Sözlü Tarih Ararken

Geçenlerde Dergimizin yayınında emeği geçen gençlerle sohbet ettik, bu sohbete sevgili Erol Taymaz da katıldı. Gencecik kızlar, delikanlılar, pırıl pırıl. Her biri diğerinden bir başka güzel, bir başka sevimli. Onlarla konuşurken taze, serin bir seher keyfine varırım hep. Yenilenir, umutlarım daha bir tazelenir, bu günlerdeki moda deyişle, yeniden motive olurum. Bu sohbetimizden de aynı duygularla ayrıldım. Ve bu duygularımı hemen siz sevgili okurlarımla paylaşmak istedim.

+''+

Sohbetin konusu "sözlü tarih"di. Son aylarda bu sözü hep duyuyordum. Açıkçası içeriğini, boyutlarını, ya da nasıl etüt edildiğini bilmiyordum. Şimdilerde de tam anlamı ile bildiğimi söyleyemem.

Gençler açıkladılar; bireyin, ailenin ya da toplumun anılarında kalan, ancak toplumun folkloruna, sanatına, yazınına geçmişine, kısacası toplumun kültürüne ışık tutabilecek anı, anektod yaşanmış olay, duygu ve düşünceler yada belli konulardaki, belli zenaat dallarındaki uzmanlıklar... Hepsi anlattırılarak tespit edilmek isteniyormuş. Bu çalışma bir tür etnografya araştırması gibi bir şey. Ancak adına neden "Sözlü Tarih" dendiğini bağışlayın, anlamış değilim. Her ne ise, benim anlayıp anlamamam pekte önemli değil. Bu düşünülen çalışmanın Halk Bilim=Etnografya açısından taşıdığı önem beni heyecanlandırdı.

Sohbete katılan gençlere baktım. Şu sevimli, top sakallı akıllı ölçülü genç; Şogen soyundan, Şogen Soyunun Çerkes halkının yaşamındaki yerini, hep ruhban kültürü açısından hem benimsemiş hem de merak etmişimdir. Hemen düşüncelerimi açtım, neden Şogen soyu ile ilgili --- Ne kaldı ise--- bilinen şeyleri bilen insanların belleğinden süzüp yazılı hale getirmeyelim...? Şu en uçta oturan; şu anda yaşamayan sevgili arkadaşımın kızı; L'ışe Soyundan, Abzekh. Annesi Khoblı, anneannesi ise Abzekh boyunun pek kalabalık bir soyu olan Hatko'lardan. Neden L'ışe ve Hatko soyları ile, yada Koblı'lerle ilgili belleklerde kalanları araştırmasın? Ya diğeri, bu kızımız Huwaj soyundan, yine Abzekh, annesi ise Karden. Hemen Kharden-lerle ilgili çok eskiden duyduğum bir anlatım aklıma geliyor; Kardenler kendilerinin Sosrıkua soyundan geldiğini savuna gelmişler hep. Her Karden evinde, O evin en yaşlı kadınının sandığında, Sosrıkua'ya ait olduğu savunulan bir havlu özenle saklanırmış. Khardenlerin de Şogen'lerde olduğu gibi Çerkes kültüründeki yerleri saptanmalıydı.

Şu kumral, incecik görünümlü, akıllı, sevimli, Uzunyayla'lı Hatıkuey kızımız, söylenenleri kapıp dimağına işleyecekmiş gibi dinleyen. Ona ne diyelim..? Üstelik çok da güzel röportaj yaptığını biliyorum.. Neden bütün bu değerleri toplayacak bir uzman olmasın...?

