Mitolojiye göre, Tanrı yeryüzünü yaratırken, bütün yerküreye dağıtsın diye dağları çantasına doldurdu. Ancak şeytan ne yapıp edip, çantada bir delik açtı ve dağların hepsi Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki bölgeye saçıldı. Kafkasya adı verilen bu bölgede dağlar o kadar fazla, hayat o kadar zordu ki, sonunda Tanrı burayı şeytanın kötülüklerinin ulaşamayacağı, insanların onun etkisinden korunacağı bir yer haline getirdi.
+''+Kafkasya, tarihi boyunca, yolu buralara düşen gezginler tarafından ılık iklimi, zirveleri yaz-kış karlarla kaplı olan dağları, yüce ormanları, bereketli ormanları, gürül gürül akan ırmaklarıyla hep bir cennet gibi tasvir edilmiştir. Shakespeare'in üzerine şiirler yazdığı zirveleri bu karlarla kaplı Kafkas Dağları'nın yanında yüce Alp Dağları bir cüce gibi kalmaktadır. Avrupa'nın en yüksek dağı olan Elbruz Dağı'nın iki zirvesi arasında uzanan vadiye güneyde Ağrı Dağı yerleşmiştir. Altın Post Ülkesi olarak bilinen Kazbek Dağı, mitolojiye göre uygarlığın Tanrısı olarak bilinen Prometheus'un zincire vurulduğu dağdır.
Kafkasya, büyük Rus yazarları Tolstoy'a, Lermantov'a ve Puşkin'e esin veren düşlerin ve söylencelerin ülkesidir. Burası güzel, ahlaklı, onurlu Çerkes insanının ülkesidir. Çerkesler, Karadeniz'in doğusunda kalan bu dağlarla kaplı ülkede çok eski zamanlardan beri yaşamakta olan kadim bir uygarlığın temsilcileridir ve 12 kabileden oluşmaktadır. Çerkeslerin ülkesi tarih boyunca Romalılar, Araplar, Attila'nın, Cengiz Han'ın ve Timur'un orduları tarafından işgal edilmeye çalışılmıştır. Dünyayı işgal etmeye kalkışan Büyük İskender, ilk ciddi sınavını burada vermiştir. Bu nedenle Persler, Kafkasya'yı "Büyük İskender'in Seddi" olarak adlandırmışlardır. Yüzyıllar boyunca ülkelerini yabancılara teslim etmeyen Çerkesler, böylece kültürlerini yabancı etkilerle karşılaşmadan koruyabilmişlerdir. Ancak Çerkeslerin bu durumu, Rus Çarlığı'nın 18.yy sonlarında başlattığı Rus işgaline kadar sürmüştür.
Özgürlüklerine aşık olan Çerkeslerin Rus Çarlığı'nın orduları karşısında ülkelerini savunmak uğruna verdiği mücadele, bir efsaneye dönüşmüştür. Tam yüz yıl boyunca, Rus Çarlığı'nın işgaline karşı direnen Çerkesler için "Bir Çerkes 10 kişiye bedeldir" denilmeye başlanmıştır. Çerkeslerin bu büyük mücadele gücü, büyük Rus ozanı Lermantov tarafından Rus-Kafkas Savaşları sırasında şu şekilde ifade edilmiştir: "Çerkeslerin hazinesi rüyalarıdır. Yürekleri ise en büyük servetleri. Ancak özgürlük onlar için her şeyden, barış ve anavatanlarından daha önemlidir."
Rus-Kafkas Savaşı, ancak 1864 yılında sonuçlanabildi ve Çerkes toplumunun hemen hemen yarısı bu savaşta yok oldu. Geriye kalanların yarısından çoğuysa Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sürgüne gönderildi. Bu, modern zamanlarda tanık olunan kitlesel sürgünlerin en ağırlarından birisiydi. Sürgüne gönderilen Çerkeslerin üçte biri, açlık ve salgın hastalıklara yenik düştü. Eğer bu savaş ve sürgün olmasaydı bugün dünyadaki Çerkes nüfusu 25 milyon civarında olacaktı. Ya da dünyanın dört bir köşesine, dağılmış olmakla birlikte yoğun olarak Türkiye, Ürdün, Suriye ve Kafkasya'da yaşayan Çerkeslerin nüfusu en azından 6 milyondan fazla olacaktı.
