Adığe Bilim Araştırma Enstitüsü'nde görevli bir grup bilim adamımız kültürel değerlerimizi derlemek ve incelemek üzere Mayıs ayında Türkiye'ye geldiler. Bu çalışmaya katılan tarihçi Cendar Mariyet Düzce anılarını Adığey Cumhuriyeti'nde yayımladı. Önemli gözlemler içeren Cendar Mariyet'in anılarını okuyucularımızın bilgisine sunuyoruz.
+''+Şhalahoköy düzenli küçük bir köy. Halkının çoğu Şhalaho olduğu için bu ismi almış. 37 aile yaşıyor. Konuk olduğumuz eve tüm köy halkı toplanmış gibiydi. Bizi değerli konuklarını karşıladıkları gibi karşıladılar. Anlattıkları ve hatırladıkları çokça. Ancak bunları anlattırabilmek için bizim de çok konuşmamız gerekli oldu. Yaşlı kadınlar bize "Bunca yıl yaşadık, şimdiye dek bir tek Adığe gelip bize bir şey sormadı. Birileri de bizi hatırladılarsa sağ olsunlar" dediler.
Adığe Bilim Araştırma Enstitüsü ve Adığey Devlet Üniversitesi görevlilerinin Türkiye'ye düzenledikleri bilimsel araştırma gezisinde ben de bulundum. Soydaşlarımızın yaşadığı bu ülkeye gidişimizin nedeni onların folklorik ve etnografik ürünlerini derlemekti. Türkiye'de herhalde Adığe yaşamayan, (Adığelerin bulunmadığı) tek bir yerleşim birimi olmasa gerektir. Biz 100 civarında köyde araştırma yaptık. İlk uğrak yerimiz Düzce oldu. Bu ilçenin 80 bin nüfusunun 20 bini Adığe. İlçe çevresinde 58 Adığe köyü var. Köylerin en büyüğü 100 haneli. Bizim grubun görev alanı burasıydı. İlçeye gelişimizde bizi ilk karşılayan Dernek Başkanı Nemeriko Aziz idi. Aziz'in salt tavır ve hareketleri dahi Adığe olduğunu belli ediyor. Bizi beklediği belliydi ve büyük bir memnuniyet içerisinde bizi kalacağımız yere götürdü. Yanlış bir şey söylemekten veya cümle kuramamaktan korkarmışçasına konuşuyordu. O günü ilçe merkezinde geçirdik ve buradaki Adığelerle görüştük. Görüştüklerimiz arasında 62 yaşında ve ekonomik durumu iyi bir hemşehrimiz vardı. Yalvarsan da anavatanına dönecek biri değil ama Adığe halkının çektiği sıkıntıları gözleri yaşararak anlatıyordu. Kendisiyle daha sonra da buluştum ve bir çok haber dinledim. Yine bu şehirde yaşamakta olan Vusteko'lardan İsmail'i de iyilikle anımsıyorum. O da genç, güzel, varlıklı biri. Adığelik için kendini feda edebilecek biri gibi gördüm onu. Adığeler için bir etkinlik yapılacak olsa elini ilk cebine atanlardan birisi.
Geldiğimiz günün akşamı dernekte çok insan toplanmıştı. İçlerinde yaşlılar da vardı. Yemızeş Necmeddin, Hatko Suat, Taymaz Kazım, Şhabe Hikmet, Nepsev Orkan bunlar arasındaydı. Bunlar Adığe halkının katettiği zorlu tarihi yolu iyi bilen kişilerdi. Kendilerinden çok bilgiler aldım ve onlara müteşekkirim.
Toplananlar adına Taymaz Kazım söz alıp bize "Hoşgeldiniz" dedi ve yaptığımız işin önemine değindi. O akşam toplantıya katılanların konuşmalarımızı iyice anlamadıklarını sezince yüreğim biraz sızladı. "Dil kaybolduysa derleyecek ne bulabiliriz ki" diyerek biraz moralim bozuldu. Bizi karşılayan insanlar sima olarak daha önceleri gördüğüm, birlikte çalıştığım veya akrabalarımdan birileri gibiydiler. Güler yüzle, sevinçle ve yapacağımız işin önemini anlayarak ve bunu ortaklaşa yapmamız gerektiğinin bilincinde olarak bizi karşıladılar. Gece saat 03.00'e kadar dernekte oturduk, Adığelik üzerine konuştuk ve sabahleyin kalkıp işe koyulduk.