Ben bu düşüncelerimi açıkladıkça gençler, bu söylediklerimi neden yazmadığımı sorguluyorlar. Haklılar da, neden yazmıyorum..? Belki bürokrasinin bana yüklediği sıkıntılı yaşamdan, zaman darlığından, belki de tembellikten. Bence bu tür çalışmaların yapılmamasının bir mazereti olmamalı. Yazılabilecek o kadar çok anı, anektod, söylence var ki. Hele kimi Çerkes soylarının özel uzmanlık dalına giren uğraşlarla ilgili detaylı bir saha çalışması yapılsa, neler derlenmezdi. Örneğin, insan ve hayvan sağlığı ile ilgili kimi uzmanlıkları derlemek ne hoş olurdu diye düşünmüşümdür hep. İnsan sağlığı ile uğraşan (Aze) kişiler, aileler bildiklerini, birikimlerini kendi ailelerinin yeni kuşaklarına aktara gelmişlerdir. Örneğin, Uzunyaylalı ve Khabardey kökenli Dırukh soyunun otlarla, çiçeklerle yapmış oldukları ilaçlarla, etinden sıyrılmış, çıplak kemik üzerine yeniden et ve kas oluşturabildiklerini, yöntemlerini ise çok sıkı bir biçimde gizlediklerini duymuştum. Aynı işlerde, benim de mensubu olduğum Uzunyayladaki Abazaların Aşkarıwua kolundan olan Cetger Soyunun da uzman olduğunu biliyorum. Köyüm Kazançık'ın en yaşlı bireylerinden olan Cetger Buba'nın cerrahlıktaki ustalıklarına çocukluğumda tanık olmuşumdur.

Tanık olduğum, hatta bana da zaman zaman uygulanan kimi tedavi yöntemlerini anlatmadan geçemeyeceğim; sekiz dokuz yaşlarında idim. Yaz aylarında köyde kalıyorduk. Tam da arpalar biçilirken tarlada çalışanlara su ve yiyecek taşıyorduk. Çok sıcak bir günde, elimde su kabı, şişen yanağımın zonklamasından, çürüyen dişimin ağrısından dolayı ağlayarak Ortatepe denen yere giderken karşıdan atla gelen büyük amcam Yismeyl Necib ile karşılaşmıştım. Şişen yanağımı inceleyerek hemen beni terkisine almış ve köye dönmüştük. Eve gelir gelmez limonları bir bardağa sıktırmış, ekmek pişiren anneme bir cam parçası buldurmuş, camı harlı fırın ateşinin içinde maşayla tutmuş, kızaran cam parçasını limon suyunun içine bırakmıştı. Sanki masallarda anlatılan büyücü ocağında imişiz gibi. Cam garip sesler çıkararak, dumanlar saçarak limon suyunun içinde erimişti. Bu eriyiğe batırılan bir pamuk parçasının dişimin çürüyen kovuğuna tıkanması ve çok kısa bir zaman sonra dayanılmaz ağrıların dinmesini anımsarım. Daha sonraları lise çağında iken düşünürdüm; Limon suyu Sitrik Asittir. Cam ise silisyum. İkisinin birleşmesi ne tür bir kimyasal oluşum idi diye. Ama cesaret edip kimya öğretmenimize de soramadım.

Dişten açılmışken, yörede kullanılan tek diş çekme kerpeteni bizimdi, sargılar içinde babamın dolabında dururdu. Bu aygıtı ustaca kullananlar ise Cetger Buba, Lağuıç Mustabey ve Nakhşır Hacı Murat olurdu. Bizim de akrabamız olan Nakhşır Hacı Murat Kazancık halkının saygın ve heybetli yaşlılarından idi. Çok şey bilen, az konuşan bir görünümü vardı. Bir gün duvardan düşüp topuğumu burkmama rastlamış, kement ve at kösteği yapımı için saklanan at kıllarını tuzlu suda kaynattırarak sıkıca ayağıma ve bacağıma sarmıştı. Alçı gibi katılaşan bu kıllardan oluşan örtü, daha sonra makasla kesilerek çıkartılabilmişti.

Bu tür, doğadan elde edilen malzemelerle yapılan başka tedavileri de anımsıyorum. Örneğin, ot biçimi zamanı annem tırpancılara ricada bulunurdu, bin bir ot ve çiçeğin kesilmesinden, bu bitkilerin akan özsularından tırpanların ağzında yeşil—kahverengi bir tortu oluşurdu. Bu tortunun dökülmeden kazınıp biriktirilmesini isterdi. Kınaya benzeyen bu tortu, sütlerin yüzünden toplanan kaymakla karılınca, anneme göre dünyanın en sağlıklı yara merhemi elde edilirdi.

