programlar yaptık. Edebiyattan söz ettik.Adığece-Abhazca-Alanca-Lezgice-Çeçence ... her programda şarkı dili olup ulaştı dinleyicilere. Yetemediğimiz yerde konuklarımızla sunuyoruz programı. Dinleyicilerimiz sadece Çerkesler değil, yanı sıra Çevre Radyo'nun çeşitli halklarına mensup dinleyicilerimiz de var. Gürcü-Laz-Kürt-Azeri vd izleyiciler.

Canlı telefon bağlantıları sırasında bizim için sürpriz olmayan durumlarla karşılaştık. Öğrenci, işçi, memur vb farklı sosyal tabakalardan; şeriatçısından sosyalistine farklı siyasi anlayışlardan Çerkesler aradı. İstanbul'da yaşayan, varolan derneklerden herhangi birindeki çalışmalara katılmamış ama kültürü adına birşeyler yapma isteğini anlatan Çerkesler de aradı. Çerkes olmayan dinleyicilerden gelen telefonlar, radyo programı öncesi yapılan çalışmaların ortaya çıkardığı sonuçları doğruladı. Bizleri, Çerkesleri tanıyor bir arada yaşadığımız insanlar. Bilgileri yüzeysel. Çevre Radyo dinleyicileri ile sınırlı kalsa da, radyo programınının tanıtıma bir destek sağladığı söylenebilir.

Düşüncenin özgürce ifade edilmesinden yana anlayışımızı, canlı telefon bağlantılarında pratiğe dönüştürebiliyoruz. Herhangi bir konuyla ilgili yorumda bizim gibi düşünmeyenler yayın kesilmeden konuşabiliyor, tartışabiliyor. Hatta dinleyicilerin kendi aralarında tartışmaları da olası. Özellikle etnik kimlik ve kültürel sorunların ve çözümlerin gündeme geldiği programlarda tartışmalar yoğunlaşıyor. Örneğin şeriatçı veya ülkücu olduğunu açıktan belirtip yayına telefonla katılan Çerkesler, konuyu kendi yaklaşımlarıyla irdeliyor. Onlara karşı tavır ise sadece Çerkeslerden gelmiyor, mozayiğin diğer etniklerine mensup insanlar da tepki gösteriyor, sorguluyor. "Sadece Çerkeslik adına yola çıksalar dahi o çevrelerde nasıl yer alıyorlar?" gibisinden. Tabii Çerkes olmayan ama programa olumsuz yaklaşanlar da var. Kısacası "Çerkeslik falan deyip bölücülük yapmayın" demeye getiriyorlar.

Hani bir anlayış vardır: "Aman içimize siyaset girmesin, bizi kavgaya, bölünmeye götürür" gibi özetlenebilir. Farklı siyasi anlayışlar biz istemesek de var. Yani Çerkeslik dışında böyle bir mantıkla zaten bölünmüş durumdayız. Bizim yaptığımız ise etnik oluşumuzun siyaseti. İçimizde buna tahammül edemeyenlerle etniklik ve kültürümüz adına ne gibi adımlar atabileceğimizi (atamayacağımızı) sorgulamak gibi bir lüksümüz de yok.

Doğal olarak programın amaçlarından biri de, örneğin Tevfik Esenç'i ve yitip gidip Vubıh dilini anlatırken anadil konusunu da irdelemek. Anadille eğitimi gündeme getirmek ve Türkiye'nin çocuk hakları sözleşmesimnde çekince koyduğu anadille ilgili maddeleri tartışmak. RTÜK'ün (Radyo Televizyon Üst Kurumu) radyoya faks metni ile bildirdiği "Türkce dışında yayın yapma yasağını" dinleyicilerimize duyurmak ve onların tepkilerini almak.

* * *

YAPILAN VE YAPILACAK RADYO (hatta televizyon) programlarında yayınevi sahiplerinin siyasallığı önemli. Etnik kimlikten taviz verilmemesi gerekliliği nedeniyle önemli. Örneğin TV'de izlediğimiz, Karadeniz bölgesini ve insanlarını anlatan programlar var. Bu programların amaci açık ki Lazları anlatmak değil. Belki Temel'i anlatıyorlar ama Lazları değil. Belki izleyici Lazları izlediğini düşünüyor ama değil. Karadeniz'de, sadece TV programında aktarılan insanların yaşamadığı, Rumların-Ermenilerin-Çerkeslerin... yaşadığı gerçeği bir yana, Lazların etnik kimliği de tahrif edilebiliyor. Laz arkadaşlarımız radyoda yaptıkları programlarla Lazlarım kim olduğunu, nerelerde yaşadıklarını, her uzun burunlunun ve her adı Temel olanın Laz olmadığını anlatıyorlar dinleyicilere.

Tanıtım ve kamuoyu oluşturmaya katkı sağladığını düşündüğümüz radyo çalışmasının sürekliliği önemli. Bu arada dinleyicilerimizden gelen 2 saatlik yayının arttırılması, her gün yayın yapılması, hatta TV yayını yapılması talepleri var. Bizi aşan talepler. Özellikle yöresel-bölgesel ağırlıklı medya olanaklarinı değerlendirmek olası. Hatta bölgelerle sınırlı olmayan yayın da gündeme getirilebilir. Biz Nart aracılığıyla böyle bir çağrı yapıyoruz. Varolan ve birilerinin kullandığı olanaklardan yararlanmak, geleceğe yönelik atılacak adımlarda bizim önümüzü açacaktır.

Dünya kültür mozayiği içinde diğer haklar kadar -ne eksik, ne fazla- yer alabilmek umuduyla... Çabasıyla...

+'



'+Yaşar Güven

Share