İşe önce Düzce'ye 10 km. mesafede Bıramcehabl'den başladık. Köyün yeri çok güzeldi. Bizi köye Berzec Mustfa götürdü. Köyde 35 aile yaşıyor. Çoğunluğu Şapsığ, iki aile de Abzah. Bu köyde derlediğim bilgilerden ve karşılaştığım insanlardan hoşnut olarak ayrıldım. Köy halkı dirlik, düzenlik içinde içki içmeden yaşıyor. Bu neye değmez ki? Tüm insanlar yoğun bir şekilde dinle ilgiliydiler. Kadınlarına önem veriyor, onlara büyük saygı duyuyorlardı. Kadınlar da kendilerini korumasını iyi biliyorlar ve ev işleri ile uğraşıyorlardı. Eskiden köye misafir geldiğinde tüm köy halkının toplanması geleneğinin yaşatılmakta olduğu ve tüm köy kadınlarının konuk evinde toplanıp çabucak sofra kuruvermeleri dikkatimi çekti. Yemekleri bizimkilere benziyordu. Çetşıps, pasta, yoğurt, peynir ve başkaları. Bunlarla birlikte Türk yemekleri de yapıyorlar.
Karşılaştığımız tüm insanlar anlaşmışçasına köylerimizde cami olup olmadığını, namaz kılıp kılmadığımızı, Türkçe bilmeden nasıl yaşadığımızı sordular. Namaz kılmadığımızı, oruç tutmadığımızı ve Türkçe bilmediğimizi söyleyince biraz soğuk davrananlar da oldu. Kimi yerlerde, gelen bir akrabanın çocuklara tanıtılması gibi tüm köy çocuklarının toplanıp, bizi tanıttıkları oldu. Çocuklar Adığece bilmiyorlardı ama yaşlı gelince ayağa kalkılması gerektiği, misafirin nasıl karşılanacağı gibi adetleri iyi biliyorlardı. Nasıl hizmet edeceklerini bilememecesine gözlerimizin içine bakıyorlar ve yanımızdan ayrılmak istemiyorlardı.
Düzce yöresindeki Adığeler Şapsığ ve Abzah. Kıyı Boyu Şapsığ Bölgesi'ne daha önce folklorik ve etnografik materyaller toplamaya gitmiştim. Oradakilerin gelenek ve görenekleri ile Türkiye Şapsığları arasında büyük benzerlikler gördüm. Nereye gitseler, evlerinin kapılarını kitlememeleri bunlardan biriydi ve bu davranışı ilginç buldum. Yemeklerinde de benzerlikler vardı. Konuşmalarındaki makam ve şekil de benzeşiyordu.
Karşılaştıklarımdan Neğuçu Hikmet güleryüzlü, cömert bir insan, Adığe olduğunu bir dakika dahi unutmayan bir genç. Adığelerle ilgili tüm yayınları toparladığı ilginç bir arşivi var. Gönlü anavatanına dönük olan biri. Belirtmek isterim ki dönüş yapmak isteyenler çok az. Evinin bir köşesini Cumhurbaşkanımız Aslan Carım'a ayırmış. Onun resimleri ile süslemiş. Bir yakını ve dostu gibi Carım'ı sevmekte olduğunu söyledi.
Düzce'deki Adığelerden Bıj İshak'tan söz etmek isterim. O, 82 yaşında olmasına rağmen genç ve güzel görünümlü biri. Aklı ve sezgisi derin biri olarak gördüm. Söylediği her söz derin bir anlam taşıyordu. Düğünler, çocuk eğitimi ve bazı hastalıkların tedavisi üzerine bilgiler verdi. Sonra bir dansın hikayesini anlatmaya başlayınca kendi kendine melodisini söyleyip oynamaya başladı. Ayrılırken, bugünkü konuşmalarımızı kendisinin yıllarca konuştuğu Adığece'den daha değerli bulduğunu söyledi. İshak, üniversite bitirmiş, müfettişlik yapmış, mali durumu iyi biriydi. Üç kızı bir oğlu vardı. "Dünyada hiçbir şeye ihtiyacım yok ama yine de talihsizim" dedi. Neden diye sorduğumda: "Çocuklarımın hiçbirinin Adığe eşi olmadı" diye konuştu ve başını çevirip gözlerinden gelen yaşı bizden gizlemeye çalıştı. Onun siması hiç gözümden gitmiyor ve yüreğimi sızlatıyor.