İnsanların sağıltımı gibi, hayvan hastalıkları ile ilgili de çok şey bilirdi yaşlılarımız. Ben bu hayvan tedavi yöntemlerinden en ilginç bulduğumu anlatmadan geçemeyeceğim; çok şirin ve sevimli bir tayımız vardı, annesini dağda kurtlar parçalamış ve biberonla süt vererek büyütmüştük. Derken bu tayın bir gözünü beyaz bir örtü kapattı. Yürüyemez, duvarlara toslar olmuştu. Necip amcam tayın bu halini görünce bir tavuk yakalatarak kesmiş ve büyük bir ustalıkla sıyırdığı tavuk taşlığının iç zarını yıkayarak güneşte kurutmuş, kına inceliğinde ufalayarak ürettiği tozu delikanlıların sıkıca yere yatırıp tuttukları tayın gözüne yavaş yavaş üfleyerek ovuşturmuştu, bırakılan tay can havli ile sanki göklere çıkıyor, burun deliklerin-den buhar fışkırıyor ve başını duvarlara tosluyordu. Birkaç saat sonra durulan tayın gözünden yaşlar aktığını ve gözün açıldığını görmüştük. Bu tanık olduğum olayın şaşkınlığı ile sorduğumu hatırlıyorum;

"---Amca, insanlar, tavuk taşlığının katarakta iyi geldiğini nasıl buldular... Bu yöntem insanlara da uygulanmaz mı...? "

Amcam gülerek,

"—Aman oğlum amma da ahret suali, kim bilir, adı üstünde tavuğun taşlığı, hayvanın topladığı her şeyi erittiğine göre, insanlar göze inen perdeyi de eritebileceğini düşünmüşlerdir. İnsan gözüne gelince oğlum, koskoca hayvanı acı ile kıvrandıran bu ilaç maazallah insanların gözünü tümden kör edebilir.." demişti. Hep düşünürüm, tavuk taşlığının salgıladığı bu eritici hassanın dozu azaltılarak katarakt olan insanlara da uygulanamaz mı diye....

Daha önce de anlattığım gibi Cetger soyu çok uzmanlaşmıştı. Peki, başka konularda uzmanlığı olan aileler yok muydu..? Elbette vardı; Kuzey Abazalarının Apsılbarıpş olarak anılan bizim gurubumuzda çok ilginç komünal bir görev paylaşımı ve bu paylaşımın getirdiği çeşitli uzmanlıkların yaşandığını biliyorum. Çocukluğumda köyümüzün yaşlılarından duyduğum anlatımlara göre toplumumuzu oluşturan ailelerin üretime ve diğer kamusal görevlere yönelik uzmanlıkları varmış. Örneğin; Yağan'lar at yetiştirmekte usta imişler. Bu günlerde bile bu ustalığı ve geleneği sürdüren Yağan İbrahim'in Khabardey'de çok ünlenmiş bir harası vardır. Mıd'lar tarım uzmanı imiş, tahıl yetiştirmekte üstlerine yokmuş. Benim dayı soyum olan Mıd'lar gerçekten de bu işlevlerini çok ustaca sürdüre gelmişlerdir. Mıd soyunun ilk çağlardaki Anadolu uzantısı olduğu söylencesi pek yaygın olan Frigya Kralı "Midas"ın ismi ve Büyük İskender'in Frig başkenti olan Gordion'u ele geçirdiğinde güç simgesi olan, çiftçi kültürünün simgesi olan saban—boyunduruk bağlantısı düğümü kılıcı ile kesip çözmesi Mıd soyunun çiftçilikteki uzmanlıkları karşısında pek anlamlı olmaktadır.