Çerkesler gidip yerleştikleri ülkelerin kültürel gelişimine önemli katkılarda bulundular. Örneğin, Amman'a yerleşerek orayı yeniden kuranlar Çerkesler oldu. Prens Abdullah (sonradan Kral Abdullah), bugünkü Ürdün topraklarına geldiğinde onu karşılayanlar Çerkesler oldu. Ürdün Emirliği'nin kuruluşunun ilk günlerinde ortaya çıkan isyan sırasında, Çerkesler Prens'in sarayı etrafında kamp kurdular. O günlerin anısına da Kralın Özel Muhafızlığı ile onurlandırıldılar. Bugün hala, Çerkesler o görkemli ve etkileyici giysileriyle sarayı korumaya devam ediyorlar. Bağlılıkları ve dürüstlükleriyle bilinen Çerkesler, Ürdün'de çok önemli üst düzey sivil ve askeri görevlerde bulundular. Ürdün'de bugün 100 bin kadar Çerkes yaşıyor.
Avrupalıların, ev diye kendileri için hala daha mağaralar kazıdıkları dönemlerde Çerkesler gelişmiş bir uygarlık düzeyine ulaşmışlardı. Çerkesler, şiirleri, söylenceleri, şarkıları ve danslarıyla eşine az rastlanır zenginlikte bir kültürün temsilcileriler. Toplumsal yaşamları Adığe Khabze denilen, mükemmellik, misafirperverlik, dürüstlük, büyüklere saygı ve yüreklilik gibi erdemlere dayanan bir dizi yazılı olmayan gelenek üzerine kuruluyor. Kadınlar Çerkes toplumunda el üstünde tutuluyorlar ve kamusal yaşama tam bir özgürlükle katılıyorlar. Çerkesler hiçbir zaman çok eşliliği benimsemediler. Birbirlerini kardeş gibi gördüklerinden uzak akrabalarıyla, hatta komşularıyla bile evlenmiyorlar. Çerkesler yüzyıllardır bu çok zengin olan kültürlerini bütün güzellikleriyle yaşatmaya çalıştılar. Ancak, kültürlerini, geleneklerini, dillerini koruyabilmeleri hiç de kolay olmadı. Hızla asimile olmaya başladılar. "Vatanını yitiren, her şeyini yitirir" diyen eski bir Çerkes atasözü, bugün varlıklarını koruma mücadelesi veren Çerkeslerin aklından hiç çıkmıyor. Genç kuşaklar, insanlık tarihini en güzel en etkileyici sayfalarını oluşturan kültürel miraslarına artık sahip çıkamıyorlar. "Tarihini ve kültürünü bilmeyenler, geleceklerine sahip çıkamazlar" deyişi doğrulanıyor. Çerkes ulusu, geçmiş günlerin anısıyla yaşayan, anılarının peşindeki yaşlılar gibi davranıyor.
Ancak, komünizmin çöküşü, iletişim teknolojilerindeki büyük gelişmeler, insan haklarının uluslararası ölçekte yaygınlaşmasıyla birlikte Çerkesler bugün toplumsal ve kültürel yeniden doğuş koşullarına, anayurtlarını ve diasporadaki akrabalarıyla ilişki kurma imkanlarına kavuştular. Kendilerini dünyaya bir defa daha nasılsalar o olarak, tek istekleri kültürlerini korumak, dillerini konuşmak, özgürlük, barış ve mutluluk içinde yaşamak olan Çerkes insanları olarak tanıtma imkanlarına kavuştular. Bu durumdan onlar kadar üzerinde yaşadıkları ülkeler de yararlanacak.
+''+Prens Ali