Düzce Derneği'nde görevli bir kadın, Şaguj Remziye'yi hiç unutamıyorum. O Düzce'deki üniversitesitede Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni. Tam bir Adığe kadını dedirtenlerden biri. İyi Adığece bilmiyor ama Adığelik için canla başla çalışıyor. Bu iş için çok zaman harcıyor. Adığelerle ilgili bir çok şeyi biliyor, bir çok atasözü derlemiş. Anlattıkları arasında bana en ilginç geleni 6 mayıs gününü kutlamalarıydı. "Hızır Peygamber gibi yetiştin" sözü bugüne dayanıyormuş. 6 Mayıs günü Peygamber Hızır ve İlyas bir akarsu başında buluşurlarmış. İnsanlar o gün erkenden nehir kıyısına gidip, dileklerinin yazılı olduğu kağıtları kum altına gömüyorlar. Sonra evlerine dönüp ateş yakıyorlar. Ateş kişiyi günahlarından temizliyormuş. Evlerinin pencerelerini açıp hava akımı yaptırıyorlar. Kötülükler hava akımı ile evden çıkıyormuş. Remziye bu günü sabırsızlıkla bekliyordu. Bildiği bunca şeyi nereden duyduğunu sorduğumda nenesinden öğrendiğini söyledi. Nenesi 83 yaşında, adı Nazire, Gucenbelerden. Güzel konuşan, akıllı ve zeki biri. Adığece söylediklerimizi anlamayanlara da çeviri yapıveriyordu. Remziye'nin Adığe tarihi üzerine bildiği bunca haberin kaynağı da bu yaşlı kadındı.
Şhalahoköy düzenli küçük bir köy. Halkının çoğu Şhalaho olduğu için bu ismi almış. 37 aile yaşıyor. Konuk olduğumuz eve tüm köy halkı toplanmış gibiydi. Bizi değerli konuklarını karşıladıkları gibi karşıladılar. Anlattıkları ve hatırladıkları çokça. Ancak bunları anlattırabilmek için bizim de çok konuşmamız gerekli oldu. Yaşlı kadınlar bize "Bunca yıl yaşadık, şimdiye dek bir tek Adığe gelip bize bir şey sormadı. Birileri de bizi hatırladılarsa sağ olsunlar" dediler.
Sizi hatırlayıp bizi gönderenler Türkiyeli olup Almanya'da yaşayan Vucuhu İhsan, Yedic Batıray, Bedenoko Harun, Temzoko Vumar, Nağo Rıza ve anavatandan Meşfeşu Necdet ile Huvaj Fahri diye söylediğimizde bu insanlar için yaşlı kadınlar dua ediyorlardı. Karşılaştıklarımız bizim sorduklarımızdan az olmamacasına kendileri de bize sorular yöneltiyorlardı.
Düzce köylerinden Vubıhhable'de Neteho Acılet ile tanıştım. 72 yaşındaydı. O yaptığımız işlerle ve söylediklerimizle pek ilgilenmiyordu. Namaz kılmayışımıza ve oruç tutmayışımıza çok üzülmüştü. Kendisine şaka ile takıldım. "Namaz kılıyoruz, oruç tutuyoruz diye seni kandırabilirdim ama gönlüm razı olmadı. Kalbi temiz olan insanı affetmek gerekir derler. Bizi affet ve bir şeyler anlat" diye yalvardım. Yavaş yavaş konuşmaya başlamıştı ki, sesini kaydettiğimi söyleyince "Sesimi erkeklerin duyması günahtır, ben Hacıyım, sil" diye yalvarınca ses kaydını sildim. "Anavatanı görmek ister misin?" diye sorduğumda "Allah göstermesin gavurun yaşadığı toprağa nasıl ayak basarım" cevabını verdi.
Gündüzleri kaydettiğimizden daha fazlasını akşamları Düzce Derneği'nde kaydediyorduk. Akşamları derneğe çok insan toplanıyordu ve her gelen bir konuya hazırlanmış gibiydi. Her akşam genç kız ve erkeklerin katıldığı toplantılar düzenliyorlardı. Müzik ve oyunları bizimkilerden farklıydı. Gençler terbiyeliydiler, davranışları güzeldi, ancak Adığece bilmemeleri üzüntü vericiydi. Düzce Derneği'nde iyi akordeon çalanlar var. Bunlar, Şevoş'u Tambiy ve Altay'dı (Altay'ın soyadını hatırlayamıyorum.) Altay Nalçik Üniversitesi'nde okuyor ve Rusçayı da iyi konuşuyordu.
Tambiy Ürdün doğumluydu ve Adığeceyi iyi bilmiyordu ama Adığe şarkılarını iyi biliyor ve akordeonla çalıyordu. Pheçiç'i olmadığını görünce arkadaşımız Ğuçıps kendisine Pheçiç hediye etti. Daha önce de gittiğimiz derneklerde her akordeon görüşümüzde Pheçiç hediye etmiştik.