Degune'ler (Arguın Soyu) koyun yetiştirirmiş. Binlerce koyundan oluşan sürüleri olan Degune Hacı'ya ait anılar hala anlatılır Kazancıkta. Khıopşukh Soyu ise Kafkasya da iken yaban domuzu talanına karşı tarlaları, bağı—bahçeyi korumak için geliştirdikleri yöntemlerle ünlenmişler. Bir de kamusal görevleri varmış, Apsılbarıpş gurubunun savaşta öncülüğünü, bayraktarlığını yapmak. Hatta Türkiye ye gelindiğinde de bugünkü Kazancık köyünün yerini tespit için Pioner olarak Khopşukh Dığa görevlendirilmiş, Khopşukh Dığa elindeki bayrağımızı bu günkü evimizin bulunduğu tepemsi yükseltiye dikmiş. Bamışt soyu ise, benim çocukluğumda bile örs-çekiç ve körüklerini terk etmemişlerdi. Çift sabanı ve diğer tarım aletlerini onarıyorlardı. Daha eskilerde ise bizim gurubun ihtiyaç duyduğu kılıç, kalkan, kama gibi silahları yaparlarmış.

Yine köyümüz halkından olan Khedegu soyunun bir tür protokol müdürlüğü gibi bir görevi yüklendiklerinin anlatıldığını anımsıyorum. Bu aile Apsılbarıpş boyunun konuklarını Haçeşte ağırlamak, yedirip içirmek, konuk atlarının bakımını sağlamak, onları uğurlamakla toplum adına görevli imişler. Agaçe soyuna gelince, bu komünal üretimin hesabı—kitabı ile uğraşırlarmış. Bir nevi ayniyat saymanlığı gibi. Sonbahar da; üretilen her şey ortaya getirilir ve ailelerin nüfusuna göre paylaşılırmış. Örneğin, Mıd'ların ürettiği tahıldan tohumluk ayrıldıktan sonra, Abazaca da "Amhatca Akuı", Khabardeyce de "Bjemışkh Aha"denilen "Kaşık Payı " bütün ailelere dağıtılırmış.Ya da Degune'lerin ürettiği koyunlardan elde edilen kışlık fıçı yoğurdu, yağ, peynir, yapağı ve kışlık et ihtiyacı içinde koyun yine aynı oranlarla paylaştırılırmış. Agaçeler işte bu paylaşımdan sorumlu imişler.

Aynı komünal sistemin diğer Çerkes boylarında da yaşatıldığını biliyoruz. Bugünkü Pxuantarıc'a (Sandıkçı), Dışek (Kuyumcu), Waka'ca (Ayakkabıcı), Pıkhawua (Hızarcı), Şıbzıkhua (Yılkıcı) gibi aile isimleri eski çağlardaki komünal yaşamın ve uzmanlaşmanın anısı olarak Çerkes halkının belleğinde yaşamaktadır. Komünal sistemden söz etmiş iken, Kazancık hayvancılığının kaynağı olan çayırlar, geçtiğimiz yüzyılın başlarına dek paylaşılmadan müştereken sulanıp biçilmiş, nüfus oranına göre otları dağıtılmış, bugün bile çayır bekçilerine ödenen ayni ücret, "nüfus başına yarım araba ot, yada çeyrek araba ot" gibi ölçülerle hesaplanmaktadır.

Bütün bu anlatılanların arasında, Merkez aristokrasisini oluşturan az sayıdaki aileler ne yapardı sorusu akla geliyor hemen, bu ailelerin ne yaptığını yanıtlamadan önce bu ailelerin ulaşabildiğimiz bilgiler oranında aile isimlerini anımsamakta yarar vardır.

1)Khabardey ve diğer Çerkes boylarını bir araya getirerek Kuzey Kafkasya'da ilk kez ciddi bir biçimde birlik sağlayarak bir devletin temellerini atan, Khabardey hanedanının kurucusu büyük prens Yinal Nekhu'dır. Alman Bilgini Klaproth'un tespitlerine göre, Abaza Kökenli olan Bu Prens 1501 tarihinde tahta çıkmıştır. Bu hükümdarın soyundan gelip bölünerek başka başka isimler alarak bağımsız aileler olarak otaya çıkan soyları şöyle sıralayabiliriz; Hadokşokua, Alkhokua, Kurğokua, Mısost, Mudar, Janbot, Hamırzokua. Bu ailelerin bazılarının günümüzdeki bireyleri Türkiye'nin çeşitli yörelerinde yaşamaktadırlar

2)Abazalar, (Aşıwua 'lar ve Aşkarıwua'lar) Bu boyların merkez aristokrasisini oluşturan Looğ (Aşıwua = Candarıpş), Yısmeyl (Aşkarıwua = Apsılbarıpş), Siydı (Aşkarıwua = Sadzdırıpş) aileleri ise yine Türkiye'nin değişik kentlerinde ve Uzunyaylada, Altıkesek, Kazancık, aşağı Potuklu, Yeniyapan köylerinde yaşamaktadırlar.

3)Hatıkoy gurubundan olan Pedisler ve Yine Adıgeleşen aristokrat Hanıko'lar Hatıkoy soyluları idi. Bjeduğ soyluları Hamışey ve Çerçeney kollarına ayrılıyordu. Çerçeney Soyunun Uzunyaylanın Malak ya da Kavak köylerinden birinde yaşamış oldukları, ancak bu soydan bu gün kimsenin kalmadığını duydum. Kemirgoy (Çemguy) soylusu olarak bilinen Boletoko'ların bir bölümü daha sonra Besleneyleşmiştir. Besleney soylusu Kanokua'lar, Şapsığ — Natkhuac soylusu olan Zanıko'ların Türkiye de izine rastlamadım.

4)Abhaz soyluları ise, Çaç'lar, Aç'lar, Khirıps (marşan) Yinal, vb. aileler olarak sıralanabilir. Bu sülalelerden Khırıps ve Açba soyları dışında kalanların Türkiye'de yaşayıp yaşamadıkları bilgisine ulaşamadım.

Bu saydığımız aile gurupları savaşta ve barışta yönetici idiler. Sevgili okurların düşüncelerinde yanlış kanılar oluşsun istemiyorum. Bu soylardan söz ederken Geçmişteki katmanlı toplumsal yapımızı övmek yada yermek gibi bir amacım yok. Geçmiş iyisi ile de kötüsü ile de bizim geçmişimiz. 1978 yılında Nalçik'te tanık olduğum bir yaklaşımı aktarmadan geçemeyeceğim. Ünlü Khabardey yazarı ve ozanı saygı ile andığım Şocentsıuk Adem'in söylediği gibi, "soylular gökten gönderilmedi, soylular zembille gökten inmedi, onları bizim kültürümüz yarattı. Çerkes kültürünün ürünüdürler. Katmanlı, sınıfsal bir geçmişi olmayan uluslar, eski ulus değildir. Ulusların saygınlığının bir ölçütünün de eski ulus olmak ölçütü olduğunu unutmayalım".

Khabardeyce de "Pşıf' Jilem yı Wunautş", Abazacada da "Ah bziye Awağaa Dırınkhağup" şeklinde bir özdeyiş vardır ki", prensin iyisi halkının hizmetkarıdır" biçiminde Türkçeleştirilebilir. Elbette aristokratların hepsi iyi değildi. Halkına acı veren de vardı, halkının hizmetinde olanda. Nart destanlarını 1866'larda derleyip arşivlere kazandıran, halkına okul, hastane yaptırdığı için çarın hışmına uğrayıp Dağıstan'a sürülen Hadokşokue Gazi gibileri de olmuştur.

Günümüzde Çerkes halkını oluşturan, Çerkes halkının hücreleri olan her soya, her aileye düşüncemizde, yaşamımızda, gönlümüzde aynı saygınlıkla yer vermek zorundayız. İnsanlığın, özgürlüğün, uygarlığın gereği budur.

Sevgi ile kalınız, esen kalınız.

+'



'+Özdemir Özbay

Share