Cenaze ve düğünlerin yapılışından söz etmek istiyorum. Çünkü bunlar bizimkilerden bir hayli farklı. Birlikte yaşadıkları halkların bir çok geleneği de alınmış. Cenaze törenleri bizimkiler gibi meşakatlı değil. Biz cenazeyi evde ne kadar çok bekletirsek o kadar iyi biliyoruz, onlar ise ne kadar çabuk toprağa verilirse o kadar sevap diyorlar ve bir an önce gömmek istiyorlar. Bizim gibi cenazenin üstüne çeşitli örtüler örtmeye de uğraşmıyorlar. Cenazeyi halı üzerine yatırma gelenekleri olmadığı gibi cenaze kaldırıldığı gün yemek sorunları da olmuyor. "Bir ay oruç tutan insan bir saat yemezse ölmez" diyorlar. Erkeklerin başı örtük cenazeye katılma zorunlulukları da yok ama cenaze namazı kılınırken herkes cebinden beyaz takkelerini çıkartıp başına geçiriyor. Tüm kadınların başı örtülü (cenaze yoksa da öyle). Cenazeye katılan herkes ayakkabısını çıkarıp cenaze evine giriyor. Ayakkabılarının karışmaması da enteresan. Niçin ayakkabı çıkardıklarını sorduğumda "Ayakkabı ile girmek, ev sahibinin başını ayak altına almak gibidir" dediler. Sonradan farkettim ki, nereye girsen ayakkabı çıkarılıyor, kalabalık düğün evlerinde bile.
Cenaze evinde ateş yakılmıyor, yemek hazırlanmıyor, bu görev komşulara düşüyor. Yedinci, kırkıncı ve elli ikinci günleri yapıyorlar. En çok da 52. gün üzerinde duruluyor. Birinci yılı da anılıyor ancak bizim gibi yapmıyorlar. Bizim cenazelerimizde sürekli ağlama sesi olmazsa "Ne kadar da zavallı tören" diyorlar. Türkiye'de ise ağlama ve öksürme yok. Onun yerine Kur'an okumayı yeğliyorlar. Mezarlığa bizim gibi gitmiyorlar ve kadınlar mezarlığa alınmıyor. Mezarların üzerinde anıt ve duvar bulunmuyor, insan çıktığı toprağa rahatça dönebilmeli diyorlar.
Düğün törenlerimiz arasındaki tek benzerlik ise evliliğe düğünle başlamaktan başka bir şey değil. Diğerleri hepsi farklı. Evlenen genç, gelini almaya gitmiyor. Arkadaşları getiriyorlar gelini. Evlenen genç başka bir evde kalıyor ve bu eve nenejıy deniyor. Gelini götürdükleri eve ise neneguaş deniyor. Kız evinde de düğün yapılıyor. Bunu Türk geleneği olarak benimsemişler. Gelinin yaşı ne olursa olsun beyaz gelinlik giyiyor. Damat ve gelin düğünde birlikte oynatılıyor. Bizde kendi düğününde oynamak uygun görülmüyor ama Türkiye'de uygun buluyorlar. Evlenme işinde ulus ayrımı yapmıyorlar. Türklerle evlenmekte bir beis görmüyorlar ve hepimiz müslümanız diyorlar. Bunu uygun bulmayan bir tek kişiye rastladım. Ğuğeju'lerden Musa. Adığece'yi güzel konuşan Musa "Eşi Türk olan aileyi yarım buluyorum" dedi. Gençlerin gençken evlenip aile olmaları için ana babalar acele etmiyorlar. Evlilik yapmamış gençleri çokça. Bunun sebebini düğün için çokça para gerektiği ve bunu denkleştirinceye kadar zamanın geçtiği şeklinde söylediler.
Düzce'de karşılaştıklarımız, gördüklerimiz ve derlediklerimiz bir yazıya sığmaz. Karşılaştığımız her kişi ve girdiğimiz her aile hakkında bir kitap yazılabilir. 9 gün süreyle çalıştığımız Düzce'den ayrılırken çokça insan toplanmıştı bizi uğurlamaya. Yakın akrabalarıymışçasına bizi uğurladılar. Kendilerini çok sevdik. Onlar da bizi sevmiş olmalılar ki, ayrıldıktan sonra bizi telefonla arayıp sormadıkları bir gün dahi geçmedi. Kendilerine çokça müteşekkiriz.
+''+Cendar Mariyet